06/07/2011 | Yazar: Adorno Ma

Belki gelecek yıl Hormonlu Domates ödülleriyle birlikte Hormonlu Mango ödüllerini de verebiliriz.

Merve, Türkiye’de yaşayan bir Trans kadın. Ne yazık ki hayatında her zaman, her yerde yaşadığı transfobiyi belki de ilk kez “para vererek” satın almak durumunda kaldı geçtiğimiz günlerde. İspanya’dan yurdumuza entegre bir giyim mağazasında alışveriş yaparken, kadın kabinine girdi ve alacağı kıyafetleri denemek istedi. Önce görevli yanına gelip erkek kabininde giyinmesi gerektiğini söyledi. Merve bunu reddedince mağazadan anons yapılıp Merve ikaz edildi. Bunun üzerine pek meraklı yurdum alışverişçisi mağazada Merve’nin bulunduğu bölüme gelip, çekirdek çitlemeseler de ellerinde mangolarla Merve’yi izledi. Merve mağazayı terk etmek zorunda kaldı ve yaşadığı ayrımcılığı bir kere daha fark etti.
 
Bir başka Trans Kadın olan Asya, “ The time is English Time! ” düşüncesiyle İngilizce öğrenmek için bir İngilizce kursuna başvurdu. Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinin 26. Maddesi’nin de desteklediği “Herkes eğitim hakkına sahiptir” düşüncesini düşünemeyen kurs yetkilileri İngilizce öğrenmek isteyen Asya’yı tam 5 ay boyunca geçiştirerek kursa kabul etmediler. Ve bu durumun duyulmasından sonra, Asya’nın LGBT olmayan arkadaşlarından biri de aynı kursa kayıt yaptırmak için başvurdu ve kabul edildi. 5 ay boyunca Asya sınıf açılmadığı bahanesiyle geçiştirilmişti ve sonunda Asya’da yaşadığı ayrımcılığı bir kere daha fark etti.
 
Asya ve Merve’nin yaşadığı ayrımcılığı elbette ki bizler de fark ettik ve yaklaşık 70 kişilik bir grup olarak firmaların bizlere parasıyla yaşattığı bu ayrımcılığı eleştirmek için 22 Haziran günü Direnişin Ritimleri ile müzikli eylem yaptık. Direnişin melodisi ile mağazalara girerek tüm müşterilerine ve sorumlulara söz konusu firmaların homofobisini ve transfobisini anlattık. Ve bu eylem ilginç bir şekilde sadece yazılı basında değil görsel basında da yer aldı. Oysa ki söz konusu LGBT hakları ile ilgili bir eylem, konferans ya da rapor olduğunda genel olarak görsel medyanın ilgisini çekmeyi başaramadığımızı deneylediğimizi hatırladım. Yazılı basında da elbette hepimizin ismini sayabileceği bazı yayın organlarında haberlerimize rastlamaya alışmışken, acaba bu eylemi başarılı kılan şey neydi?
 
İleri demokrasinin kucağında olduğumuz şu günlerde, eşcinsellerin tanışma platformları ve LGBT bireylerin sosyal “paylaşım” sitelerinin tek tek kapatıldığına şahitken, internette sansür uygulamasına yapılan protestolarda LGBT bireyler pornocu ilan edilmişken, onur yürüyüşüne 5000 ( yazı ile beş bin ) kişi onur mücadelesini sokaklarda haykırırken, nefret suçlarına onlarca kurban vermişken bizler Türk medyalamasının ilgisini çekemezken acaba nasıl oldu da müzikli danslı güllüm bazlı ayrımcılık temalı bu eylemimizle ilgileri üzerlerimize topladık? Aslında bir gerçeği unutuyorum sanırım. Meclisin önünde soyunan mağdur kadını şarkıcı yapmaya çalışan, iç çamaşırlarıyla fotoğraflarını twitleyen şarkıcıyı gün boyu konuşan bir medya elbette ki bir mağazada “dans eden” eşcinsel ve travestileri popülerleştirecek ve haber yapacaktı. Tabii ki de burada LGBTT hak mücadelesinin bir örneğini haber yapmadılar, onlar için önemli olan şey kendi yarattıkları eğlenceli eşcinsel figürünü desteklemekti sadece.
 
Öte yandan söz konusu şirketlere bireysel olarak gönderdiğim maillerden sadece bahsi geçen tekstil devinden geri dönüş aldım. Giriştiğimiz bu eylem benim için salt bir eylemden çok daha fazlasını ifade ettiği için şirketlere bireysel olarak ulaşmak istedim. Ne yazık ki homofobik bir ülkede yaşamayı tercih etmesek de yaşamak zorunda bırakılıyoruz, ancak homofobik bir işletmenin müşterisi olmamak tamamen bizlerin elinde. Acaba söz konusu firmaların varoluş amacı para kazanmak iken ayrımcılık uygulamaları ile yaptıklarının farkındalar mıydı, bunu gerçekten merak ettim? İspanya menşeili giyim sektöründeki birkaç marka LGBT bireylere yönelik tasarımlar kurgularken ve LGBT çalışanlarına bazı ülkelerde pozitif ayrımcılık uygularken, çalışanlarına ve müşterilerine karşı “homotransfobi” sergilemezken, sektördeki diğer rakiplerine rağmen transfobik tekstil devi nasıl bu riski göze alabiliyordu? Bu sorgulamanın sonunda elbette ki söz konusu firmanın Türkiye yetkilileri durumdan duydukları üzüntüyü bildiren bir maille geri dönüş yaptılar tarafıma. Müşterilerinin transseksüel veya eşcinsel olma “tercihlerine” saygı duyduklarını bildiren maillerinde kendilerini tekrar “tercih” etmemiz amaçlanarak transfobinin yaşandığı şubedeki çalışanlarının uyarıldığını paylaştı benimle. Bu geri dönüşün sonunda, eyleme katılan ve destek veren bazı LGBT arkadaşlarımız firmanın çalışanlarını uyarmasının sakıncalı olduğunu düşündü. Firmanın mağaza sorumlularının işten atılmasını istemeyenlerimiz, mağazadaki ürünlerin sadece heteroseksüellere göre olduğundan korkanlarımız ve bireysel olarak firmalara mail atmamız gerektiğini düşünenlerimiz oldu.
 
Ayrıca aklıma özellikle İstiklâl Caddesi’nde markalı poşetlerini ve markalı kıyafetlerini sergilemekten hiç çekinmeyen LGBT arkadaşlarım geldi. Bazılarımız bu firmaları eleştirirken bazılarımız müşterisi olmaya devam edecekti. Ama yine de eylemlerimize, görünürlüğümüze, mücadelemizin hep birlikte olduğunu göstermeye devam etmeliyiz. Türkiye’de LGBT dernekleri yıllardır kapatılma davalarıyla uğraştığından, Ülker Sokak davası, Eryaman Olayları, Hortum Süleyman faciası, Bursa Gökkuşağı baskını ve özellikle son 10 yılda başımıza gelen tüm homofobik ve transfobik olaylardan ötürü örgütlenmede bazı konularda eksik kaldığımızı düşünmekteyim. İleri demokrasili şu günlerimizde örgütlenme deneyimlerimizi geliştirme ihtiyacı içerisinde olduğumuzu bir insan hakları aktivisti olarak düşünüyorum. Ve belki de bu eylem bizim eylem türlerimizi ve yapabileceklerimizi sorgulamamıza bir sebep olabilir. Direnişin Ritimleri ile eylem fikri gerçekten yaratıcıydı, ama firmaların adı gizlendi, yok edildi ve yandaş medya asla bu konuyu gündeme almadı, bulvar gazeteciliği yaklaşımıyla eylemimiz televizyonlara aktarıldı ve bizim elimizde kalan tek şey hepimizin mücadele içinde olduğunu göstermiş olmamız oldu. Ama en etkili çözümü belki de firmalara birlikte göndereceğimiz mailler bütünlüğü verecekti. Eylemler ne yazık ki hükümetler, devletler, kamuoyu, firmalar ve hepimiz için kolayca unutulan protesto türleri. Bu yüzden de sivil itaatsizlik, sivil direniş, boykot gibi türlerle akılda kalıcı bir hale getirilmeye çalışıldı yıllardır. Eminim ki eğer bu konuyu konuşmaya devam etmeseydik söz konusu eylemin izleri çoktan işletmelerin hafızalarından silinmişti. Çünkü kapitalizm, modern dünyanın unutmasını ve düşünmemesini amaç edinen bir sistem. Ve bir işletme için en acı verici şey muhtemelen yapılan eylem kadar kaybettikleri müşterileri ve hedef kitlesinin bu konuda neler düşündüğünü onlara anlatmaktır. Bu nedenle yapacağımız eylemleri – en azından şimdilik ticari işletmeler bazında – daha akılda kalıcı hale getirmek için hep birlikte firmalara düşündüklerimizi yazmamızı ve durumu genel merkezlerine iletmemizin elzem olduğunu düşünüyorum. Ve bence artık tepkimizi internet yoluyla da iletmemiz gerekiyor – neyse ki eşcinsellerin mailleri de sansürlenmiş değil henüz – Hatta tüketici hakları için internette kurulan şikayet platformlarında aynı konuyu onlarca insan iletebilir ve firmalar müşterilerine vereceği imaj kaygısı ile yaptıkları ayrımcılığın farkına varabilirler.
 
Ve belki gelecek yıl Hormonlu Domates ödülleriyle birlikte Hormonlu Mango ödüllerini de verebiliriz. Merve ve Asya’nın yaşadığı olaydan sonra pek çok LGBT birey söz konusu işletmelerde yaşadığı homofobiyi ve transfobiyi aktardı mail gruplarında, sohbetlerimizde. Sanırım hepimizin anlatacağı çok şey var parayla satın aldığımız ayrımcılık hakkında. Ve Direniş ritimleri ile birlikte klavyemizin seslerini de duyurmamızda fayda var gibi…
 

Etiketler: yaşam
İstihdam