29/09/2009 | Yazar: Cenk Özbay

Zeki Müren fırtınasının sonu yok! Belli ki herkesin kendine göre Müren’i anası, hatırlatası gelmiş. Elbette herkesin hatırlama biçimi, Müren denince aklına getirdikleri farklı.

Zeki Müren fırtınasının sonu yok! Belli ki herkesin kendine göre Müren’i anası, hatırlatası gelmiş. Elbette herkesin hatırlama biçimi, Müren denince aklına getirdikleri farklı. Herkes meşrebince, dilinin döndüğü, aklının aldığınca, kaybedişimizin 13. yılında yeniden sahipleniyor onu. Muhtelif suretli, çok çeşitli edalı, değişken ruh halli olduğundan da hatırlayan, yazan kadar Müren imgesi çıkıyor ortaya. Tam ona yaraşır bir çeşitlilik, renklilik, farklılık, zenginlik. Tabii tüm bu uğraş boş yere değil. En yakın Müren takipçilerinin bile dudaklarını uçuklatacak iki sürpriz CD yayınlandı geçtiğimiz haftalarda: Odeon’dan, yılı belirsiz ama canlı kaydedilmiş bir gazino galası, Lunapark Konseri ve Universal’den albümlere girmemiş Müren şarkıları, Saklı Kayıtlar. Şüphe yok ki, ikincinin de değeri ayrı ama birinci albüm başlı başına bir hadise. Çünkü milyonlara Müren’in TRT arşivindeki en radikalinden bile olsa kontrollü performansından, hitabından, ‘resmi’ versiyonundan başka, girilebilecek, olabilecek en mahrem halini, gazino sahnesini, ‘gayriresmi’ biçimini sunuyor. Şimdi, kabaca 50’lerin ikinci yarısından 1980’e kadar olan sürede yetişkin olup onun tabiriyle şanslı ‘elit zümre’ye dâhil olamayan, onu sahnede bakışları, jestleri, kostümleri ile birlikte bir bütün olarak dinleyememiş bizler de gazino ve Zeki Müren yan yana geldiğinde ortaya çıkan iki yönlü elektrik hakkında, yarım yamalak da olsa, bir fikir sahibi olabileceğiz. Bir mucize olsa da, bir de DVD’si olabilse, keşke...








Zeki Müren,
24 Eylül 1996’da aramızdan
ayrılmıştı.

 



Bursa’dan İstanbul’a gelip 1951’de Şükrü Tunar’ın bestesi Bir Muhabbet Kuşu’nu taş plağa okuyarak başlayan Müren’in profesyonel müzik hayatı, 1991’de Sezen Aksu bestesi Sorma ile noktalandı. Modern Türkiye’nin en medyatik ölümlerinden birinde, uzun yılların ısrarına direndikten sonra ilk defa çıktığı kameralar karşısında, kadim dostu ve sahne ortağı Ajda Pekkan’ın yanında hayata veda etti. Ondan geriye, böyle sürpriz katkılarla hâlâ zenginleşen, yüzlerce şarkılık bir mirasın yanında yakın tarihimizin en tuhaf gerçekliklerinden, yakından bakıldıkça daha da tuhaflaşıp kuralları, adetleri, aktörleri ve seyircileri ile adeta bir toplu delilik ritüeline dönüşen gazino kültürüne attığı ayrıksı imza kaldı. Kendinden önce sahneye çıkan alt kadrosunu despotça taktiklerle yönetmesinden saz heyetini kostüme bağlamaya, bütün diğer yorumcular standart yevmiye ile çalıştırılırken onun bir istisna teşkil etmesinden T sahneyi ilk kez uygulatmasına, Cumhurbaşkanının karşısına mini etekle çıkmaktan çekinmemesinden piri diyebileceğimiz Müzeyyen Senar’ın okuduğu mayaları casus tutup öğrenmesine pek çok ‘renkli’ konudan bahsedilebilir bu imzadan söz açıldığında. Ancak sık sık yeniden anlatılan bu hikâyelerin hiçbirisi, Zeki Müren’in Türkiye’nin tek büyük erkek assolisti ile ilk ve en çok sevilen travesti (kimine göre ‘drag’) şarkıcısı olduğunun, genel anlamıyla kamusal alanda, özel olarak da müzik dünyasında heteroseksüel normları alaşağı ettiği, ‘böyle de paşa olunurmuş’ dedirttiği hakikatinin önüne geçemez. 

