09/08/2007 | Yazar: Kaos GL

‘Yine de Akademiyle birlikte tüm dünyanın gözü önünde ‘normal’ iki erkeğin birbirlerin

‘Yine de Akademiyle birlikte tüm dünyanın gözü önünde ‘normal’ iki erkeğin birbirlerine aşk duymaları ‘normal’ sayılabilmeye başladı. Ya da ben öyle olmasını diliyorum! Hiç değilse bunun için bir adım oldu. Bu, homofobiyi yok etmedi, nefret cinayetleri hala yaşanacak elbette ama Brokeback Dağı bunun kırılması için sert bir vuruş oldu.’ Uğur Yüksel’in kaleminden.

Sene 1963. Brokeback Dağı’na çıkarılacak sürülere çobanlık yapmaya aday iki adam: Ennis Del Mar (Heath Ledger) ve Jack Twist (Jake Gyllenhaal). Tanışırlar ve önlerinde uzanan dağ yolunu birlikte çıkarlar. Brokeback Dağı’nda ilk kez dokunurlar birbirlerine, birbirlerinin bedenlerine. Dağın eteklerinde başlayan aşk, ayrılıkla kesintiye uğrar sonra. Ennis ve Jack, dört sene boyunca görüşmezler. Başka kentlerde, kasabalarda bambaşka hayatları denerler.

Ennis yerleşiktir. Dağa çıkmadan önce yaptığı planları gerçekleştirir ve Alma’yla (Michelle Williams) evlenir. İki çocuğu olur. Jack ise rodeo alanlarında gezerek geçirir zamanını. Bir yarışta tanıştığı Lureen (Anne Hathaway) ile evlenir ve bir oğlu olur. Dört sene sonra Jack’ten Enis’e gönderilen Brokeback Dağı manzaralı kartpostal, bir şeylerin bitmediğini, ama pek çok şeyin de sona ereceğini gösterecektir.

Brokeback Dağı, Aşk ve Yaşam ile Viktorya dönemi İngilteresi’ne, Buz Fırtınası ile 70’lerin Amerikası’na bakan yönetmen Ang Lee’nin hem eşcinsel hem de kovboy sinemasına verdiği ikinci örnek aslında. Düğün Yemeği adlı komedisiyle eşcinsel sinemanın unutulmaz filmlerinden birini yapan Lee, Şeytanla Yolculuk (Ride with the Devil) adlı filminde Skeet Ulrich ve Tobey Maguire gibi oyuncularıyla Amerikan iç savaşında geçen bir öykü anlatmıştı. Bugün aynı sularda gezinir gibi görünen ama bu iki filmden çok daha ötelere adım atmış bir filmle huzurlarımızda!..

Ang Lee, 1993’te yaptığı ikinci filmi Düğün Yemeği’nden yıllar sonra başka bir ülkede ‘komik olmayan’ bir eşcinsel aşk öyküsünü anlatıyor. Hem de bu ülkenin en erkek yüzlerinden biri olan kovboy mitinin içinde doğan bir aşkı eksene alarak.

Brokeback Dağı’nın gölgesinde...

Acıklıdır Enis ile Jack’in öyküsü. Birleşemezler. Birbirlerini özlerler ama kavuşamazlar. Yılda birkaç kez Brokeback Dağı’na yapılan kaçamaklar dışında görüşemezler. (Jack: Zaman yetmiyor, asla yetmiyor.) Başka kasabalarda yaşarlar. Para kazanmak, eşe ve çocuklara bakmak düzenin bir parçasıdır ve onlar da bunun içinde istemeden debelenip dururlar. Ennis’e göre onları bekleyen başka bir hayat yoktur çünkü. Çünkü Ennis gitmek istemez. Jack’in işaret ettiği ‘birlikte yaşlanılan çiftlik hayalleri’ni reddeder. Çocukluğunda tanık olduğu öyküyü anlatır Ennis: Bu öyküde, iki adam birbirini sevdiği, birlikte yaşamayı seçtikleri için kasabalılar tarafından linç edilip öldürülmüşlerdir. Bu gerçek bugün de değişmemiştir Ennis için.

Ennis: Yanlış yerde, yanlış zamandayız. Ölü sayılırız. Düzeltemiyorsan Jack, katlanmalısın.

Jack: Ne zamana kadar?

Ennis: Becerebildiğimiz yere kadar. Bu işin sonu yok.

Ennis’in korkuları katı ahlakçı ve erkek toplumunun içine eriyince Jack’e de çok fazla seçme şansı kalmayacaktır. O da evine dönmek zorundadır ama karısı, çocukları ve zengin dünürünün değil, annesi ve babasının yoksul, virane çiftliğine. Yıllardır Ennis’in içinde olduğu çiftlik hayallerini burada gerçekleştirmeye gelir, hem de başka bir adamla.

Amerika, kadınlar ve eşcinsel cinayetleri

Film, büyük ve imkansız bir aşk öyküsünü merkezine almış görünse de değişen Amerika, kadınlar ve eşcinsel cinayetleri gibi pek çok malzemeyi de barındırıyor. Ang Lee, bunların hepsini yeterince iyi kullanamasa da aşk öyküsünün etrafına güzelce serpiştiriyor. Amerika’nın 60’lardan 70’lere varan geçiş öyküsü değişen evler ve giysilerle anlatılıyor.

Sene 1963’tür ama pek çok şey gibi kovboyluk miti de değişime uğramaktadır. İnsanlar çiftliklerden kasabalara göç etmeye, televizyonlu, mobilyalı, rahat evlere yerleşmeye başlamıştır çoktan. Bu iki adam için de zor bir değişimdir bu. Onların Brokeback Dağı’na duydukları özlem bu mite bağlılığı da anlatır aslında. Oduncu gömleklerinin bir aradalığı buna işaret eder. Çocukluklarında kalmış bu iki adamın takıldıkları yerdir burası ve bundan kopamazlar. Hayatlarında geçmiş denilen şey 20li yaşlarında Brokeback Dağı’nın eteklerinde yaşanmıştır ve bundan sonrasında geçmişe duyulan özlem de oraya, orada olup bitenleredir.

Kadınların öyküsü de erkek aşkının gölgesinde anlatılıyor. Filmde kadınların yüzlerini çok iyi seçemesek de öykülerini dinliyoruz. Bu iki adama aşık iki kadının trajedisinin de anlaşılabilir bir yanı var elbet. Ne ki, Ennis’in bencilliği eşi Alma’yı gün geçtikçe eritiyor. Alma’nın olanı biteni anlamasının ardından yalnız kalışı hangi tarafa gideceğimizi şaşırtıyor. Eşinin bir erkeğe aşık olmasından öte Jack’in gelişiyle yerleşen mutluluğu hiç yaşamamış olmaktan acı çekiyor. Kendisine aşık olmadığını anladıktan sonra.

Jack’in yalanı ise daha kolay sürüyor. Lureen’in hesaplara ve paraya boğulan yaşamının içinde Alma’nınki gibi bir bilgi de yok. Jack’in senede birkaç kez gitmesi dışında düzenlerini sarsan bir şey de. Babasının gölgesinde erkekliğinin sararmasından rahatsızdır ama o da filmin Buz Fırtınası’ndaki yemek sahnesindeki gerilimi çağrıştıran bir sahnede son buluyor.

Tabii bir de Ennis’in sevgilisi Cassie, küçük kızı Alma’nın üzgün yüzleriyle öyküye girişlerini ve onlar için ağlamalarını da izliyoruz. Dedim ya, bu kadınlar erkek aşkının gölgesinde kalıyorlar ve sesleri de erkeklerinki kadar gür çıkmıyor. Kadın kahramanları erkeklere rağmen var etmeyi hep bilmiş Ang Lee’nin belki de en zayıf çizilmiş kadınlarını görüyoruz bu filmde. Ekonomik bağımsızlığı asla düşünmeyen, evlilik dışında başka bir yolu çizemeyen kadınlar Ennis’in kafasındaki katı ve ahlakçı ve korkak dünyayı yansıtıyor.

Ve öykünün sonundaki trajediyi yaratan nefret cinayetini de anlatır film. Ennis’in çocukluğunda tanık olduğu cinayet 70’lerde, değişen Amerika’da da yaşanmaktadır. Jack de bu cinayetin kurbanlarından biridir işte ama bunun üzerinde durulmaz pek. Oysa bu cinayet ‘ne olacak şimdi’ diye bekleyen seyirci için Ennis’in korkaklığını onaylamayı da sağlayabilir ve en tehlikeli olan da budur. Film boyunca ‘hadi git, hadi yaşa’ diye izlenen Ennis haklı çıkmıştır işte, böyle bir aşkın yaşanması imkansızdır, görüşü yerleşebilir ve bu, Jack’in aşk için ısrarını da anlamsızlaştırır. Politik olarak da eşcinsel hareketin görünür olma mücadelesine zarar verir.

Ang Lee öykünün sonunu değiştirmese bile bu konuyu biraz daha deşebilseydi keşke. Hangi ülkesinde olursa olsun, küçük yerleşim büyük şehir dinlemeden pek çok nefret cinayetinin bugün de yaşandığı dünyada filmin yapacağı net vurgu politikliğini artıracak, onu kafası karışık erkeklerin aşk öyküsünden birkaç adım öteye götürecekti. Nefret cinayetlerini bilen izleyici için Jack’in öldürülmesi anlaşılabilir olsa da Lee ve ekibin ısrarla işaret ettikleri ‘filmi izleyip değişmelerini umdukları homofobik seyirci’ için çok da anlamlı olmayacak bu sahne.

Hollywood eşcinsel erkeklerle tanışıyor

Ang Lee, Kaplan ve Ejderha ile Hollywood sinemasını türle tanıştırmıştı. Şimdi de eşcinsellikle tanıştırıyor. Film, 4 Altın Küre’nin ardından Oscar yolculuğundan da eli boş dönmedi. Akademinin Ağlatan Oyun, Örümcek Kadının Öpücüğü ve Philadelphia ile uzaktan da olsa ‘baktığı’ eşcinsellik, Brokeback Dağı ile ilk kez bu kadar canlı, yaşayan ve görünen bir ‘şey’ oluverdi. Ağlatan Oyun ve Örümcek Kadının Öpücüğü’nde ‘kadın gibi’, Philladelphia’da AIDSli/hastalıklı olan eşcinsel kişi bu kez kendi kültürlerinin belki de en erkek imgesi kovboy bedeninde hayat buluyordu. İkisi de erkeksi, kadınlarla cinsel ilişkiye giren, ‘kadın gibi’ olmayan, yakışıklı, güçlü bu iki erkek her şeye rağmen nasıl birbirlerine aşık olduklarını söylemekte ısrarcı oluyorlar kafaları karıştırıyordu elbette.

Ve film, yalnızca ‘en iyi yönetmen’, ‘en iyi uyarlama senaryo’ ve ‘en iyi müzik’ dallarında Oscar alabildi. Akademi için eşcinselliğe gösterilen bunca ‘hoşgörü’ yeterliydi belki de.

Gecenin sunucusu Jon Stewart, Oscar heykelini göstererek "Şunu devirsek acaba Hollywood'a demokrasi gelir mi?'' diye sormuştu salona. Brokeback Dağı en iyi film ödülünü almış olsaydı demokrasi gelmezdi belki ama Oscar heykelinde hayat bulmuş ve kemikleşmiş pek çok şeyin sonu gelecekti.

Yine de Akademiyle birlikte tüm dünyanın gözü önünde ‘normal’ iki erkeğin birbirlerine aşk duymaları ‘normal’ sayılabilmeye başladı. Ya da ben öyle olmasını diliyorum! Hiç değilse bunun için bir adım oldu. Bu, homofobiyi yok etmedi, nefret cinayetleri hala yaşanacak elbette ama Brokeback Dağı bunun kırılması için sert bir vuruş oldu.

*Konuyla ilgili diğer haberler:

[[Sinema dergilerinden eşcinsel filmleri]]

[[2006’nın en şugar olayı – Dünya]]

[[Yılın LGBTT filmi]]

[[Yollar uzun, dağlar yalçın...]]

[[Jack ve Ennis’e en iyi öpüşme ödülü]]

[[Geyler ve lezbiyenler 'Brokeback' dedi]]



Etiketler: kültür sanat
nefret