18/01/2023 | Yazar: Can Yazar
LGBT hakları toplumsal aydınlanmanın bir parçasıdır ve bu yüzden AKP-MHP’nin ayrımcı, hedef gösterici ve muhafazakar anayasa teklifine karşı ‘‘hayır’’ örgütlenmesi değerli bir çabadır. Hepimizin eşit yaşam koşullarına erişebilmesi için bu bir zorunluluktur.
Pete Buttigieg ve Chasten Glezman, Evlilikleri, South Bend, ABD, 2018
İnsanlar neden evlenirler? Onları evlenmeye yönlendiren nedir? Evlilik, kültürel prensipler ve dini kurallarla mı kurulmalıdır yoksa duygusal ve fiziksel tatmine dayanan bir karşılıklılıkla mı? Peki hukuk buna bağlı olarak nasıl şekillenir? Bu soruların cevabını vermek için evlilik, hukuk ve toplum üzerine yeniden düşünmemiz gerekiyor.
ABD’nin 46. başkanı Joe Biden, 13 Aralık 2022’de Evlilik İçin Saygı Yasasını imzaladı. Yasa eşcinsel, farklı etnik, ırk ve dini kimlikler üzerinden kurulan evlilikleri koruma amacıyla hazırlandı ve imzalandı. Başkan Biden, Beyaz Saray’ın bahçesinde yasayı imzalarken yaptığı konuşmada şu sözleri kullandı:
‘‘Evlilik basit bir önermedir. Kimi seviyorsun? Ve sevdiğin kişiye sadık olacak mısın? Bundan fazlası değildir.’’
Bu cümle esasen evliliğin hür irade ve birbirini seven partnerlerle kurulduğunu belirten, kapsayıcı ve insan iradesine vurgu yapan bir önerme barındırıyor. Biliyoruz ki dünyanın her yerinde evlilik, karşılıklı rızayı önceleyen ve duygu-temelli oluşan bir etkinlik değil çünkü evlilik, içinde bulunulan toplumun cinsiyet rolleri ve sosyal doktrinleri üzerinden bir geleneğin üreticisi olarak kullanılan, basmakalıp olarak teşvik edilen, yasal bir tanınma nişanesi olarak kutsallaştırılabilir. Yine de evlilik, toplumlar ve kültürler içinde farklı formlar ve anlamlar kazanabilir. Kültürler ve töreler sosyo-cinsel normları yaratırken topluluğun iradesini ve eylemlerini denetleyen otorite de evliliğin sınırlarına ve meşrutiyetini bu yolla belirlemiş olur. Böylece evlilik, bir etkinlik olarak insan yaşamının merkezine yerleşir çünkü bir nevi topluma üye yetiştiren bir kurum olan aileyi oluşturur. Aile de statükonun üreticisi ve bir tür düzen mekanizması olarak toplumdaki her üye için teşvik edilen bir birim haline gelir.
Halbuki aile, toplumu oluşturan diğer öğeler gibi, sosyal bir inşanın ürünüdür. Dolayısıyla tek bir formda ve monolitik değildir. Düşünceden, değerlerden ve önceliklerden etkilenir. Bunlarla meydana gelen resmileşmiş kurumlarla hukuki bir statü kazanır. O halde bir toplumun önceliklileri ne olmalıdır? Hukuk, bu öncelikleri düzenleyen bir araç olarak nasıl işlemelidir?
Ailenin, tarih içinde ve çizgisel incelendiğinde, aynı zaman içinde farklı coğrafyalarda farklı biçimlerle kurulan bir yapı olduğu görülür. Zamanla formu, amacı ve işlevi dikkate değer ölçüde değişiklikler geçirmiştir. Burada en önemli etkenlerin aileyle birlikte toplumları dönüştüren iktisadi yapı, üst-anlatılara dayanan sosyal örgütlenme biçimleri ve halka benimsetilen metafiziksel alanların kriterleri(dinler) olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, endüstri devrimi, sekülerizm ve demokrasinin yükselişiyle Avrupa’da aile modelinin büyük bir dönüşüm geçirmesi, modernleşmesi, yani şehirleşme yoluyla patriarkal sosyal yapının zayıflaması, daha önceleri din, akrabalık ve mekanik işbirliğine dayanan kırsal ailelerin çözünmesini sağladı. Üretim kaynağının özel alandan ayrılması, modern kurumları ve insanlar arasında yeni etkileşim biçimleri oluşturmaya başladı. Kırsaldan şehre olan göçler, yeni iş kollarının oluşmasına neden olurken aile içi roller de buna bağlı bir dönüşüm geçirdi. Denetleyici sosyal aktör baba, köy ve kırsal ailede tüm yetkiyi elinde bulunduruyordu ancak endüstri devrimi sonrası süreçte işlerde profesyonelleşme ve kollara ayrılma babanın anne ve çocuk üzerindeki etkisini azalttı. Anne ve çocuk, kapitalist sistemde yeni ekonomik araçlar olarak zamanla özerkleştikleri bir yapıya dahil oldular. Çocuğun disipline edilmesi, yeni sosyoekonomik sisteme adapte olmasını gerektirdiği için okullar ortaya çıktı. Kadınlar sosyal statülerini daha derinden sorgulamaya ve öğrenmeye başladı. Çeşitlenen meslekler ve iş alanları, gelişen teknoloji ve buna bağlı olarak ilerleyen üretim araçları bireyselleşmeyi ve yeni iletişim biçimleri meydana getirdi. Bireyselleşen ve akademik olarak ilerleyen toplum, aynı zamanda entelektüel olarak gelişen, rasyonelleşen, öz-eleştiri yapabilen, hesaplamayı ve zenginliği öne çıkaran bir mekanizma da oluşturdu. Toplumun geçirdiği iktisadi dönüşüm, bu yolla hukuku da etkiledi. Miras, mal paylaşımı ve dağıtımı, cinsiyetler arası resmi denklik, maaş, çalışma saatleri, ifade özgürlüğü, protestolar ve gösteri hakları gibi bir dizi sosyal değişim, meydana gelen bu köklü iktisadi değişimin bir sonucuydu ve dolayısıyla ailenin düzeneği de bunlarla beraber tamamen değişmiş oldu. Monogamik ve modern aile formu böyle oluştu ve şekillendi.
Duygusal ve cinsel yakınlaşmanın tarih boyunca kadın-erkek ikileminde, monogamiyle kurulduğu varsayımı yanlıştır. Örneğin Antik Roma’da eşcinsel evlilikler vardı ancak bu kurum bir tür kültürel-sosyal çatışma ve siyasi baskıdan etkilenerek yok oldu veya cinselliği düzenleme kurumları düşünüldüğünde politeist, paganist, şamanist dinler, yaygın semavi dinler - yani Hristiyanlık, İslam ve Yahudilik, poligamiye bir yasak getirmezler, bu dinler üzerinden düzenlenen hukuki sistemlerde patrilineal poligami (erkeğe birden fazla kadın düşmesi şeklinde) bir aile kurma biçimi(ya da tersi) kabul edilebilir ve norm olabilir ancak mezheplerin dini yorumlama biçimlerinde meydana gelen değişiklikler, zamanla değişen sosyoekonomik koşullar ve özellikle modern dönemde kadınların ataerkil baskılara karşı cinsel ve bedensel kontrolleri için gösterdikleri çabalar,ikincil olmayı reddetmeleri, resmi denklik arayışı, ikiliği kurmayı sağlamış ve kurumda önemli değişimler meydana getirmiştir. Dolayısıyla aile, katı ve sabit bir sosyal kurum, değişmelerden etkilenmeyen aksiyomatik bir olgu değildir.
Evliliğe bakış açısı, evlilik töreninin gerçekleşme biçimi, kullanılan semboller, danslar ya da kostümler, din ve kültürlerin düzenlemesi haricinde, evliliğin beşeri bir kurum olması bakımından diğer ideolojilerden de etkilenir ve onlarla şekillenir. Örneğin Marksizm, anarşizm, feminizm ya da liberalizm, evlilik kurumunun gerçekleşme biçimine, amacına ve işleyişine dair farklı perspektifler benimserler ya da tamamen reddederler. Belirtmek gerekir ki ailenin kapitalist rejimin ayakta kalması için burjuva otorite tarafından üretilen bir orta sınıf kurumu oluşunu, kadını maddi-manevi sömüren ve özerkliğini kısıtlayan ya da faşizmin üretilmesini sağlayan öncü bir mikro-devlet olduğu yönünde geliştirilen eleştiriler ilgi alanımızda değil. Bunlar heteronormatif modern ailenin işlevine karşı öne sürülen eleştiriler ve tezler. Ancak şunu biliyoruz ki insanlar güvende hissetmek için güvenli bir alan inşa etmeye, duygularını paylaşmaya, böylece bir tür bir-aradalık kurmaya ihtiyaç duyarlar. İrdelememiz gereken de bu bir-aradalığın nasıl kurulduğu, resmi bir statü kazandığı ve bu bir-aradalık kurma hakkından herkesin neden eşit şekilde yararlanması gerektiğidir.
Zaman içinde gelişen heteronormatif modern ailenin diğer formları gibi ailenin teşvik edilen, taklit yoluyla kurulan geleneksel bir sosyal tanınma etkinliği olduğunu düşünürsek aslında ailelerin hür iradelerden çok mevcut kültürel teşviklerle ve hatta baskılarla oluşturulduğunu söylememiz yanlış olmaz. Dolayısıyla burada ailenin insanları istismar edecek ve bireysel alanlarını kısıtlayacak şekildeki politik ve sosyal olarak bir araç haline gelmesine itiraz etmek, insanların ailelerini istediği kişiyle kurma hakkını, rıza ve dayanışma yoluyla kurulan ailelerin önemini belirtmek ve evlilik eşitliği talep etmek gerekiyor.
Aile kurma hakkından önce dünyada ve Türkiye’de de eşcinsellerle ilgili kaygı verici, adaletsiz, zorba ve anlayışsız politikalar görüyoruz. Eşcinseller öldürülebiliyor, hapsediliyor, aşağılanıyor ya da bir takım sosyal hakları elinden alınıyor. Bugün Evliliğe Saygı Yasası’nın imzalandığı ABD’de de durum bundan çok farklı değildi. Joseph McCarthy döneminde ilan edilen Lavender Scare politikaları sonucu eşcinsellerin fişlenip işlerinden atıldığı ve ağır sosyal baskılara maruz kalıp intihar ettiği zamanlara tanıklık edildi. Yine çoğunlukla köktendinci hareketlerin ve diğer muhafazakar grupların istismarı ve beden tacizini onarım terapisi adı altında meşrulaştırmalarının ya da Ronald Reagan dönemi üretilen AIDS kırımı karşısında kayıt dışılığın sebep olduğu travma ve stigmaların üzerinden çok zaman geçmedi. Dünyanın her bir tarafında görülen bu tarz politikalar insanların hayatını kararttı ve karartmaya devam ediyor. Eğer bugün Rusya eşcinsellerin ve transseksüellerin eşitlik ve yaşam hakkını hedef alabiliyorsa, Macaristan başbakanı oy toplamak için homofobi siyaseti üretebiliyorsa, Endonezya ya da İran gibi din-temelli ülkeler yanlış konsensüs ve faşist politikalarla, dindar heteroseksüel eril bir tüzel kimlik üzerinden konuşabiliyorsa bunun arkasında insanın varoluşunu küçümseyen ideolojiler ve motivasyonlar bulunmaktadır. Bilgiye erişememek ya da bilginin saklanması, denetlenmesi(obskürantizm) ve patriarkal-totaliter düzenin teşvik ettiği linçler düşünüldüğünde düşmanlaştırma yoluyla bir kimliği insanlıktan çıkarma(dehümanizasyon) veya güç için her yol mubahtır pragmatizmine dayanarak meşrulaştırılan politik onay temelli istismar, dezenformasyonlar, metafiziksel alanın tekele alınması yoluyla dikte edilen dogmalarla kıstırılan ifade özgürlüğü aslında sadece LGBT bireylerin değil, tüm insanlığın haklarını ve onurunu hedef almaktadır.
Kimlikler ve varoluşlar birbirinden bağımsız değildir, yani etnik, cinsel, dini, sosyal ve kültürel farklılıklara rağmen insan zihni bir yapabilirlik taşır ve bu da ancak kişinin özfarkındalığa varmasıyla mümkün olur. Bu yüzden kişinin kimliğine sahip çıkması ve kendi kimliğini inşa etmesi o kişinin hakkıdır. Pete Buttigieg bu konuda düşünmek için iyi bir örnek olabilir. Eşcinsellerin, uygun ve çoğulcu ortam sağlandığında nerelere gelebileceği ya da nasıl işler çıkarabileceğini, (Buttigieg özelinde) insanlığın gelişimini teşvik edebilecek politikacılar olabileceğini, bu yolla halkın yıllarca nasıl büyük bir yanılgıyla hareket ettiğini, fiziksel ve psikolojik istismarı dini inanç veya kültür adı altında nasıl meşrulaştırabileceğinin canlı bir göstergesidir. Örneğin Buttigieg’in politikaları öğrencilerin eğitime daha kolay erişebilmesi, gelir dağıtımının daha adaletli bir şekilde düzenlenmesi, iklim krizine karşı önlemler alınması, eko-merkeziyetçi politikalar üretilmesi, onarıcı adalete geçilmesi, tekno-ilerlemenin teşvik edilmesi gibi bir dizi sosyo-politik ilerici görüşlerden oluşmaktadır. Şunu belirtmekte fayda var ki Buttigieg’i destekleyelim ya da desteklemeyelim, eşcinsel bir politikacının ya da başbakan adayının kendini gizlemeden siyaset sahnesinde etkin bir rolde bulunması ve yeni bir vizyon ortaya koyabilmesi tüm LGBT bireyler için önemlidir.
Bizim ilgilendiğimiz mesele de esasen Buttigieg bu statüye nasıl geldiğidir. Eşcinsel olduğu için değil. Kimliğiyle barışık olduğu, iyi eğitim aldığı, kendini geliştirdiği ve sıkı çalıştığı, nefretten arınmış bir ortama sahip olduğu ve kendi ailesini, evini inşa edecek istikrarlı bir yaşam kurma hakkı elde ettiği için geldi. Bu yüzden Buttigieg, LGBT Amerikanların yaşam olanaklarının arttırılmasını da savunuyor, sosyo-ekonomik koşulların ve erişim alanının genişletilmesinin öneminin farkında. Buna bağlı olarak, evliliğe olan bakış açımız ne olursa olsun, evlilik hakkının eşcinsel haklarının çok önemli bir parçası olduğunu ve bazı eşcinsellerin bunu talep edebileceğini göz önüne almamız gerekiyor. Buttigieg’in eşi Chasten Buttigieg’in medium.com’da eşcinsel bir ebeveyn olma üzerinden yayınladığı deneme bunu kanıtlar niteliktedir. Eşit olanaklara sahip olmanın, eşcinsellerin evlenebilmesinin, sosyal çarka açık dahil olabilme ve vatandaşlık bilincini arttırdığını göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Yazımı aslında LGBT’ler için öz-düşünümselliğin aktivizmde ve politik söylemin geliştirilmesinde ne kadar önemli olduğunu vurgulamak amacıyla yazdım. Yaşadığımız ülkenin baskıcı, geleneksel, sağ popülist ve çoğunlukçu atmosferi düşünüldüğünde bu tür yazıların arşiv için oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle son birkaç yıldır iktidar yanlısı medya organlarının yaydığı kara propagandaları, yoğun manipülasyonları ve hatta bazen açık şekilde saldırı teşvik eden lokal muhafazakar yayınları düşündüğümüzde zor günlerden geçtiğimizi söyleyebiliriz. Anadolu’da doğan bir trans ya da eşcinsel olmak hiçbir zaman kolay bir şey değildi kuşkusuz. Bu yüzden bu aktivizmin bugünkü önemi, çok daha sorunlu ve kısıtlı yaşam koşullarına sahip eşcinselleri ve transları koruyabilmekten gelir. Onların akıl sağlığını ayakta tutabilmek, yaşamaya ve üretmeye teşvik etmek, cesaretlenmelerini sağlamak insanlığa ve ülkeye yapılan da bir katkıdır. Bu yüzden hiçbir haktan taviz vermemek gerekir. Bu yönüyle LGBT hakları toplumsal aydınlanmanın bir parçasıdır ve bu yüzden AKP-MHP’nin ayrımcı, hedef gösterici ve muhafazakar anayasa teklifine karşı ‘‘hayır’’ örgütlenmesi değerli bir çabadır. Hepimizin eşit yaşam koşullarına erişebilmesi için bu bir zorunluluktur. Ayrıca gelecekte, bu tür hedef göstermelerin ve hak engellerinin zamanında Afro-Amerikanlara uygulanan segregasyonist Jim Crow Yasaları gibi utançla anılacağını düşünüyorum.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: yaşam, aile, siyaset, dünyadan