02/09/2015 | Yazar: Gizem Aksu

Gizem Aksu bir egzersiz olarak ölme deneyimini yazdı.

Sanırım 4 kişiydiler, hepsi kadındı.

Bedenimi, rahat hareket edebilecekleri bir yere taşıdılar. Ya da, etimin yere rahatça yayılıp benzimin güneşle yumuşayacağı o yerin çağrısını duydular.

Sessizlikte yavaşça soydular. İlk önce tişörtümü sıyırdılar. Gövdemi yavaşça yere sererlerken kollarım iki yandan yere saçıldı. O kadar incelerdi ki, yok-ağırlıklarını içine doğru geçirdi zemin. Pantolonumu çıkarırlarken, yarı yolda, külotuma döndüler, ikisini birden sıyırdılar. Ne kolay şey! Bir tişört, bir pantolon, bir de külot... Her gün her gün giydikçe nasıl da çok hale geliyor, soy soy bitmeyecek gibi.

Soyulunca, yeni bir deri beliriyor altlarında. Kıllı bir deri. Kıllarım, çoğu zaman ötemdekiler için bir mesele oldu. Kıllarımı almamam, hem politize hem de eylem oldu. Kıllı olmak, benim içinse gündelik bir durumdu. Kıllarımla bale yapmam, zaman zaman güldürdü beni. Kıllarımı alıp almamak konusunda ciddi bir mesai harcadığım o günü hatırlıyorum. Dans tarihinin en iyi dansçılarından Ayşem Sunal'ın bale dersiydi. Onun güzelliği ve yalınlığı karşısında PortdeBras yaparken ne hissederim diye düşünmüştüm. Ayaklı bir dans tarihi kitabı olan; sanatçılığı ve kişiliği ile Kraliyet Balesi'nin altın bedenlerinden olmuş birinin dersinde “kıllarımı almalı mıyım, kısaltmalı mıyım, dokunamasam mı acaba?” soruları, inanın ki çok da garip değil.

Kıllarım en çok da ablama dert oldu bu hayatta. Kılları kirlilikle ilişkilendiriyor. Kir tuttuklarından, koku tuttuklarından, bir gece ansızın hepsini keseceğinden gülen güzel yüzüyle bahsediyor. Kıllarımı örmeyeceğimi ama onların etraflarında ördükleri titreşimsel alanı korumak istediğimi, bana iyi geldiğini anlatmaya çalışıyorum gülen yüzümle. Grupanya'dan bana, benden habersiz  seanslar aldığı oldu. Benim ona boyun eğip denediğim de. Neyse ki, kıllarıma kökten bir çözüm bulunmadı. Yeşermeye devam ediyorlar. İnsanların gözünde, feminizmi yeşertmeye devam ediyorlar. Onlarla büyüyorum.

Beliren kıllı etimin her yerini yıkadılar. Beyaz bir bezle. Üç kere. Bütün kıvrımlarımı, deliklerimi, çizgilerimi, çukurlarımı, tepelerimi, şursuzca yerçekimine çekilen etlerimi sildiler. Sanırım bebekliğimden sonra ilk defa vajinamın ıslak bir bezle temizlenmesini deneyimledim. Kıllı bir vajinanın sere serpe yayılma ve ıslak beyaz bir bezle özenle ve şefkatle temizlenme deneyimi. Hiç tanımadığım bir kadının ellerine doğru açılma. Hiç tanımadığın 4 kadının rahimlerinden gelen sıcaklıkta, yattığın yere daha da yayılma. Harika bir deneyimmiş!

Gündelikte, tenin etrafında gezinen, bedenin etrafında salınan titreşimsel parçacıkların küçük beyaz bir bezle süpürülmesi. Tenimin üzerinden buharlaşan su, yanında neleri alıp götürmedi ki? Suyun akışkan ve form değiştirebilir var oluşu neleri hatırlatmadı ki? Temizlenmenin anlamı üzerine düşünmek için 40 saniyelik bir ara, yazıya.

40.

Kılların yokluğunda, tende tutunamayan farklı titreşim alanları ve tüm bunların sonucunda gelen hafiflik hissi. Kılın varsa, daha çok tutuyorsun, daha çok tutunuyorsun. Kılları kassallaşmamış uzantılarımız olarak düşünebiliriz, eforsuzca hareket alanı sağlayan. Protein, karbonhidrat ya da yağ tüketimi ile alakası olmaksızın hareket eden ve seni topraklayan, havalandıran, yakan. Enerji tüketmeden etrafında bir enerji alanı oluşturan. Teni örtmekten çok, ten ve ötesi arasında  sürdürülebilir bir enerji alanını mümkün kılan. Seni, öteye ören.

Anlayacağınız gibi kıllarım yaşam deneyimimde önemli bir varoluş alanına dikkat çekiyor. Ölüm deneyimimde ise kemiklerim bana çokça konuştular. Kemiklerin bilgeliği bedenimin sessizliğinde belirdi. Kemiklerim tüm ağırlık, yoğunluk ve kıvrımları ile yerin milim üstünde asılı, salınıyorlardı. Kas hafızasından bahsedilir hep. Ben, milyonlarca yıl beriden taşınan bir tarih, hafıza ve bilgeliğe tanık oldum, kemiklerimde, kemiklerimden. Herkesten taşıdığım parçaların, kemiklerimde yaşadıklarını hissettim. Kemiğin fizyolojisini bilir misiniz? İçerdikleri milyonlarca deliğin, nefes aldığını duyumsadım. Deliklerden dışarı üfüren havada, milyonlarca yıldan taşınan bilgeliği hissettim. Anlam ve duyum bağlamının dışında, enerjisel bir bilgelikti. Ders çıkarılabilecek değil, eşlik edilebilecek anlar. Kemiklerimin hissi belirginleştikçe önüm arkam, sağım solum, sıcağım soğuğum kaybolmaya başladı. İnanılmaz bir bütünlenme hissi, sınırsız bir hassasiyet doluyordum.

Yıkama ritüelinin ardından sıra şarkı söyleme/ses çıkarma kısmına geldi. Etrafımda örülen yüzlerce minör/major sesin titreşimiyle, kemiklerimdeki delikler daha da açıldı sanki. Daha tortusal sesler, iniltiler, uğultular, ağıllar. Kadınlar kemiklerime üflediler, kemiklerim evrene... Kadınlar, ayaklarını yerlere vurdukça etrafa saçılan ses tortuları: in-ler, uğ-lar, ağ-lar, tor-lar, se'ler, uv'lar, fü'ler,ağ?lar, ju+ler, ğü!ler, si/ler, ovm*lar, vu&lar, tunkt^lar, rah()lar, hıçk-lar, ku”lar...

Yıkama seremonisi biterken kulağıma şu dizeler fısıldanıyordu:

 

Kanatları gümüş yavru bir kuş

Gemimizin direğine konmuş

Dağlara çıkma karadeniz

Yavrudur yârim uçamaz bensiz

 

Bir yârim var bu yavru kuş gibi

Yârim yüreğime konmuş gibi

Dağlara çıkma karadeniz

Yavrudur yârim uçamaz bensiz.

 

Şubat ayında çekildiğim ölüm çağrısını, Viyana'da canlı canlı deneyimlediğin seremonide senin topraklarından biri olsun; kulağına titreyen sesiyle, ağlayarak Nazım Hikmet şiiri fısıldasın!

50 kişilik grupta, ölecek 10 kişiyi belirlerken Keith (Hennessy)'nin sorduğu soru: Kim ölmek istiyor? 

Bu sorunun kendisinin, bu soru ile muhattap olmanın başlı başına çarpıcı olduğunu düşünüyorum. Ölmek isteyenler el kaldırdılar, 10 kişiden fazla olduğumuz için kolektif bir tartışmaya başladık. Kimlerin ölüp kimlerin ölülere bakacağına dair toplu karar almak ve herkesin bulunduğu pozisyonda mutlu olması öncelikti. Kimileri ölme isteklerinden vazgeçti, kimileri daha çok ölmek isteyen biri için kendi isteğini erteledi. Garip. Ölüm üzerine pazarlıkta bulunmak değil de, ölüm üzerine düşüncelerin pazara çıkarılması, ortaya serilmesi, kolektif olarak tartışılması. Çok güçlü hissediyordum. Ve bu insanlarla, kurduğumuz bu çemberde ölmek istiyordum. Bedenimin, ölülere nasıl bakılacağının pratik edileceği kolektif bir deneyime hizmet etmesi için hazırdım. Ölmek istiyorum dedikten sonra, sizin ölme isteğinizi içinde hisseden/paylaşan biri varsa, sizin isteğinize destek oluyordu. Burcu, bu isteğime de destek olan ilk kişi oldu, ölecek kişiler listesine girmemi sağladı. Yaşa Burcu!..

Kemiklerimin, kaslarımın, organlarımın, sıvılarımın, bağlarımın arasında sıkışıp kalmış, düğümlenmiş enerjinin,  farklı ses frekanslarının yardımıyla açığa çıkarıp bedenimi onlardan özgürleştirdikten sonra dans etmeye başladılar. Ritüeller devam ettikçe bilinçalanımın blurlaştığına tanık oluyordum. Ama, bazı-başka biliş ve bilgiler gelmeye devam ediyordu. Zihnimde değil de daha çok bağırsaklarım, rahmimin oralarda beliriyorlardı. Bu bilişlerden biri, birbirini takip eden ritüellerin birbirini nasıl ördükleri ve soyulan sıyrılan bedenimi sonsuzlukla temasa nasıl açtıklarına dairdi. Bedeni yumuşatmak, geçirgenleştirmek, farklı titreşimlerin yardımıyla sıkışıkları,düğümleri açmak, ve şimdi de açığa çıkan enerjiyi uzamda dansla hareket ettirip dönüştürmek.

Kadınlar, hareket ettikçe bedenime yakın titreşimsel yoğunluğun azaldığını, sağaldığını, 360derecede/11+ boyutta devindiğini ve dönüştüğünü hissediyordum. Gözlerim kapalıydı ama içim görüyordu. Kör bir karanlık değildi, içimin deneyimlediği. İçimin karanlığının elmas kemikleri.  Üzerimdeki yükler hafifledikçe kemiklerimin birbirlerine doğru çekildiğini hissediyordum. Kaslar kendini yere bıraktıkça kemikler birbirlerine dayanmıyor, sarılıyorlardı sanki.

Bazen dansın şifası en derindeki devinimi yüzeye, kas, bağ, et seviyesine çıkarabilmesinde. Devinimi hissetmeyi unutuyoruz. Otururken kanımızın aktığını, çişmizin biriktiğini,kalbimizin çarptığını, sadece ten renginden ibaret olmayıp içimizde mor, sarı, pembe, kırmızı, kahverengi, beyaz gibi renklerin birbirine karıştığını unutuyoruz. Dans, bunların hepsini nasıl olduğunu bilmediğim bir yoldan çok güzel yaşatıyor. Devinimin dönüşümle olan bağını bedenin bilgeliğinde deneyimletiyor, benim için.

İnce beyaz bir tüle kundaklandım. Kendimi kucakladım son ve sonsuz kez.

Lee Miller'ın sergisini gezerken düşünmüştüm, ölüm pozisyonunun neler diyebileceği üzerine. Kendini öldürmenin getirdiği ölüm pozisyonuna karar verme ayrıcalığı üzerine düşündüm. Ölünce, ölü bedenine bakacak kişilerin var olup olmaması üzerinde düşündüm. Ölünce istediği gibi gömülemeyen trans bedenleri düşündüm. Son kez bakılıp sarılabilmek için bir araya getirilen parçalı-bedenleri ve onların kemiklerinin sonsuz bilgeliğini düşündüm. Bu bilgeliğin, ölümün var olduğu bu boyutları aştığını hissedip şükrettim.

Bedenim kundakta, yüzüm açıkta, gözlerim kapalıydı. “O böyle sever.” diyip yıkarken topladıkları saçlarımı yere saçtılar yine. Beni ziyarete açtılar. Bu anı anlatabilmek imkansız. Sonsuz uzaklıktan parçalarımla buluştuğumu hissediyordum. Bütünlenmem için hangi parçamın gelmesi gerekiyorsa, geliyordu her bir gelen bedenle. Kimi öpüyor, kimi fısıldıyor, kimi bakıyordu. Daha çok cenaze ziyaretine gitmeye karar verdim, o gün bugündür. Cenaze çağrısına doğru başka bir duyuş kazandım, o beden için taşıdığım hangi parça varsa o bedenin hizmetine sunacağım, orada olacağım! Kavuştum ve bazı-başka kavuşmaları mümkün kılmak istiyorum. Ölü bedene özen ve hassasiyet göstermek, sadece bana özgü olan vücut sıcaklığımı paylaşmak istiyorum. Bu sıcaklık, bu koku, bu renk, bu his etrafında var olan titreşimsel alanı ölü bedenin hizmetine sunmak için orada, hazır bulunmak istiyorum.

Şefkatle, özenle ve sevgiyle,

Sağ salim öldüm.

Yaşamak ve yaşamı çoğaltmaya doğdum.

Varoluşa dans, iktidara kıl olmaya hazırım.

*Bir egzersiz olarak ölme (death as a practice) deneyimini, Keith Hennessy'nin ImpulsTanz'ın ilk haftasında açtığı Shamanic Improvisation Potential atölyesinde yaşadık. Kendisi, atölyesi ve performansı şu ana kadar bir sanatçı olarak başıma gelen en güzel şeyler arasında yerini aldı. San Francisco taraflarında yaşayanınız varsa değin ona. Çok bilge, çok yalın, çok yaşıyor, daha da çok yaşasın! Teşekkürler Keith Hennessy!

**Bu yazı ilk olarak Mimesis’te yayınlanmıştır.


Etiketler: kültür sanat
nefret