07/07/2020 | Yazar: Serdar Soydan

Herkes Refik Bey’in Refik Beyliğini kabul etmişken ve anlatıcı, herkesin Refik Bey’in Refik Beyliğini kabul ettiğini söylerken, aynı anlatıcı Refik Bey’e metin boyunca Refika Hanımefendi diyor.

Refi - Refik - Refika Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Refi Cevat Ulunay

Refi’den başlayalım. Refi Cevat Ulunay bugün adı neredeyse unutulmuş yazarlardan biri. 1890 doğumlu. Yirmisine girmeden matbuata girmiş. Gazeteler çıkarmış, dergilerde öyküler, tefrikalar, fıkralar yazmış. Sonrasında politik olarak yanlış tarafa düşmüş. Önce İttihat ve Terakki, sonra Cumhuriyet hükümeti tarafından sürgüne gönderilmiş. Bu ikinci sürgün özellikle, hakkında oldukça yazılıp çizilmiş bir olay. 150’liklerden bahsedildiğini duymuşsunuzdur belki. Kurtuluş Savaşı sonrası düşman işbirlikçileri olarak görülen ve ülkeden gönderilen hepsi üst düzey memur, bürokratlardan oluşan bir liste bu. İşte Refi Cevat da bu listede yer almış ve dile kolay, tam on beş sene ülkesinden uzak yaşamış.

1938 yılında çıkan afla yurda dönüp yazmaya kaldığı yerden devam etmiş. 1968 yılında ölene kadar Tan, Yeni Sabah ve Milliyet gazetelerinde köşe yazarlığını sürdürdüğü gibi romanlar tefrika etmiş, bastırmış.

Köle, Refi Cevat Ulunay’ın Türkiye’ye döndükten kısa süre sonra Yeni Sabah gazetesinde tefrika ettirdiği (Haziran-Eylül 1941) romanı. Roman kısa süre sonra Semih Lütfi Kitabevi tarafından kitap halinde de basılmış. Köle oldukça dağınık bir kurguya sahip olmakla beraber, yine bu dağınıklık sebebi ile pek çok farklı okumayı olanaklı kılıyor. Gündelik hayattan dönemin sanat akımlarına, matbuat aleminden Osmanlı aristokrasisine kadar sayısız konuda ilginç anekdotlarla -tabiri caizse- tıka basa doldurmuş eserini Ulunay.

Fakirleşmekte olan bir ailenin hikayesini anlatıyor Köle. Nadire Hanım, oğlu Fazıl’ı zengin Dilfikar Hanım’la evlendirmek istiyor. Bu evliliğe karşı olan Fazıl ise, bir süre sonra aile fertlerinin ısrarına dayanamayarak bir ‘köle’ gibi kendisinden istenileni yapıyor. Aşağıdaki parça, Fazıl ile Dilfikar’ın nişan törenlerine katılan davetlileri anlatan bölümden.

“Davetlilerin arasında Mısır’ın zenginlerinden Saklavî Paşa’nın karısı Refika Hanımefendi vardı ki, konuşanları cinsiyeti hakkında şüpheye düşürüyordu, İngiltere kraliçelerinden meşhur Elizabeth’e ‘fistanlı erkek’ diyen tarih Refika Hanım’a verecek unvan bulamazdı. Cüsse itibarıyla iri bir erkekten farkı olmayan bu ‘cinsi la­tif’ saçlarını erkekler gibi kestiriyor, yakalık ve boyunbağı takı­yor, sırtına smokine benzeyen bir ceket giyiyordu. Kadın olduğu ancak pantolon yerine bacağına geçirdiği kısa bir eteklikten anlaşılıyordu. Prens dö Gal biçiminde bağladığı boyunbağının üzerine siyah bir inci iliştirmişti ve kol saatini bir hafiflik gibi te­lakki eylediği için yeleğini ince kordonlu bir cep saati ile süs­lemişti.

Siyah smokinin kollarından ipek gömleğinin ufak pırlanta düğ­meli kollukları görülüyor, sol elinin serçe parmağında geniş bir altın halkaya gömülmüş, zümrüt bir yüzükten başka mücevherat namına bir şey taşımıyordu.

Bütün tanıdıkları Refika Hanımefendi’yi aralarında ‘Refik Bey’ diye çağırırlardı.

Mısır’a gittiği zaman Kahire’deki muhteşem evinde oturmaz, her gün ata binmek,  silah atmak ve istediği gibi avlanmak için çift­liğinde yaşardı.

Yazları Çamlıca’da bir Ermeni zengininden satın aldığı koca­man malikânede yalnız başına oturuyordu. Mevkiin tenhalığı, kendisinin zenginliği bir defa köşke hırsızları celp etmiş, Refi­ka Hanımefendi koruculara haber vermeye lüzum görmeden tü­feğini almış, hırsızlardan birini yaralayarak kaçırmış, diğerini de kıskıvrak yakalamıştı. Hırsızın korkudan hanımefendinin ayak­larına kapanarak ‘Aman paşam.  Merhamet et. Kıyma bana bir cahillik ettim!’ diye yalvarması üzerine hırsızı polise teslim etmemiş ve ihtiyaç yüzünden hırsızlık ettiğine kanaat getirince ‘Ulan!’ demiş. ‘Mademki hırsızlığı açlıktan yaptın, seni yanı­ma alacağım… Gözü pek bir adama benziyorsun. Fakat dikkat et, ufacık bir kaypaklığını görürsem alnının ortasına kurşunu yersin!’

Bunu söyledikten sonra nişancılıktaki maharetini göstermek için hırsızın eline sigara paketini vererek karşısına dikmiş ve yir­mi adımdan tabanca ile paketi vurmuştu.” (s. 116 – 117)[1]

Böylece Refi’den sonra Refik ve Refika’yı da tanıyoruz.

Metinde, bütün tanıdıklarının Refika Hanımefendi’yi Refik Bey diye çağırıyor olmalarından bahsediliyor. Yani önceki örneklerden farklı olarak Refik karakterinin transseksüelliği toplumsal kabul görmüş durumda. Tabii burada şöyle bir soruyu sormadan edemiyor insan. Bütün tanıdıkları Refik Bey diyor da, Refi Cevat Ulunay’ın pek sevgili anlatıcısı niçin halen ‘Refika Hanımefendi’ diye hitap ediyor karakterine?

Büyük bir tezat bu. Dikkate değer bir çelişki.

Herkes Refik Bey’in Refik Beyliğini kabul etmişken ve anlatıcı, herkesin Refik Bey’in Refik Beyliğini kabul ettiğini söylerken, aynı anlatıcı Refik Bey’e metin boyunca Refika Hanımefendi diyor. Bu da gösteriyor ki, transfobi bazen metnin içinde değil de anlatısal bazı ayrıntılarda yer alabilir. Metnin iç-gerçekliğinde transseksüel bireyleri dışlayan, horlayan hiçbir söylem olmasa da metnin dili, yapısı yahut anlatısal bazı özellikleri transfobiyi ele veriyor.

Metnin devamında Refik Bey’in kocası ile olan ilişkisinden de bahsediliyor. Koca kocanın arasında konuşulmamış bir anlaşma var tam anlamıyla.

“Kocası Saklavî Paşa, kaderin kendisine oynadığı bu azizliği is­tediği gibi düzeltti. Karaciğerinin tedaviye muhtaç olduğunu ba­hane ederek Avrupa’nın Vişi, Dovil, Evyan gibi eğlence şehirlerinde vakit geçiriyor, bacağından at pantolonunu, ayağından çizmelerini çıkartmayan karısının yerine ipeklere bürünen nefis kadınlarla yaşıyordu.

Refika Hanımefendi kocasının bu uzun ortadan kayboluşlarının yalnız ka­raciğer tedavisinden dolayı olmadığını biliyordu. Senenin belirli mevsimlerinde buluştukları zaman işlerine ait meselelerden başka bir şey konuşmuyordu. Servetin idaresi tamamen hanım­efendinin elinde idi. Saklavî Paşa kazancını biraz arttırmak is­terse Vişi’de kumardan azıcık sarsıldığını ileri sürer, bir iki bin İngiliz lirası daha fazladan koparırdı.” (s.117 – 118)

Yine bir bit yeniği… Anlatının genellikle Fazıl’ın gözünden yazılmış olduğu ve Fazıl’ın Dilfikar ve çevresindeki sosyetiklerden, onların ahlakları ve yaşam biçimlerinden tiksindiği, kendisini onların arasında bir köle olarak gördüğü düşünüldüğünde, Refik Bey ve kocası arasındaki bu adı konmamış anlaşmanın, dahası Refik Bey’in kabul gören, dert edilmeyen erkekliğinin aristokrasinin yozlaşmışlığını vurgulamak adını mı konmuş olabileceği sorusu takılabilir aklımıza. Tüm bu temsil transfobik bir yerden mi sunulmaktadır. Ancak bu ihtimali destekleyen belirgin bir ayrıntı yok metinde. Sadece herkesin Refik Bey dediği karaktere az önce de belirttiğim gibi Refika Hanım demekte ısrar etmesi anlatıcının.  

Değinilmesi gereken üçüncü noktaysa şu. Önceki örneklerdeki trans erkeklere benzer bir biçimde (Dürdane Hanım’daki Acem Ali Bey yahut “Eleğimsağma”nın başkarakteri) Refik Bey de ‘en erkek erkek’ olarak tanımlanmış. Atıcılığı, gücü, davranışları, kılığı genel geçer ‘ideal erkek’, ‘alfa erkek’ kodlarına sahip. Odaya girişini betimlerken bile sesinin güçlülüğünden dem vuruyor yazar.

“Refika Hanımefendi salona girer girmez, Nadire Hanım’a hita­ben camları zıngırdatan bir sesle gürledi.

‘Aşk olsun Nadir! Artık yüz yüze gelmemiz böyle büyük hâ­diselere kaldı. Nerelerdesin?  Geberdin mi be karı?’ (s.118)

(Refik Bey’in anlatıcının Nadire Hanım olarak isimlendirdiği karaktere seslenirken Nadir demesi de ayrıca dikkate değer. Bu bir dizgi yanlışı mı? Yoksa Refik Bey’in bir tür latifesi mi acaba?)

Köle romanında Refik Bey’e ayrılan bölüm, yukarıda değindiğim üzere, anlatıcının Refik Bey’in kabul görmesini belki de sindirememesinden, bu yüzden de ona Refika Hanımefendi demesinden kaynaklı, yine transfobik bir bakışla bitirilmiş. 

“Nadire hanım, Refika hanımefendiyi hiç sevmezdi. Ne zaman onun sözü açılsa ‘Hiç böyle altı kaval üstü şişhane bir mahluk görmedim. Kadın desen kadın değil, erkek desen erkek değil. Hele lakırdı söylemesi hiç çekilmiyor. Kendimi Yeniçeri zamanında kullukçu neferinin karşısında sanıyorum,’ derdi.” (s. 118)

Yazımı, metnin aklıma takılan son bir çelişkisi ile bitirmek istiyorum. Refik Bey, mademki bir erkektir ve erkekliği onu tanıyan pek çok kimse tarafından kabul edilmiştir, neden sadece kadınlara ait bir alanda, bir nişan merasiminin yapıldığı haremde bulunuyor? Selamlıkta bulunması gerekmez mi?

Refi Cevat’ın, Refik Bey’in varoluşunu kafasında çözemediği, bir yere oturtamadığı anlatıcısı kadar romanının bu çelişkisinden de belli.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.



[1] Bu sahne aklıma Müzeyyen Senar’ın avcılığını getirdi. Refik Bey’den çok kısa bir süre sonra kırklı yıllarda Müzeyyen Senar da avcılığa merak salmış. Omzunda tüfeği, avcı kıyafetleri içinde çekilmiş fotoğraflarından biri Radi Dikici’nin kitabında da vardı. (Cumhuriyetin Divası) Müzeyyen Senar’ın lafı açılmışken altmışların sonu yetmişlerin başında sahnede pantolon giymesi ve bunun tepki çekmesinden da bir cümleyle de olsa bahsetmek isterim. Bir Türk Sanat Müziği assolistinin tuvalet değil de pantolonla sahneye çıkması büyük bir olay yaratmış, fakat belki de Müzeyyen Senar’ın toplumsal cinsiyet kalıplarını ve alışılagelmiş sahne adabını esneten bu devrimci tavrından cesaret alarak, uzun yıllar onu örnek aldığını, hatta taklit ettiğini söyleyen Zeki Müren de birkaç sene sonra sahneye etekle çıkmıştır.


Etiketler: kültür sanat
nefret