03/02/2025 | Yazar: Aylime Aslı Demir
Özlem Güçlü ve İpek Şahinler, “oyunbozanlık”, akademik yazı, alıntılama etiği, çeviri ve “Communitas” kavramlarını queer-feminist bir perspektifle tartıştı.

Faith Ringgold, The Sunflower Quilting Bee at Arles, 1996
30 Ocak Perşembe akşamı Queer Akademi Ağı’nın yedinci buluşması, “Akademik Yazıda Queer Feminist Oyunbozanlık ve Communitas” başlığıyla gerçekleşti. Özlem Güçlü’nün konuşmacı olduğu bu buluşmanın moderatörlüğünü İpek Şahinler üstlendi.
Akademik üretim süreçlerine dair norm ve tahakküm biçimlerinin sorgulandığı bu buluşmada; queer-feminist bir dayanışma, alıntılama etiği, komünitas ve “oyunbozanlık” üzerinden nasıl alternatifler yaratılabileceği ele aldı.
“Oyunbozanlık” Nedir, Nereden Geliyor?
Konuşmanın odağında, Sara Ahmed’in “feminist killjoy” (oyunbozan feminist) kavramı yer aldı. Özlem Güçlü, Ahmed’in bu figürü yalnızca bir düşünce aracı olarak değil, gündelik hayatta, aile sofralarında ya da arkadaş toplantılarında cinsiyetçi, homofobik veya transfobik söylemlere “hayır” diyebilen; keyif kaçırma pahasına doğru bildiğini savunan ve -muhtemelen pek çoğumuzun sıklıkla deneyimlediği- bir eylem olarak tanımladığını dile getirdi.
Güçlü, “Feminizm, sadece kimlik beyanı değildir; nasıl yaşadığımız, yazıya ve birbirimize nasıl sorumlulukla yaklaştığımızla ilgilidir,” diyerek Sara Ahmed’in, feminizmi ‘yaparak ve yaşayarak’ kurduğunu belirtti. Bu yaklaşımın, hem akademide yerleşik teamüllere hem de gündelik yaşamın konforlu ama dışlayıcı pratiklerine “taş koyan” bir direniş olduğunu ekledi.
Akademik Yazıda “Communitas” ve Yoldaşlık
Etkinliğin bir diğer başlığı, “communitas” kavramıydı. Güçlü, Aksu Bora’nın Edith Turner’dan mülhem aktardığı “communitas” kavramının “birlikte yapma” fiilinden doğduğunu aktardı. İpek Şahinler ise, sözcüğün Latince kökeni “communis”e ve etimolojik olarak iki unsurdan oluştuğuna dikkat çekti. Buna göre; “com” ön eki “birlikte, beraber” anlamını taşırken, “munis” kısmı ise “yapmak, etmek, eylemek” köküne dayanmaktadır. Böylece “communitas” kelimesi, “beraberce eylemek” ya da “birlikte yapmak” fikrini içerir. Bu anlam, kavramın soyut bir “topluluk” ifadesinin ötesine geçerek, ilişki ve birlikte harekete vurgu yapan bir “yoldaşlık” veya “dayanışma” halini yansıttığını göstermektedir.
Bu kavramla akademiyi birlikte düşünmeye çağıran Güçlü, deprem, pandemi, sürekli artan nefret söylemleri ve kayıplar içinde “akademik yazmaya devam etmenin, ders vermenin” zaman zaman anlamsız görünebileceğini ancak tam da bu kriz anlarında birbirimize “destek ve nefes alanları açmaya” ihtiyacımız olduğunu belirtti.
Takiben, “communitas” vurgusu, bu destek mekanizmalarını çoğaltma arayışıyla birleşebilir mi sorusu tartışıldı. Akademik yazıyı, salt makale üretmenin ötesinde, “birbirini destekleme, dayanışma ve cesaret verme” alanı olarak tasarlamak mümkün mü? Güçlü, “birbirinin sırtını kollayan, birbirine alan açan” yoldaşlık prensibiyle, akademik dünyanın dışlayıcı normları yerine birlikte güçlenmeyi önemsediğini dile getirdi.
Alıntılama Etiği: “Kimseyi Geride Bırakmamak”
Konuşmada, akademik alıntılama politikalarının iktidar ve tahakkümle ilişkisi de önemli bir yer tuttu. Güçlü, Sara Ahmed’in “Feminist Bir Yaşam Sürmek” ve “Oyunbozan Feministin El Kitabı” gibi eserlerinde, “kimlerin alıntılanıp kimlerin görmezden gelindiğine” dair önemli tespitlerinin olduğunu dile getirdi, Ahmed’in tespitleri şöyle;
Kaynak Seçiminde Ayrımcılık: Genelde “erkek-egemen kanon”un baskın olduğu akademide, kadın+ ve LGBTİ+ yazarların çoğu zaman “küçük puntolara” itildiği, görmezden gelindiği veya yalnızca “kadın çalışmaları” gibi dar alanlara hapsedildiği hatırlatıldı.
“Kaybetmek” ve “Kendine Mal Etmek”: Konuşmacılar, intihal veya “görmezden gelme” biçimlerini bir tür “kaybetme” stratejisi olarak nitelendirdi. Yazarların yaratıcılığı, özellikle “tanınmayan” veya “küçük” isimler söz konusu olduğunda kolaylıkla gasp edilebiliyor. Bu durum, queer-feminist etikle temelden çelişiyor. Etik bir alıntılama pratiği ise aksine queer & feminist bir bellek çalışmasını mümkün kılabiliyor. Bunun yanında, queer-feminist akademik yayınlar tasarlanırken açık çağrıya çıkmanın ve eşitlikçi davranmanın önemine de vurgu yapıldı.
Türkçeye çevrilmemiş kaynaklar, İngilizce bilmeyenler için ciddi bir eşitsizlik yaratıyor. Öte yandan, Türkçede üretilmiş pek çok çalışmanın İngilizceye aktarılmaması da bilgi dolaşımını sınırlıyor ve Türkçe üretilen metinlerin de İngilizce yazılan makalelerde sıklıkla referans verilmeden kullanıldığına tanıklık edilebiliyor.
Çevirinin de politik bir sorumluluk olduğunun altını çizen katılımcılar; sadece “kimlik politikaları” açısından değil, bilginin paylaşımı ve kolektif güçlenme açısından da çevirmen emeğinin değer görmesi gerektiğini belirttiler.
“Bir Ders Böyle Olmaz!”: Normu Bozan Ders Programları
Konuşmada, akademik ders programları da mercek altına alındı. Örneğin, Rebecca Harrison’ın “Dünya Film Tarihi” dersini bütünüyle kadın yönetmenlere ve beyaz olmayan yönetmenlere ayırma girişimine yönelik kurullardan, meslektaşlardan tepki gördüğü; “ilgi çekmeye çalışan bir şov” yapmakla suçlandığı ancak öğrencilerden çok olumlu geri bildirim aldığı aktarıldı.
Bu örnek, “Böyle ders verilmez!” şeklindeki yerleşik kurallara “oyunbozan” bir karşı duruş olarak okundu. Özlem Güçlü, benzer şekilde kendi derslerinde deprem veya pandemi gibi travmatik süreçlerde “toplumu bir arada tutacak, hayatı yeniden düşünmeye zorlayan” kısa filmler, belgeseller, blog yazıları ve belki akademik normların dışında kabul edilen içerikleri dâhil ederek yeni imkânlar yarattığını paylaştı.
Öğretim ve öğrenme pratiklerinin de “yaparak ve bozarak” değişime uğrayabileceğini dile getiren İpek Şahinler, “Final projesini bir fanzin olarak tasarlamak, dijital sergi yapmak ya da podcast hazırlamak” gibi örneklerle, öğrencilerin sadece yazılı ödev değil çok yönlü yaratıcı çalışmalarla da konuyu işleyebileceğini anlattı. Bu çeşitliliğin, “akademik olan” ile “hayatın, sokağın gerçekliği” arasındaki mesafeyi daraltarak, queer/feminist üretimin daha kapsayıcı bir şekilde işlenmesine olanak tanıyabileceği dile getirildi.
“Birbirine Battaniye Örtmek”: Sorumluluk ve Şefkat
Güçlü, konuşmanın sonunda communitası bir sözleşmeyle yahut bir yasayla değil de birbirine karşı sorumlulukta gördüğünü dile getirip Aksu Bora’nın Hatt-ı Müdafa Yoktur metninde karşısına çıkan bir metafora dikkat çekti: “Gece üşüyen birinin üstüne battaniye örtmek.” Bu jest, kimliği, konumu ne olursa olsun, bir başkasına karşı duyulan şefkatin ve sorumluluğun eylemli hâli mi olabilir mi?
“Birbirini kollayan, güvende hissettiren ve kendini özgürce ifade etmeyi sağlayan” bir queer-feminist akademinin kurduğumuz bu alanlarda nasıl mümkün olabileceğini dile getirerek sözlerini noktaladı.
*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: yaşam, eğitim, özel haber, araştırma, inceleme, yorum