27/09/2022 | Yazar: Ahu Baba

Bilge Karasu’nun yazınına yakından bakmak aslında Bilge Karasu merkezinde Türkiye’deki eşcinsel dünyaya bakmaktır. O, öykülerinde kendi perspektifinden bu dünyanın kapısını aralama cesaretinde bulunmuş ve görünmesi gerekenleri göstermeye çalışmıştır.

Öteki yazar öteki metin: Bilge Karasu öykülerinde eşcinsellik Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

1930 yılında İstanbul’da doğan Bilge Karasu’nun çocukluğu ve ilk gençliği Beyoğlu mahallelerinde geçmiştir. Ondaki sanatsal duyarlılığın temelleri şüphesiz Beyoğlu’nun atmosferine bağlıdır.

Türk edebiyatının özellikle de Türk öyküsünün büyük bir kırılma yaşadığı 1950’li yıllar, Karasu’nun da yazın hayatına girdiği yıllar olmuştur. İlk öyküsü Salim Şengil yönetiminde çıkan Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nde çıkmış ve bu öyküden sonra da yazın dünyasında görünür olmaya devam etmiştir.

“Yaşamımın tek yatırımı kitap oldu”[1] diyen Karasu, ömrü boyunca okumuş ve yazmış, hakkında söylenilenleri, ötekileştirilmeleri, dışlanmaları umursamamış ve kendi bildiği yolda devam etmiştir. 1953-1962 yılları arasında yazmış olduğu öyküler, 1962 yılında Troya’da Ölüm Vardı adıyla tek bir kitapta toplanır. Kitapta yer alan öykülerde ağırlıklı olarak yalnızlık, ölüm, cinsellik ve yabancılaşma gibi temalar kullanılmıştır. 1950 kuşağı öykü anlayışına bakıldığında bu durum pek fazla yadırganmaz, çünkü kuşağın ortak temaları genelde aynı minval üzerindedir. Karasu’yu farklı kılan veya 1950 kuşağı öykücülerinden ayıran en önemli özellik sevgiyi ve cinselliği eşcinsellik bağlamında ele almasıdır.

“Türk edebiyatının ilk eşcinsel sevgi anlatıları Bilge Karasu’ya aittir.”[2]

“Türk edebiyatında ilk eşcinsel ilişki örneklerini eserlerinde veren kişi Karasu olmuştur.”[3]

Bilge Karasu için bunlar gibi birçok ifade kullanılmaktadır. Karasu’dan önce anlatılarda eşcinsellik yoktu demek veya eşcinsel anlatılar Karasu ile başladı demek çok yanlış olur. Sadece yeni Türk edebiyatını aldığımızda bile Karasu’dan önce yazılan çok fazla eser eşcinsellik içermektedir, ancak Karasu’nun anlatılarını bu derece önemli yapan durum hem kendisinin eşcinsel olması hem de eşcinselliğe sadece cinsel olarak değil sevgi temelli yaklaşması ile kültürel bir varoluşu göstermesidir.

Karasu, henüz “Özel Günlükler”ini yazmadan önce yani eşcinsel olduğunu açık açık söylemeden önce de eserlerine bir şekilde bu varoluş mücadelesinin izlerini yerleştirmiştir. İlk öykülerinde eşcinsellik hafif bir esintiyken ilerleyen eserlerinde tam bir rüzgâra dönüşmüştür. Gülşah Şişman, hazırlamış olduğu doktora tezinde bu konu hakkında şu tespitlerde bulunmuştur:

“Yazarın cinsel [yöneliminin] izlerini eserlerinde sürmek mümkündür. Kadın kahramanların neredeyse yok denecek kadar az olduğu ya da ikincil karakterler olarak kaldığı eserlerinde genellikle erkeklerarası ilişkiler anlatılır. Bu ilişkiler kimi zaman dostluk, arkadaşlık; kimi zaman da örtük cinsellik içerir.”[4]

Karasu’nun eserlerindeki eşcinsellik, özellikle Öteki Metinler adlı kitabının yayımlanmasından sonra daha bir netlik kazanmıştır. Öteki Metinler’de yer alan “Özel Günlükler” Karasu’nun eşcinsel günlükleridir. Kendisi de bu günlükleri neden yazdığını sorgular hatta ilk bakışta “ne gerek vardı” diye dövünür. Fakat bu günlükleri yazan kişi de yıllarca gizlenen bir eşcinseldir.

“Bir çeşit eşcinsel günlüğü tutmağa kalkışmanın ne gereği vardır? Birçok sorun, birçok soru, yalnız benim değil, benim gibi pek çok insanın kafasını kurcalıyor. Üstelik bu pek çokları arasında, açıktan açığa eşcinsel olduğunu söylemeyen ya da olmadığını çeşitli düzey ya da kertelerde kanıtlar getirerek söyleyen, ilan eden, sezdiren, belirten kimseler var.”[5]

Giddens, eşcinselliği “insanın olabileceği ve olduğunu keşfedebileceği bir şey”[6] olarak tanımlar ve aslında keşfedişin bir başlangıç olduğunu ifade eder. Karasu da bu keşfedişin bir anda olduğunu şu cümlelerle belirtir: “Eşcinsel ‘olunmaz’. Olunmuyor. Uyanıldığı zaman eşcinsel olunmuştur.”[7] Bu ilk evreyi suçluluk dönemi takip eder ve yoğun bir gizlenme başlar. Olgunlaşmaya doğru bir kabulleniş başlar ve sonunda açılma/açıklama dürtüsü baskın gelir. Bu evreleri bizzat deneyimleyen Karasu da uzun zaman eşcinselliğini gizlemiş ve çoğu zaman da açık açık ifade etmekten geri durmuştur. Son evre olan açılma/açıklama dürtüsü ise Karasu’da yazma eylemiyle gerçekleşmiştir.

Karasu’nun ilk öykü kitabı olan Troya’da Ölüm Vardı, erkek kahramanların ağırlıkta olduğu öykülerden oluşmaktadır. Kitapta yer alan “Beşinci Gün” adlı öyküde örtük olarak bir keşfediş anlatılır. Anlatıcı Sarıkum’a taşınmalarının beşinci gününü anlatmaktadır. Anlatıcı ve yeni tanıştığı Müşfik arasında bir yakınlaşma olur. Müşfik, yeni taşınan bu çocuğu mahallenin oyuncak bebek satan satıcısına götürür. Öyküde Müşfik ve arkadaşı, kız çocukları için oyuncak bebek satan Osman’a gidip bebek alırlar. Bu bebekle oynama eğilimi ise onların kimliklerini keşfedişlerindeki ilk belirtilerdendir. Keşfedişin ilk kıvılcımları aynı zamanda bir suçluluk hissi de yaratmaktadır.

“’Erkeğim ben,’ dedim, erkekler bebekle oynamaz ki, kızlar oynar. Değil mi? Gözleri büyüdü. ‘Bu köyün bütün çocukları Osman’dan bebek alır. Gelir alırlar. Sarıkumlular erkek

değil mi? Bir sen mi

erkeğim tabiî

neden ağlatmazlar evde

erkeksin? Haydi çıkar paran varsa. Haydi durma.”[8]

Sadece bebeklerle oynamak eşcinselliğin belirleyicisi değildir. Keşfediş dönemi genellikle oyunlaştırılarak kendini gösterir. Bu öyküde de keşfediş döneminin içinde olan anlatıcı ve Müşfik’in ilgilerini oyunlaştırarak belli ederler. Müşfik ve arkadaşı koşarak oyun oynadıkları esnada çok yorulurlar ve hem oyun hem şaka yollu arkadaşının pantolonuna elini sokar ve penisinin de yorulduğunu düşünerek ona su içirmeye çalışır.

“Pantolonunun içine soktuğu eli dolu çıktı. Öteki avucuna su doldurup getirdi, altına tuttu. “İç,” dedi. “Sen de susadın. Yorulduk, bu kadar koştuk, koşturdun beni. İç. Sen de serinle.” Bana bakmadı bile. Ben katı katı durdum. Suladı, soktu içeri. Düğmelerini ilikledi. Sonra başını çevirdi. Göz göze geldik.”[9]

Bu olayda hem Müşfik’in hem de anlatıcının cinsel yönelimleri açık bir şekilde gösterilir. Müşfik, oyun ve şaka yoluyla arkadaşının penisine dokunur, penisiyle konuşur ve “koşturdun beni” diyerek ilgisini açık bir şekilde belli eder. Anlatıcı ise bu duruma ses çıkarmaz. 

Karasu, ilk öykülerinden itibaren yapmak istediği şeyi yapmış, ne eşcinselliği yüceltmiş ne de heteronormatif düzeni yıkmaya çalışmıştır. O, sadece ötekileştirilmeye karşı durmuş, ötekileştirilenlerin sesi olmaya çalışmıştır. “Kısaca, bize değil, herkese –bu arada bize- hayvanmışız gibi davranılmaktadır” diyen yazar, öykülerinde bu ayrımcılığın karşısında durmayı amaçlamıştır. “Oda Oda Dünya” adlı öyküsünde ötekileştirilen, ötekileştirildiği için de yalnızlaşan ve yabancılaşan Niko’yu görürüz. Öyküde eşcinsel olduğu açıkça ifade edilen Niko, odasına kocaman bir dünya yaratmış ve o dünyasında, herkesten uzak yaşamayı yeğlemiştir.

“Bu odada, hepsinin içinde yabancılığımı, onlardan olmayışımı duya duya, yabancılıklarına, düşmanlıklarına katlana katlana, hepsinden uzakta, yıllarca bağrıma taş bastım.”[10]

Niko, aslında çoğu eşcinselin sesidir. Sırf onlar gibi olmadığı için dışlanan, ötekileştirilen ve sonunda yabancılaşan bir birey. Bilge Karasu’nun yazınına yakından bakmak aslında Bilge Karasu merkezinde Türkiye’deki eşcinsel dünyaya bakmaktır. O, öykülerinde kendi perspektifinden bu dünyanın kapısını aralama cesaretinde bulunmuş ve görünmesi gerekenleri göstermeye çalışmıştır.

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Moda dosya konulu 183. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.



[1] Bilge Karasu, Ne Kitapsız Ne Kedisiz, s. 11.

[2] Tuğba Dağıstan Çetindaş, Bilge Karasu Hayatı ve Eserleri, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Manisa 2018, s. 204.

[3] Kübra Gedik, Bige Karasu’nun Eserlerinde Özne, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2019, s. 126.

[4] Tuğba Dağıstan Çetindaş, Bilge Karasu Hayatı ve Eserleri, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Manisa 2018, tezi s. 18.

[5] Bilge Karasu, Öteki Metinler, Metis Yayınları, İstanbul 2010, s. 76.

[6] Anthony Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü, (Çev. İdris Şahin), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2010,  s. 19.

[7] Karasu, Öteki Metinler, s. 84.

[8] Bige Karasu, Troya’da Ölüm Vardı, Metis Yayınları, İstanbul 2009, s. 26, 27.

[9] Karasu, Troya’da Ölüm Vardı, s. 23.

[10] Karasu, Troya’da Ölüm Vardı,  s. 69.


Etiketler: kültür sanat
nefret