29/01/2024 | Yazar: Sezgin İnceel

Nasıl 1960’larda gey barlarda yaratılan güvenli alanların sınırları varsa, pop müziğin de yapabileceklerinin sınırı var. Dahası her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz ve dünya çok hızlı değişiyor. Örneğin on sene önce söylediğim ve o zamanlar zamanının ilerisinde olduğuna inandığım bazı söylemlerin bugüne uymadığını fark ediyorum. Belki arkamda bıraktığım izlerden bir kısmı da çabuk eskiyecek, güvenli alanların güvenlik görevlilerini geçemeyecek. Ama kendi açtığımız alanları “daha güvenli” ya da “yeterince güvenli” hale getirirken pop müzik yanımızda durup soğuk günlerde içimizi ısıtacaksa ben bu teklifi geri çevirmek istemem.

Pop müzikten güvenli alan olur mu? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

1990’ların başları, İstanbul. 

Çocukluğuma dair birçok anının içinde pop müzik var. Odamda oturup saatlerce bir sonraki haftanın top 10 listesini tahmin etmek için hazırladığım listeler, kendi kendime röportajlar yaptığım hayali ev radyom, saatlerce eşlik ettiğim şarkılar, başında oturup uzun uzun turnemi planladığım dünya atlası… 90’larda çocuk olup da bu müziğin isminin Türkiye’de halk arasında (en azından benim çevremde) Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği’nden Pop Müzik’e evrildiği dönemlerin başlangıcını yaşayabildiğim için çok mutluyum. Pop müzik artık yavaş yavaş hafife alınmaktan çıkıyor, kendi kendine büyük bir endüstri yaratıyor. O dönemde çıkmaya başlayan albümler de bu rekabet ortamından payını alarak gitgide çıtayı yükseltiyor. Gel zaman git zaman içimdeki bu müzik tutkusu beni pop müziğin dışına taşırıyor; hem dinleyici hem de müzisyen olarak farklı yolculukların içinde buluyorum kendimi. Ama 90’larda aklıma giren o şarkılar nereye gitsem kulağımın bir köşesinden hiç eksik olmuyor. Nerede benim gibi o döneme ve müziğe ilgisi olan birisini bulsam bu konuları hararetle konuşma isteğim hiç dinmiyor. Ben 90’ları konuşmaya, hatırladığımız bir hadisenin üzerinden on yıl geçmiş olmasına şaşırmayı yeni yeni öğrendiğim üniversitenin ilk senesi olan 2001’de başlıyorum bile. 

2010’ların sonları, Münih. 

Artık İstanbul’da yaşamıyorum, hayatım Almanya’da. Buraya yerleşeli neredeyse 10 yıl olmuş. Müzik okudum, doktora yaptım, kendi şarkılarımı yazmaya ve yayınlamaya başladım, konserler veriyorum, eğitmenim. Müzik kelimesi hayatımın birçok alanında aktif, ama Türkçe sözlü pop müzik kendi kendime evimde arada dinlediğim bir müzik türünden fazlası değil. Çok sık olmaz burada ama Münih’te Türkçe pop müzik şarkıları çalan bir grubun konserine denk geliyorum. Yanımda da burada doğmuş büyümüş beyaz Alman bir arkadaşım var. Çabuk Olalım Aşkım çalıyor konserde. Dönüp Yıldız Tilbe’nin hikayesini anlatmaya çalışıyorum arkadaşıma. “Şarkıları çok güzeldi, hepimiz çok severdik, ama o Yahudi karşıtı söylemleri hiç olmadı” diyorum. Sonra Sezen Aksu çalıyor, bu sefer ondan bahsediyorum. Pop müziğin Minik Serçe’si olduğunu, ama 2010 yılındaki politik tutumundan sonra çok eleştiri aldığını, birçok insanın ona karşı çok mesafelendiğini ekliyorum. Bunun gibi her şarkıda minik minik anekdotlar anlatıyorum. Anlatıyorum anlatmasına ama bir türlü tatmin olamıyorum. Ne anlatsam arkadaşımın kafasındaki o soyut imajı somutlaştıramıyorum. Söylediğim birçok şey havada kalıyor. Biraz içim buruk eve dönüyorum o akşam. Beynimin bir yerlerinde bu kadar bilgiyi hala saklayabiliyor olmama şaşırıyorum. Ama ne kadar konuşsam da bahsettiklerimin buralarda çok karşılığını bulamıyor oluşunun yarattığı hüzün şaşkınlığımın üstünü örtüyor. Kimliğimin bir yanı buralarda ölmüş ya da baştan hiç doğmamış gibi hissediyorum. Evet, işler üretiyorum, paylaşıyorum ama gösterebileceğim başka marifetlerim de var. Bunun verdiği sıkışıklıkla “Demek ki ben Almanya’da ne yaparsam yapayım, karşıdan resmin tamamı hiçbir zaman gözükmeyecek” diye düşünüyorum. 

Derken 2019’un sonlarında arkadaşım İlker (Hepkaner) bana 90’lar Türkçe pop müzik ile ilgili bir podcast yapma teklifi ile geliyor. Yine Yeni Yeniden 90’lar podcast’ini yapmaya başladığımızda adeta üstümden bir yük kalktığını düşünüyorum. Kafamın içinde ağırlık yapıp tüm gün benimle gezen ama neredeyse hiçbir işe yaramayan bilgiler, nihayet evrende kendilerine bir yer buluyor. İlker’le ben de 90’larda yaşadığımız zorbalıkları ve uğradığımız haksızlıkları içine alarak 90’ların müziğini kendi süzgecimizden süzüyoruz. “Ah ne güzel günlerdi” nostaljisinden bir adım öteye gidip, müziğin fonda sürekli çaldığı ama bu sefer kendimize ait, kurallarını kendimizin koyduğu, daha çok kişiyi kapsadığını düşündüğümüz güvenli bir dijital mecra inşa etmeye çalışıyoruz. Dinleyicilerde de karşılığını buluyor bu ihtiyaç. Dünyanın farklı yerlerinden mesajlar almaya başlıyorum. “Ne kadar çok şey biliyorsunuz”, “Nasıl o bağlantıları kurdunuz?”, “Sayenizde hatırladık” ya da “Bunu da sizden öğrendik” gibi. Çocukluğumdan beri çok severek dinlediğim Power FM’den ödül kazandığımız gün annem bana “Sen o şarkılara çok emek verdin, hiç şaşırtmıyor bu başarı beni” diyor. Gururlanıyorum. Kendimi bildim bileli müzik benim evim. Pop müzik ise içinde kendimi güvende hissettiğim odalardan bir tanesi. Yani pop müzik benim güvenli alanım… mı acaba? (Özkan Uğur’a selam olsun).  

Merriam Webster sözlüğü güvenli alan (safe space) terimini, önyargı, çatışma, eleştiri veya potansiyel olarak tehdit edici eylem, fikir veya konuşmalardan arındırılmış olması amaçlanan bir yer olarak tanımlıyor. Terimin ilk kez sosyal psikoloji ve yönetim kuramının kurucusu Kurt Lewin tarafından kullanıldığı düşünülüyor. Kendisi Nazi Almanya’sından kaçmış bir Yahudi. Bir tekstil şirketindeki çalışanların görüşlerini toplayıp değerlendirmeler yaparken, çalışanların kendilerini yeterince güvende hissederlerse (örneğin kovulmayacaklarını bilmek gibi) daha rahatça konuşabildiklerini fark etmesi üzerine bu kavramı geliştiriyor. Sonrasında psikologlar da güvenli alan prensibiyle çalıştıklarında danışanların yeni fikirlere daha açık olduklarını fark ediyorlar.  

Queer ve feminizm hareketlerde ise bu terimin izlerini 1960’lardan itibaren sürebiliyoruz. Moira Kenney’in Mapping GAY LA kitabında bahsettiğine göre LGBTİ+ olmanın yasal olarak da suç teşkil edildiği dönemlerde bu kavram gey barlarda kullanılıyor. Yani güvenlik kavramı öncelikle fiziksel sınırları ima ediyor. Yine de tabii ki polislerin gelip barı basması ya da bir saldırının gerçekleşmesi gibi dış faktörler sebebiyle bu alanın yüzde yüz güvenliğinden söz etmek mümkün olmuyor. Terim feministler tarafından kullanılırken patriarkanın olmadığı hem fiziksel hem zihinsel alanları temsil ediyor. Kavram günümüzde de bu iki odayı kapsayacak şekilde birçok farklı pratikte kullanılıyor. 

Peki gerçekten kusursuz bir güvenli alan mümkün mü? Wesleyan Üniversitesi'nin rektörü ve Safe Enough Spaces: A Pragmatist’s Approach to Inclusion, Free Speech, and Political Correctness on College Campuses (Yeterince Güvenli Alanlar: Üniversite Kampüslerinde Kapsayıcılık, İfade Özgürlüğü ve Siyasi Doğruculuğa Pragmatist Yaklaşım) kitabının yazarı, Michael S. Roth, The New York Times için kaleme aldığı yazıda güvenli alan kavramının günümüzde üniversiteler için anlamını tartışıyor ve sonuç olarak yüzde yüz güvenli alanların olamayacağı ama (başka yerlere göre) “daha güvenli” ya da “yeteri kadar güvenli” alanların olabileceği sonucuna varıyor. Benzer bir şekilde Malcolm Harris de yazısını terimin ütopik olduğu yani gerçekte aslında var olamayacağı üzerine kuruyor. Güvenli alanların kesinlikle kusursuz bir şekilde var olamayacağına dair sebeplerden biri olarak insanlar arasındaki kaçınılmaz güç ilişkilerini sebep gösteriyor. Yine de daha güvenli alanlar yaratmanın denemeye değer olacağını “Eşitsiz bir güç ilişkisinin yeniden üretimini içermeyen iki kişilik bir oda yaratmanın neredeyse hiçbir yolu yoktur, ancak tek başınıza politika yapmanın da bir yolu yoktur” diyerek savunuyor. Bunun üzerine pop müziğin hangi açıları ile bize kendimizi en çok güvende hissettirdiğini ve hangi açıları ile güvenli alanlarımızı sınırladığını düşünüyorum. 

Pop müziğin açtığı alanlar: 

·       Şarkılar: Dans edebildiğimiz, acı çekerken sığındığımız, partilerde, mekanlarda bizi başkalarıyla tanıştıran sevdiğimiz her şarkı güvenli alanımız olmaya aday. Ama alt kategorilere ayırmak istersek iki önemli gruptan bahsedebiliriz:

-Politik şarkılar: Özellikle özgürlük, eşitlik, adalet adına söylenmiş samimi her şarkı. 

-Güçlendirici şarkılar: Dinledikten sonra güçlendiğimizi hissettiğimiz, eksikliklerimiz değil kaynaklarımız odaklı düşünmeyi (Empowerment) bize hatırlatan şarkılar. 

·       İfade alanları: Yine Yeni Yeniden 90’lar’ı yaparken beni en çok özgürleştiren şey beğenilerimi, sevdiğim-sevmediğim işleri kendimi baskı altında hissetmeden konuşabilmeye başlamam oldu. “Bunu sevdiğimi söylersem o bana ne diyecek?” kaygılarını bir yere bıraktığım zaman, insanların kaliteli ya da kalitesiz olarak algıladıkları ama benim dinlemekten keyif aldığım her müzik eserinin benim kişiliğimin bir parçasını yansıttığını, ancak bu şekilde kendime üç boyutlu bakabildiğimi fark ettim. Ben bu kaygımı attıkça dinleyicilerden de benzer yorumlar aldım ve bir kez daha konuşmaktan çekindiğimiz ama bizi birbirimize bağlayan birçok konu olduğunu gördüm. 

·       Sanatçıyla kurulan bağ üzerinden yaratılan alanlar: Sevdiğimiz sanatçıların popülerliklerini kullanarak insan hakları ve adalet ile ilgili yaptıkları çalışmalar ve bunlar üzerinden benim onlarla kurduğumuz bağlar. 

·       Fiziksel alanlar: Toplulukları bir araya getiren konserler, festivaller, etkinlikler. 

·       Akıl-ruh sağlığı: Kresovich’ın 2020’de yürüttüğü bilimsel çalışma üniversite öğrencilerinin müziği kendi ruh sağlığı sorunlarıyla başa çıkmak için kullandıklarını bildirdiklerini ortaya koymuş. Akıl sağlığı konusunda özgürleşebilmek şüphesiz queer hareketin de önemli bir parçası.

Pop müziğin kısıtladığı güvenli alanlar:  

·       Söylemlerin kısıtladığı alanlar: Sevdiğimiz sanatçıların sevmediğimiz söylemleri. Örneğin homo-transfobik, ırkçı, sağlamcı vb. söylemler yayan pop sanatçıları.

·       Şarkıların kısıtladığı alanlar: Ayrımcı (homo-transfobik, ırkçı, sağlamcı vb.) söylemleri şarkı sözleri veya müzik videolarına taşıyanlar. (Bu konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgilenmek isteyenler için Yine Yeni Yeniden’in bazı bölümleri, Mental Klitoris podcast ile ortaklaşa yaptığımız iki bölüm ve İlker Hepkaner ile benim ViraVerita dergisi için yazdığımız bir akademik makale mevcut.) 

·       Müdahele edilen alanlar: Ahlak bekçiliği yaparak var olan güvenli alanları güvensiz hale getiren hareketler. Örneğin LGBTİ+ ile ilgili olumlu söylemler üreten ya da kadına karşı şiddete ses çıkaran sanatçıların konserlerinin iptal edilmesi.

·       Fiziksel alanlar: Müziği sevmemize rağmen kendimizi güvende hissedemediğimiz etkinlikler, konserler. Bazen sanatçının kendisi, bazen organizasyon, bazense diğer dinleyiciler tarafından maruz kaldığımız rahatsız edici durumlar. 

Bu listeleri yaşadığımız deneyimler üzerinden uzatıp kısaltabiliriz. Ama hepsinin buluştuğu kavşakta cevaplamamız gereken önemli bir soru var. Pop üzerinden sağladığımız güvenli alanlarımız kusursuz olamasa bile dışarıya göre nispeten daha güvenli bir hale getirebilmek için dinleyici boyutunda neler yapabiliriz? 

-        Şarkıları ve/veya duruşu ile doğru bulmadığımız söylemler üreten sanatçıları desteklememe. 

-        Güvenli alan sunan sanatçıları daha çok destekleme: Bu kişiler veya eserleri ana akımda kendilerine çok yer bulamıyorlarsa sosyal medyada görünürlüklerini arttırabiliriz, ya da kendilerini değerli hissetmelerini sağlayacak bir beğeniyi, yorumu çok görmeyebiliriz. 

-        Hafıza ve kayıt altına alma: Güvenli alanlarımızı tehdit eden sanatçıları, kişileri, söylemleri unutmamak. Belki de arşivcilik, kayıt altına almak, yeri geldiğinde hesap sorabilmek ya da en azından bir özür talep etmek yaşadığımız rahatsızlıkların ağırlığını biraz hafifletebilir. 

Bu yazıya başlarken amacım pop müziğin nasıl evim ve güvenli alanım olduğunu anlatmaktı. Hatta biraz kimlik ve ait olma konularını pop müzik üzerinden irdelemekti. Ama yazarken fark ettim ki, nasıl 1960’larda gey barlarda yaratılan güvenli alanların sınırları varsa, pop müziğin de yapabileceklerinin sınırı var. Dahası her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz ve dünya çok hızlı değişiyor. Örneğin on sene önce söylediğim ve o zamanlar zamanının ilerisinde olduğuna inandığım bazı söylemlerin bugüne uymadığını fark ediyorum. Belki arkamda bıraktığım izlerden bir kısmı da çabuk eskiyecek, güvenli alanların güvenlik görevlilerini geçemeyecek. Ama kendi açtığımız alanları “daha güvenli” ya da “yeterince güvenli” hale getirirken pop müzik yanımızda durup soğuk günlerde içimizi ısıtacaksa ben bu teklifi geri çevirmek istemem.

Referanslar

Definition of SAFE SPACE. (2019). Merriam-Webster.com. https://www.merriam-webster.com/dictionary/safe%20space

Harris, M. (2015, November 12). What’s a “safe space”? A look at the phrase’s 50-year history. Splinter. https://splinternews.com/what-s-a-safe-space-a-look-at-the-phrases-50-year-hi-1793852786 

Kresovich, A. (2020). The Influence of Pop Songs Referencing Anxiety, Depression, and Suicidal Ideation on College Students’ Mental Health Empathy, Stigma, and Behavioral Intentions. Health Communication, 37(5), 1–11. https://doi.org/10.1080/10410236.2020.1859724

Roth, M. S. (2019, August 29). Opinion | Don’t Dismiss “Safe Spaces.” The New York Times. https://www.nytimes.com/2019/08/29/opinion/safe-spaces-campus.html

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Popüler Kültür dosya konulu 192. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam