22/02/2010 | Yazar: Rahmi Öğdül

Batı dillerinde kişi anlamında kullanılan ‘persona/person’ bir maskedir aslında; eski çağlarda aktörler, sergiledikleri, bür&

Batı dillerinde kişi anlamında kullanılan ‘persona/person’ bir maskedir aslında; eski çağlarda aktörler, sergiledikleri, büründükleri kişiliğe uygun olarak ‘persona’ adı verilen maskeler takarlardı yüzlerine. Günümüzde ise toplum içinde oynamak istediğimiz role denk düşen persona’lar, yani kişilikler geliştirip bu kişilikleri bir maske gibi sergiliyoruz bedenlerimizde; dış dünya ile kurduğumuz ilişkilerimizi düzenleyen aracı kurumları andırıyor bu maske-kişilikler.

Uygarlaşma süreciyle birlikte ortaya çıkan toplumsal iş bölümündeki artış, bedenlerin taşıdığı  persona’ların sayısında da bir artışa yol açtı. Tutarlı bir kişilik sergilemek için toplum içinde bulunduğumuz konuma ve ortama göre bu maske-kişilikleri taşımak zorundayız. 

Bir dış imge olan persona (maske), toplum içinde her bireyin kendisine düşen rolü kusursuzca oynamasını sağlıyor. Toplumsal uzlaşımları hep bu personalar üzerinden gerçekleştiriyoruz. Başkalarının bizim hakkımızda sadece bilmelerini istediğimiz şeyleri bilmelerini sağlayan bir tür kamuflajdır persona, aynı zamanda.

Kişi (person) sözcüğünün ilk başlarda maske olarak kullanılmasının basit bir tarihsel rastlantı olmadığını belirtiyor Robert Ezra Park (bkz Erwin Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, Metis Yayınları).

“Daha ziyade herkesin her zaman ve her yerde, az çok farkında olarak belli bir rolü oynadığı gerçeğinin kabulüdür bu. Biz birbirimizi bu roller içinde tanırız; bu rollerde kendimizi tanırız. Bu anlamda kendimiz hakkında oluşturduğumuz anlayışı – hakkını vermeye çalıştığımız rolü - temsil ettiği sürece bu maske bizim daha hakiki benliğimizdir, olmak istediğimiz halimizdir. 

Sonuçta, rolümüzü anlayış şeklimiz doğamızın, kişiliğimizin ayrılmaz parçası haline gelir. Bu dünyaya bireyler olarak geliriz, kişilik kazanırız ve birer kişi, oluruz.”

Persona, insanın uygarlaşmış yüzüdür; insanın doğadan kopup toplum içinde yaşamaya başlamasıyla birlikte bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Toplumsal ilişkiler, farklı zaman ve mekânlarda bizden farklı persona’lar sergilememizi bekliyor. Toplum, iş bölümüyle paramparça oldukça bedenlerimiz de giderek birer persona koleksiyoncusu haline gelmeye başlıyor. Her durum için bir maske bulundurmamız gerekiyor gardırobumuzda.

GÖLGE: İÇGÜDÜSEL İNSAN
Carl Jung, uygarlık öncesi, doğayla ilişkili diğer yüzümüzü ise gölge olarak adlandırıyordu; yüzeydeki persona’nın altında uzanan hayvanı, yani gölgeyi bastırdıkça uygarlaşıyoruz aslında. Gölge, engellediğimiz, bastırdığımız doğayı temsil eden aşağılık bir varlık bir bakıma; bir anlamda Dr. Jeykll karşısındaki Mr. Hyde’ı temsil ediyor gölge. İlkel, denetimsiz, hayvani yanımızı; toplumsal standartlara ve bizim ideal kişiliğimize uymayan tüm vahşi istekler ve duyguları; utanç duyduğumuz ve kendi hakkımızda bilmek istemediğimiz her şeyi temsil ediyor. Gölge, insanoğlu dünya üzerinde ilk adımını attığı zamandan beri hep aynı kalmıştır Jung’a göre; zira gölge doğal, yani içgüdüsel insandır. Tüm insanların kolektif yönüdür; kimi zaman şeytan, cadı ve benzeri varlıklarla ifade edilir.

Aslında gölgenin, tüm bedensel isteklerimizi, bedenin kudretini temsil ettiği çıkıyor Jung’un anlatısından. Uygarlık ile doğa arasında sürüp giden mücadele, bizzat beden üzerinde gerçekleşiyor. Beden, persona ile gölge, toplum ile doğa arasındaki mücadelenin yeridir. İktidarlar doğal yanımızı, yani bedenlerimizi aşağılanıp bastırırken, toplumsal ve zihinsel kurmacaları, yani persona’ları yüceltiyorlar; Kartezyen beden/zihin ikiliği tüm şiddetiyle devam ediyor. Bedeni inkâr eden uygarlık, sanal teknolojiler ve mekânsal düzenlemelerle birlikte giderek bedensizleşen bir toplum yaratıyor.

BEDEN İLE TOPLUM
İşte bu bağlamda, seramik sanatçısı Orçun İlter’in kendine has teknikle gerçekleştirdiği seramik maskeleri, persona’nın toplumsal rolünü düşündürtüyor bizlere. Yurtdışı ve yurtiçinde çeşitli sergilere katılan İlter, Beyoğlu Odakule Sanat Galerisi’nde açtığı MASK’ARA başlığını taşıyan üçüncü kişisel sergisinde, insanın muhtelif yüzlerini, beden ile toplum arasındaki ara yüzeyleri sergiliyor. Sergiyi gezerken, duvarlarda katılaşıp kalan toplumsal maskelerimizi ya da kişiliklerimizi sorgulamadan edemiyoruz doğrusu.

Not: Olçun İlter’in seramik maskeler sergisi (MASK’ARA), 27 Şubat 2010’a kadar Beyoğlu Odakule Sanat Galerisi’nde izlenebilir.


Etiketler: kültür sanat
nefret