11/10/2024 | Yazar: Atilla Dirim
Biz LGBTİ+ ebeveynlerinin günleri “Bugün acaba hangi devlet yöneticisi çocuğumuzu sapkın ilan edecek, hedef gösterecek, çocuğumuzun başına bir kötülük gelecek mi, döverler mi, söverler mi, okulda sıkıntı yaşayacak mı?” diye endişelenmekle geçiyor. Ancak tek başına endişelenmek çare değil. Bu durumda akla şu soru geliyor: Ne yapmalı?

"Biz LGBT tanımıyoruz. Siyasi, sosyal sapkın akımları destekleyerek aile kurumlarımızı yıkmayı hedefleyen sinsi faaliyetlerin kökünü kurutacağız.”
Recep Tayyip Erdoğan
Küresel kriz ve otoriterleşme
LGBTİ+’ların temel hak ve özgürlük mücadelesinin tarihi, oldukça eskilere dayanıyor. Ancak 1969 yılında ABD’nin New York şehrinde Stonewall adlı bir barda polis baskısına ve şiddetine karşı başlayan direniş, bütün dünyada LGBTİ+ mücadelesi için bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra yükselen LGBTİ+ hareketi, pek çok kazanım elde etti. Yine de LGBTİ+’lar dünyanın çoğu yerinde olduğu gibi Türkiye’de de hiçbir dönem bütün haklarına erişerek, güvenliklerinden endişe etmeden yaşamlarına devam edemedi.
Özellikle küresel kapitalizmin 2008 yılında başlayan ve bir türlü çıkmayı başaramadığı krizi, 2015 yılından sonra bütün dünyada otoriter iktidarların işbaşına gelmesine, mevcut iktidarların otoriterleşmesine ya da otoriter akımların güçlenmesine neden oldu. Otoriter yönetimler ve akımlar, giderek derinleşen küresel kapitalist krizin sorumluluğunu LGBTİ+’lara yükleyerek onları günah keçisi haline getirdiler ve krizin etkisiyle giderek yoksullaşan sayısız insanın öfkesini kendilerinden uzaklaştırarak LGBTİ+’lara yöneltmeye çalıştılar.
Her yerde “aile değerleri”
Bu otoriter iktidarlara verilebilecek örnekler arasında Rusya, Polonya, Macaristan ve Türkiye bulunuyor. Bu ülkelerin yöneticilerinin izlediği LGBTİ+ karşıtı nefret politikaları ve söylemleri, ağız birliği etmişçesine şaşırtıcı bir şekilde birbirine benziyor.
2006 yılından bu yana Putin yönetimindeki Rusya’da pek çok LGBTİ+ karşıtı yasa çıkartıldı. LGBTİ+ varoluşunu kriminalize etmeye yönelik ve “çocukları korumak için” çıkartıldığı iddia edilen bu yasaların sonucunda, pek çok LGBTİ+ ve demokrasi yanlısı Rusya vatandaşı tutuklandı, cezalara çarptırıldı ve ülke genelinde homofobik saldırılarda ciddi bir artış kaydedildi. Bu yasaların mimarlarından Alexander Khinsthein, “LGBT kavramı bugün hibrit bir savaşın cephelerinden biri ve bu savaşta Rusya’nın değerlerini, toplumu ve çocukları korumak zorundayız” ifadesiyle baskıları meşrulaştırmaya çalıştı. Son olarak, Rusya Yüksek Mahkemesi, Kasım 2023’te aldığı bir kararla LGBTİ+ hareketini “aşırılıkçı” olarak değerlendirdi ve Rusya genelinde LGBTİ+’ların faaliyeti yasaklandı.
Polonya’da 2015 yılında sağcı-muhafazakar PİS (Hukuk ve Adalet Partisi) iktidara geldi ve partinin başkanı Kaczynski, Nisan 2018’de “Biz iktidarda olduğumuz sürece eşcinsel evlilikler olmayacak” diyerek ilk kez LGBTİ+’ları hedef gösterdi. Mart 2019’da, Polonyalı ailelere ve çocuklarına yönelik ana tehdidin, çocukları “cinselleştirmek” isteyen “LGBT işareti altındaki saldırganlar” olduğunu söyledi. Kaczynski, aradan bir ay bile geçmeden, 2019 yılının Nisan ayında “LGBTİ+ ve eşcinsellik, Polonya’nın varlığına, kimliğine, milletimize ve dolayısıyla Polonya devletine yönelik bir tehdittir” diyerek nefret söylemlerinin dozunu daha da artırdı. 2020 yılında Polonya genelinde, ülkenin yaklaşık üçte biri olan yaklaşık 100 kasaba ve bölge, kendilerini "LGBT ideolojisinden" bağımsız ilan eden kararlar aldı ve Krakow Başpiskoposu neo-Marksist bir "gökkuşağı vebası" konusunda “uyarıda” bulundu. Başkan Andrzej Duda ise, yeniden seçilmek için aday olduğunda yaptığı bir kampanya konuşmasında, LGBTİ+ haklarının desteklenmesini “komünizmden daha yıkıcı" bir ideoloji olarak nitelendirdi.
Macaristan’da 2010 yılından beri iktidarda bulunan FİDESZ-Hristiyan Demokrat İttifakı ile başbakan Victor Orban, ülkede ağır bir otoriter yönetimi sürdürüyor. Orban, 2021 yılında LGBTİ+ haklarını büyük ölçüde kısıtlayan ve LGBTİ+’ları kriminalleştiren bir yasa tasarısını parlamentoya sundu. Ancak Avrupa Birliği’nden gelen baskılar sonucunda yasa referanduma sunuldu ve reddedildi. Buna rağmen Macaristan’da LGBTİ+ varoluşu “aileyi ve çocukları koruma” üzerinden tehdit edilmeye devam ediliyor.
“LGBT, yok öyle bir şey!”
Türkiye’de AKP’nin otoriterleşme eğilimin belirginleştiği dönüm noktası olarak genellikle 2013 yılında gerçekleşen 17-25 Aralık yolsuzluk dosyaları ve Gezi Parkı eylemleri kabul ediliyor. Bu tarihten sonra AKP kendisine yönelik tehdit olarak gördüğü her türlü demokratik eylemi, en basit bir basın açıklaması da olsa, darbe tehdidi ile ilişkilendirmeye başladı. Yargı, medya ve sosyal medya üzerinde yoğun bir denetim kurmak ve sokakta verilen temel hak ve özgürlük mücadelelerini polis şiddetiyle bastırmak suretiyle giderek otoriterleşti. Oluşturulan “iç düşmanlar” listesine LGBTİ+’ların da eklenmesi uzun sürmedi.
2002 yılında katıldığı bir televizyon programında “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz” açıklamasında bulunan Recep Tayyip Erdoğan, aradan 19 yıl geçtikten sonra, 2021’de bir parti kongresinde “LGBT, yok öyle bir şey. Bu ülke millidir, manevidir ve bu değerlerle geleceğe yürümektedir” dedi.
28 Haziran 2015 tarihinde 23’üncü Onur haftası kapsamında, İstanbul’da gerçekleştirilen 13’üncü Onur Yürüyüşü Ramazan ayı gerekçe gösterilerek yasaklandı ve polis yürüyüşe katılanlara biber gazı ve tazyikli su ile müdahale etti. Bu tarihten sonra Onur Yürüyüşleri izinli olarak yapılamadı. Valiliklerin koyduğu yasaklara, başta Alperen Ocakları olmak üzere sağcı/faşist grupların tehditleri de eşlik etti.
Kasım 2017’de Ankara Valiliği, şehirde düzenlenecek bütün LGBTİ+ etkinliklerine yasak getirdi. Karara gerekçe olarak toplumsal duyarlılıklar, kamu güvenliği, genel sağlık ve ahlakın korunması gösterildi. Bu yasak, Kaos GL Derneği’nin başvurusuyla 2019’da Bölge İdare Mahkemesi kararıyla kaldırıldı ama fiilen sürdürüldü. Halen de Ankara’da, hatta Türkiye genelinde LGBTİ+ konulu etkinlikle mülki idari amirler tarafından yasaklanıyor.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, 24 Nisan 2020 günü verdiği cuma hutbesinde, “İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti” diyerek LGBTİ+’ları ve HIV’le yaşayanları hedef gösterdi.
İstanbul Sözleşmesi de LGBTİ+ varoluşunu desteklediği iddiasıyla 24 Mart 2021 tarihinde bir gece içinde kaldırıldı. Bu karar, kadın ve LGBTİ+ örgütleri tarafından uzun süre protesto edildi.
Bundan sonra da başta dönemin İçişleri Bakanı Süleyman soylu olmak üzere, devletin irili ufaklı temsilcileri, siyasi partiler, fobik/sağcı çevreler tarafından LGBTİ+’lar akla gelebilecek her şekilde kriminalize edildi. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere çeşitli illerde Onur Yürüyüşü yapmaya çalışan yüzlerce LGBTİ+ polis tarafından yoğun şiddet eşliğinde gözaltına alındı, haklarında davalar açıldı.
Ticaret Bakanlığı bünyesindeki Reklam Kurulu, e-ticaret sitelerinde LGBT ve gökkuşağı temalı ürünlerin “çocukların gelişimini olumsuz etkileyeceği” iddiasıyla +18 ibaresiyle satışa sunulması gerektiğine karar vererek, gökkuşağı ile LGBTİ+ amblemleri “sapkınlıkla” damgaldı.
Bu arada LGBTİ+ varoluşu “aile” üzerinden de kriminalize edilmeye başlandı. Toplumun temeli olduğu iddia edilen ve erkek, kadın ile çocuklardan oluşan heteroseksüel ailenin varlığının LGBTİ+’lar tarafından tehdit edildiği, yakında aile, amca, hala diye bir şeyin kalmayacağı, bu “sapkınlığın” toplumu çürüttüğü, çocukların buna karşı korunması gerektiği anlatılmaya başlandı. Hatta LGBTİ+ varoluşu pedofili ve zoofili ile dahi ilişkilendirilmeye çalışıldı.
LGBTİ+’ların aileyi yok edeceği propagandasını topluma indirmek için pek çok şehirde sağcı/fobik çevrelerin katılımıyla “Büyük Aile Yürüyüşü” adı verilen nefret gösterileri düzenlendi. 18 Eylül 2022’de İstanbul’da Saraçhane Meydanı’nda düzenlenen mitinge, söz konusu örgütlerin militanları dışında katılan olmadı. Benzer bir miting, 17 Eylül 2023’te yine İstanbul Saraçhane Meydanı’nda yapıldı. Yine az sayıda militanın katıldığı nefret gösterisinde, LGBTİ+ dernekleri kapatılmaları talebiyle hedef alındı.
Hâlen LGBTİ+’lar üzerindeki ağır baskılar devam ederken, yapılacak bir anayasa değişikliği ile kağıt üzerinde mümkün olan (ama pratikte elbette ki olmayan) eşcinsel evliliğin kesin bir şekilde engellenmesi hedefleniyor. Bunun hazırlığı olarak 81 ilde aile çalıştayları düzenlendi. Bu çalıştayın sonucunda da aileyi koruma adı altında LGBTİ+’lara ve feminist harekete yönelik saldırı planları yapıldı.
İkili cinsiyet rejimi belası
LGBTİ+’lara “aileyi koruma” adı altında yönelen politik şiddetin nedeni elbette sadece küresel ekonomik kriz ve buna bağlı otoriterleşme değil. Aile, içinde yaşamakta olduğumuz antidemokratik baskı sistemini yeniden üreten en temel kurumlardan biri. Antidemokratik ve baskı sistemi, çünkü ikili cinsiyet rejimine dayalı. İkili cinsiyet rejimi, sadece iki cinsiyetin varlığı iddiasıyla, toplumsal sistemler ve kültürel inanışlar aracılığıyla insanların kadınlar-erkekler olarak iki farklı kategoriye ayrılması ve kişilere bu cinsiyetlere göre roller atanmasıdır. Bu atanan cinsiyet rolleri her toplumda, kültürde ve sosyoekonomik sistemde farklılıklar gösterebilir; ancak şu andaki erkek-egemen sistemde bu roller erkeğin güçlü ve üstün, kadının güçsüz ve üstün-olmayan olduğu şeklindedir. Erkek ve kadın tarafından kurulan aile de buna bağlı olarak eşitsiz, hiyerarşik ve antidemokratiktir.
İkili cinsiyet rejimine dayalı bu aile, eşitsizlik ve hiyerarşi ilişkilerini her gün yeniden ürettiği ve çocuklar üzerinden gelecek kuşaklara aktardığı için, kendisi de antidemokratik, eşitsiz ve baskıcı bir yapıya sahip olan kapitalist sistemin hayatta kalması için büyük önem taşır. Ailesinde babanın iktidarını ve annenin boyun eğmişliğini deneyimleyerek büyüyen çocuk, ileride toplumsal hayata karıştığında “devlet baba”nın otoritesini ve iktidarını içselleştirecek, her türlü baskıcı uygulamaya boyun eğmeyi normal kabul edecektir.
Bundan ötürü, mevcut sistem, var gücüyle kadınlık-erkeklik rolleri ile kadın-erkek kimliklerinin kesişmesinin ve karışmasının karşısında durmaya çalışır. Cinsiyete dayalı kalıp yargıları güçlendirir, eşitsiz güç ilişkileri ve yapılar oluşturur. Kendini trans, interseks veya non-binary (ikili olmayan kimlikler) olarak tanımlayan kişiler ve heteroseksüel olmayan cinsel yönelimleri değersizleştirerek kişileri ayrımcılık ve şiddete maruz bırakır. Bu ayrımcılık ve şiddet bütün toplumlarda görülür; demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin yükseldiği dönemlerde azalır, geri çekilme dönemlerinde ise alabildiğine artar.
Gündelik hayatın bir parçası olarak ayrımcılık ve şiddet
Şu anda gerek Türkiye’de gerekse dünyanın çeşitli ülkelerinde kendisini ikili cinsiyet rejimi içinde görmeyen kişilere, erkek egemen sisteme karşı mücadele eden kadınlara ve kendilerine atanan toplumsal cinsiyet rollerini reddeden ailelere yönelik büyük bir baskının bulunduğunu, yukarıda tarihsel gelişimi ve örnekleriyle birlikte anlatmaya çalıştım.
Özellikle Türkiye’de LGBTİ+’ların durumu giderek güçleşiyor, çünkü yaşanılan derin sosyoekonomik krizin sorumlusu ilan edilerek hedef gösterilmedikleri gün yok gibi. Bunun sonucu olarak, ayrımcılığa ve şiddete her zamankinden de fazla maruz kalıyorlar, iş ve ev bulmaları giderek zorlaşıyor, giderek yoksullaşıyorlar, can güvenlikleri tehdit altında. 17 Mayıs Derneği’nin “Ayrımcılıktan Yoksulluğa: Türkiye’de LGBTİ+’lar” başlığıyla 2022 yılında yayınlanan raporu, bu gerçeği olanca çıplaklığıyla gözler önüne seriyor[1].
Baskıya ve şiddete maruz kalanlar yalnızca LGBTİ+’lar değil; erkek egemen sisteme karşı çıkan feminist kadınlar ve LGBTİ+’ların çocuklarını cinsiyet kimliklerine, cinsel yönelimlerine ya da cinsiyet ifadelerine bakmaksızın seven, destekleyen ve hayat mücadelesinde yanında olan, eşitsizliğe ve hiyerarşiye dayalı aile modelini reddeden ebeveynler de hedef tahtasına oturtuluyor, itibarsızlaştırılmaya ve ötekileştirilmeye çalışılıyor.
Ben de bir LGBTİ+ ebeveyni olarak hem kendi çocuğuma hem de bütün LGBTİ+’lara yönelen bu şiddetten fazlasıyla rahatsız oluyorum. Biz LGBTİ+ ebeveynlerinin günleri “Bugün acaba hangi devlet yöneticisi çocuğumuzu sapkın ilan edecek, hedef gösterecek, çocuğumuzun başına bir kötülük gelecek mi, döverler mi, söverler mi, okulda sıkıntı yaşayacak mı?” diye endişelenmekle geçiyor. Ancak tek başına endişelenmek çare değil. Bu durumda akla şu soru geliyor: Ne yapmalı?
Ne yapmalı?
Gerek LGBTİ+’ların gerekse ebeveynlerinin kendilerini gündelik hayatta karşılaştıkları baskı ve şiddete karşı korumaya çalışmaları, tek başına sürdürülebilir veya uzun vadeli sonuçlar alıcı bir çaba değil. Ancak bir araya gelmek, örgütlenmek ve karar vericilerin üzerinde etkili olabilecek faaliyetlerde bulunmak, her gün maruz kalınan baskı ve şiddetin gerilemesini sağlayabilir.
LGBTİ+’ların temel hak ve özgürlük mücadelesi, genel demokratik mücadelenin bir parçası ve önemli bileşenlerinden biridir. Feminist mücadeleyle birlikte ikili cinsiyet rejimini geriletme, erkek egemen sistemi kırma mücadelesi veren LGBTİ+’ların bu çabası, toplumun demokratik hak ve özgürlük mücadelesi veren diğer kesimlerin de elini kuvvetlendirecek, yeni kazanımların önünü açacaktır. Keza bu diğer kesimlerin demokratik kazanımları da, LGBTİ+’ları güçlendirecektir. Demokratik hak ve özgürlüklerin birinde dahi yaşanan gerileme, diğer alanlarda da gerilemeye sebep olacağı gibi, kazanımlar, yeni kazanımların kapısını açar. Mücadeleler, birlikte verildiği takdirde birbirini besler ve güçlendirir.
LGBTİ+ temel hak ve özgürlük mücadelesi, evrensel bir niteliğe sahiptir. Erkek egemen ikili cinsiyet rejimi bütün dünyaya hakimdir, kimi yerde daha güçlü, kimi yerde daha güçsüzdür, ancak, en demokratik devlette bile, biliyoruz ki, LGBTİ+’ların payına düşen ayrımcılık ve şiddettir. Bundan ötürü mücadeleyi de küresel ölçekte vermek, bunun için gereken ağları oluşturmak kaçınılmazdır.
Nitekim nihayetinde hepimizin arzusu, sınırsız ve sınıfsız bir dünyada, eşit ve özgür yaşamak değil mi?
O halde, haydi örgütlenmeye!
[1] https://www.17mayis.org/haber-duyuru/ayrimciliktan-yoksulluga-turkiye-de-lgbti-lar-raporu-cikti-27-09-2022
Kaos GL dergisi bir tık uzağınızda
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Şiddet dosya konulu 196. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notabene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, nefret suçları, aile, siyaset, araştırma, inceleme, yorum