Cinsiyet devrimi
Herkesin bildiği üzere, Müren bugün anladığımız anlamıyla ‘açık’ bir gey değildi. Aksine, örneğin Bülent Ersoy ile erkeklik yarıştırırken, askerlik yaptığı ve kendisinden hamile kalan 5-10 ‘hanım’ sayabileceği iddiasını hatırlayanlar vardır. Sorarsanız, heteroseksüeldi. Onunki, sözden ziyade icra ve oyun ile karakteristikleşen, ağzıyla başka şey söyleyip gözüyle başka şey ima ettiği için de ezberlenmiş, sağlama bağlanmış cinsiyet ve cinsellik ikiliklerini ‘bozan’, istikrarsızlaştıran bir haldi. Ona bakan adam ve kadınların ilk anda, samimi bir şok veya müstehzi bir gülüşten bile önce, onu garipsedikleri, kendilerini ve başkalarını bir kere daha gözden geçirdikleri mutlak. İçinde yaşadığı ülkenin toplumsal yapısını anlamış, bilip de susmayı, gördüğünü görmemeyi öğreten ikircikli ruh halini çözmüş, kendi gelgitli dünyasına uydurmuş, hem şaşırtıp hem saygı görmeyi başarmıştı. Cinsellik ve cinsiyet ‘devrim’leri şöyle dursun, bugün İzmir Fuarı’nda arabası omuzlarda taşınacak, havaalanında karşılamaya yüzlerce hayranını toplayacak, sırf program yapmaya ‘suyun öte yanı’na, Aksaray’a geçti diye bütün bir semti hop oturtup hop kaldıracak bir starı tahayyül etmemiz bile imkânsız. Gösterdiği ve sakladığı, sunduğu ve içine attığı, göze aldığı ve umursamadığı kadarıyla Zeki Müren yaşarken ölümsüzleşmiş, etkisi baki bir şarkıcıydı.
Ve bu iki yeni albümün de bir kez daha hatırlattığı gibi, Müren, tüm bu müzik harici etkinliğinin, anlamının gölgesinde kalamayacak kadar iyi bir şarkıcıydı. Lalettayin yapılmış kayıtlarındaki lezzet bile bunun en açık ispatı. 65 dakikalık canlı kayıtta görüldüğü gibi icra, bugünün pop şarkıcıları gibi baştan sona yekpare solistin sırtında olmasa, araya giren koro ile Müren sesini dinlendirebilse de bir ay, iki ay, kimi zaman ‘yoğun ilgi üzerine’ uzatılan programlarda daha da uzun süre, her gece şarkı söylemek ciddi bir kondüsyon ve usta işi bir teknik gerektiriyor. Tepeden tırnağa şarkıcı Müren ise stüdyo kayıtlarından daha hızlı, bazı yerlerde ‘koşarak’ söylediği eserlerde bile ritmi ve notayı kaçırmıyor, nefesini kontrol altında tutuyor ve bütün sözcükleri özenle, en doğru şekilde telaffuz ederken, assolistlerin şanından sayılan ses oyunlarıyla alkışları topluyor. Bu iki yeni albüm, Müren hayranları için kaçırılmayacak hazine, ancak onlardan daha fazlası, tüm Türkiyeli müzikseverler için de az bulunur bir şans.

Lunapark Konseri/ Zeki Müren/ Odeon
Saklı Kayıtlar 1952-1984/ Zeki Müren/ Universal
 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam