16/07/2012 | Yazar: Selçuk Candansayar

Cumhurbaşkanı geçen hafta 19 üniversitenin rektörlerini atadı. Üniversite ortamında bulunanlar bilirler, rektörler olağanüstü yetkilere sahip olarak yöneticilik yapıyorlar.

Cumhurbaşkanı geçen hafta 19 üniversitenin rektörlerini atadı. Üniversite ortamında bulunanlar bilirler, rektörler olağanüstü yetkilere sahip olarak yöneticilik yapıyorlar. Üniversitelerde görünürde çok sayıda kurul ve komisyon vardır. Gerçekte ise  üniversitede öğretim üyesi alımından, akademik unvan yükseltmeye, bilimsel araştırmaya verilecek fondan, hizmetli alımına kadar her işlem rektörün denetimindedir ve onun isteği doğrultusunda gerçekleşir. Üniversite kapısında nöbet bekleyecek güvenlik görevlisinin işe alımından asistanın özlük haklarına, açılacak doktora programından verilecek derse hatta sosyal tesislere abonelik ücretinden kantinde çayın kaça satılacağına kadar bir üniversitedeki akademik, idari, akçeli vs her türlü  işlem, seçim, karar rektörün onayıyla gerçekleşir.
 
Rektöre verilen bu olağanüstü yetkinin demokratik olmadığı açıktır. Demokratik değildir ama sanki hiç değilse öğretim üyeleri kimin otoritesi altında hizaya geçeceklerine kendileri karar versinler diye seçim yapılır. Dört yılda bir yaklaşık altı ay süren bir propaganda döneminden sonra öğretim üyeleri oy kullanırlar. Ama rektörlerini seçmek için değil. YÖK’e aday beğendirmek için. Üniversitede yapılan oylamada en çok oy alan 6 adayın adı YÖK’e gönderilir. Ardından bu adaylar kendileri de aslında öğretim üyesi olan YÖK üyelerinin karşısında çocuk gibi mülakata çıkıp, bu kez de YÖK üyelerine kendilerini beğendirmeye çalışırlar. YÖK üyelerinin oyları üniversitede yapılan oylamadan daha güçlüdür. Diyelim bir üniversitenin öğretim üyelerinin yüzde 30’unun seçtiği adaydansa yüzde 10’unun seçtiğini daha değerli bulabilirler. Üniversitede yapılan oylamadan ezici çoğunlukta oy alan aday YÖK üyelerinden onay alıp, Cumhurbaşkanı’nın makamına ulaşma, masasına konulacak belgede bulunmaya mazhar olamayabilir. YÖK üyelerinin üniversitenin seçim sıralamasını hangi gerekçeyle değiştirdiklerini açıklamak gibi bir sorumlulukları yoktur.
 
Yine bitmez demokrasi! Son olarak da Cumhurbaşkanı seçer! Bu seçimde de üniversitedeki öğretim üyelerinin oylarının bir etkisi yoktur. Diyelim öğretim üyelerinin yüzde 60’ı bir adaya oy vermiş olsunlar, Cumhurbaşkanı için bu oranın neyi ifade ettiği meçhuldür. Bilinmez, çünkü açıklama sorumluluğu yoktur. Oy veren öğretim üyelerinin bilemeyeceği, vakıf olamayacağı bir nedenle onların istediklerini değil de kendisinin uygun bulduğunu atar, Cumhurbaşkanı.
 
Son olarak Gazi Üniversitesi’ndeki rektör seçimlerinde de bu süreç böyle işledi. Cumhurbaşkanı öğretim üyelerinin yüzde 30’unun ve yüzde 25’inin oy verdiği adayları değil, yüzde 9’unun oy verdiği adayı atadı. Üniversitedeki seçimden 6. sırada çıkan aday, YÖK elemesinde üçüncülüğe yükselmişti. Cumhurbaşkanı tarafından da atandı. 2000’e yakın öğretim üyesinin olduğu Gazi’de Cumhurbaşkanınca atanan aday 188 oy almıştı. Cumhurbaşkanı 511 ve 495 oy alan adayları uygun bulmadı. Neden uygun bulmadığını hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Ne oy kullananlar ne de o adaylar.
 
Gazi Üniversitesi, Türkiye’de rektörlük için seçim yapılmasının hiç bir anlamının olmadığı bir kurum. 12 yılda yapılan son  üç rektörlük seçiminde de öğretim üyelerinden en çok oy alan adaylar atanamadılar. Bu atamaların birini Ahmet Necdet Sezer, ikisini ise Abdullah Gül yaptı. 12 yıldır öğretim üyeleri oy kullanıyorlar, bir aday seçiyorlar ardından ya YÖK ya da Cumhurbaşkanı seçileni değil, kendi istediğini atıyor.  

Bu seçimlerde oy kullanan öğretim üyelerinin bu atama için gerekçe sorma hakları yok. İşin en acı yanı ise rektörlük o kadar güçlü bir makam ki atamadan sonra öğretim üyeleri suskunlaşıp, yeni rektöre göre bir pozisyon alma çabasına giriyorlar. Gazi’de yaygın espridir. Ataması yapılan rektör, seçimde aldığı oyun çok üstünde kişiden oyumu zaten sana vermiştim kutlaması alır diye.
 
Demem o ki rektörlük seçimlerinin bu yapısı ve rektörlerin olağanüstü yetkileri aslında öğretim üyelerini kişiliksizleştirip, üniversite denilen yapıyı değersizleştiriyor. Şimdi atanan rektör bir yandan aslında kendisini seçmeyenleri yöneteceğini bilirken, öte yandan onların kendisine biat etmek için koşturmalarını gördükçe gücüne güç katıldığını hissedecek. Peki bu akademiye demokratik bir yapı getirecek mi? O kimsenin umurunda değil ki.
 
Peki Cumhurbaşkanı yaptığı atama için bir gerekçe açıklayacak mı? Tabi ki hayır! Görevi güya bilim ve bilgi üretmek olan bir kuruma hikmetinden sual olunmaz bir yetkiyle atama yapmanın gerekçesi olur mu? Zaten cümlenin kendisi bilim dışı. Bu yapı sürdükçe öğretim üyeleri rektörlük seçimlerini boykot etmeli. En azından ben bundan sonra oy kullanıp kendimi aptal yerine koydurmam.


Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam