18/07/2023 | Yazar: Sa Bahattin
Bak sen, demek kendim hakkında şüphelerim doğruydu: resmen geydim! Kendimi yakalamıştım. Eğer öyleyse, dinlediğim gruplardaki o müzisyenler de mi geydi? O zaman biraz da Yaşasın!dı sanki.
Sakal. Sakalım. Yüzümde duran, kestikçe uzayan, uzadıkça kestiğim kıl birikintisi. Biyolojik olarak erkek doğan birçok bireyin ergenlik çağından itibaren yüzünde beliren; orada olma nedeni bilim insanlarınca, olma şekli ise herkesçe tartışılan yüz saçı… Onlarca anlama sahip olabilen akışkan bir imge. Sembolik, politik bir nesne.
Sakalın biçimi-uzunluğu-yüzün neresinde bulunduğuna bağlı olarak ne anlama gelebildiği saatlerce konuşulabilir. Hatta Türkçe’de bulunan ‘sakallı’ atasözleri ve deyimler [Sakalım yok ki sözüm dinlensin, Her sakallıyı baban sanma, Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık vs.] üzerine de uzun uzun tartışılabilir. Böyle bir şey gerçekten güzel olur.
Ama ben burada, sakala (çoğunlukla yaptığım gibi) kendi kişisel tarihim üzerinden yaklaşarak konu üzerinde bir başlangıç noktası oluşturmaya çalışacağım. Eşcinsel bir erkek olarak, cinsel kimliğimin bir temsili olabilmesi, eğitim hayatımda başıma açtığı zorluklar, partner bulmamdaki fayda ve zararları, meslek hayatımda taraf tutmama ‘olanak’ sağlaması gibi garip çıkmazlarla, beni üzerine düşünmek zorunda bırakmış yüz kıllarımı sizin için masaya yatıracağım.
Ailemde sakal
Sanırım ortaokuldaydım ve arkadaşlarımla yaptığım ‘dini’ bir tartışmadan sonra akşam eve gidip babama neden sakal bırakmadığını sormuştum. Babam, kutsal bir anekdota gönderme yaparak “Sakalın her karışında kırk şeytan yatar” gibi bir cevap vermişti. O an bıyık bırakan babam için sakalın onaylanmayan bir yüz kılı olduğunu anlamıştım. Onu, sadece, babasının ölümünü takip eden 40 gün içerisinde, yas tutarken sakallı görmüştüm. Daha sonra benden 10 yaş kadar büyük bir abimin sakal bıraktığını, bunun ailede bir tehdit olarak algılandığını hatırlıyorum. Ailemle ilgili olmasa da o sıralarda ‘İran’da sakal bırakmanın zorunluluk olduğu’ yanlış bilgisi yayılıyor ve bazı komedi programlarında alay konusu ediliyordu.
Dergi olayı
Sakal konusunda gittikçe karmaşıklaşan bilgim, böylece gelişen sezgilerime rağmen bir süre daha sakal konusunu tam anlamıyla dert etmem gerekmeyecekti, çünkü henüz sakalım çıkmıyordu. Bununla beraber, o sıralar henüz keşfetmeye başladığım cinsel yönelimimin sakalımla ilgisi olacağını ise kesinlikle tahmin etmiyordum. Ayrıntılarını çok net hatırlayamadığım bir olay, bu öngörüsüzlüğümü yerle bir edecekti. Misafir olduğumuz bir evde, bir dergi okuyordum. Popüler bir gazetenin Pazar eki ya da o yılların popüler söylemiyle bir “Kadın Dergisi” olabilirdi bu. Orada şuna benzer bir başlık vardı: “Bir erkeğin Gay olduğunu nasıl anlarsınız?” Şimdilerde insanların yazmadan önce kırk kere düşünmesine neden olacak bu yazı, o sıralar çerezlik bir eğlence öğesi olarak sunulabilmişti. Pek tabii ben, kendi cinselliğini yeni keşfeden ve bu kelime ile arasındaki ilişkiyi endişe duyarak fark etmeye başlamış biri olarak yazıyı dikkatle, bir dedektif duyarlılığıyla okudum. Maksadım burada sözü edilen her şeyi anlamak ve bunları kesinlikle yapmamaktı. Böylece eğer gerçekten böyle bir kimliğim varsa, bunu gizleyecek araçlara da sahip olabilecektim. Planım harikaydı. Ya da bir saçmalık abidesiydi!
İlk maddeler görece kolaydı. Saç boyamak (böyle bir arzum yok), sabo terlik giymek (ne alaka?) vs. Ama kaçıncı madde olduğunu bilmediğim bir seçenek beni dumura uğratmıştı. Çünkü bu madde ‘keçi sakal bırakma’yı (bıyıksız, yanaksız, boyunsuz sadece çene kılı) geyliğin bir göstergesi olarak sunuyordu. Hâlbuki ben o sıralar metal müzik fanatiğiydim. Ve takip ettiğim grupların (erkek atayabileceğim) üyeleri sıklıkla çene sakalı bırakıyordu. Onlara bunu çok yakıştırıyordum ve ben de sakalımı öyle bırakmak istiyordum. Bak sen, demek kendim hakkında şüphelerim doğruydu: resmen geydim! Kendimi yakalamıştım. Peki, özellikle bu tarz bir sakal bırakma arzum içgüdüsel miydi? Eğer öyleyse, dinlediğim gruplardaki o müzisyenler de mi geydi? O zaman biraz da Yaşasın!dı sanki.
Çene sakalı bırakıyorum
Bu akıl yürütmemin üzerinden bir yıl kadar geçmişti. Liseyi bitirip bir yılımı dershaneye ayırdığım o sene, sakalım belirginleşmeye başlamıştı. Seçim yapma anı geldiğinde kalbimin sesini dinlemiş, keçi sakal bırakmıştım! Fark eden abilerimden biri “ne bu sakal?” diye sorduğunda, seviyorum işte, diye karşılık vermiştim. [Acaba bu abim o yazıyı okumuş muydu? Yok, canım; o hiçbir şey okumazdı.] Babam da sakalımın hoşuna gitmediğini ifade etmişti. Ama sanırım dersten başını kaldırmayan çelimsiz oğluna hayatın yüklediğinden daha fazla yük yüklemek istemediğinden, konuyu uzatmamıştı.
Üniversitede zulüm
Üniversiteyi kazandığımda ise güzel sakalım başıma dert olacaktı. O yıllarda ülkücülüğü ile nam salmış bir okul olan Gazi Üniversitesi’ne yerleşmiştim. Çok istediğim bir bölümde, en çok istediğim şehirde, Ankara’da, okuyordum. Özgürlüğümün tadına varacağımı sandığım bu yıllar, hayatı çok yanlış anladığımın bariz tezahürleriyle dolup taştı. Çene sakalım burada komünizmle/solculukla/din düşmanlığıyla ilişkilendiriyordu [Neyse ki geylik pek konuşulmuyordu]. Okulumuzun bekçileri olan zorba adamlar tarafından bir gün “nazikçe” uyarıldım. “Sakalım pek hoşlarına gitmiyor”du. Bu, heyecanla beklediğim üniversite yıllarımın, çok arzu ettiğim sakalımdan uzak geçeceğinin göstergesiydi. Yıkıldım, ama yok olmadım. Sonuçta tatil zamanları, yazlar, okula gitmediğim zamanlar vs, sakal bırakmam için bana gerekli zamanı sağlayacaktı.
Sakalımı açıklıyorum
Sonra, benim gibi sakal bırakan bir arkadaşım oldu. O sıralar Ankara’da Kara Kedi isimli ‘Anarşist Kafe’de yapılan legato (lezbiyen gey topluluğu) toplantılarında tanışmıştık. O da benim gibi Adanalı’ydı. Tabii ki çok geçmeden yakınlaştık. Onunla yaptığımız sohbetlerin birinde neden keçi sakal bıraktığımı şöyle açıklamıştım “Bıyığın feodalite ve erkek egemen simgesine karşı, onun tam zıttında yer alan eşitlik ve feminizmi temsil eden bir duruş olarak”. Aslında o an uyduruyor olduğum, ama uydururken de yürekten inandığım bir cevap vermiştim. Sonrasında düşündükçe bu cevap daha da hoşuma gitmişti. Artık soran herkese o cevabı veriyordum. Herhalde, sırf yakıştığını düşünüyorum diye sakal bırakacak değildim!
Beğenen var beğenmeyen var
Yıllar geçtikçe sakalla ilgili yeni şeyler deneyimliyordum. İnternetten tanıştığım bazı potansiyel partnerler ‘sakalım ve onlar’ arasında bir seçim yapmamı isteyebiliyorlardı; kazanan sakalım oluyordu. Bazıları da sakalım dolayısıyla beni çekici buluyorlardı; onlar canlarımdı. Babam sakalımı kesmezsem bayramda elini öptürmeyeceğini söyleyebiliyordu; öpmüyordum. Abim sakalı kesersem daha çok kızı tavlayabileceğimi salık veriyordu, “öyle kızlarla işim olmaz”dı. Sakalım, hem gizlediğim hem ifşa ettiğim, hem çirkin hem güzel, hem maskülen hem feminen, hem isyankar hem de uyumlu simgemdi. Ben onu nasıl bırakmış olursam olayım, kim onda ne görmek istiyorsa onu görüyordu.
Sakal iyidir
Yüksek lisans ve doktora eğitimim sırasında keçi sakalım normal karşılandı. Şaşırtıcı olan ise, hoca olarak atandığım, hükümet yanlılığında çığır açabilecek şu anki üniversitemde bile sakalımla ilgili bir baskıyla karşılaşmadım. Bazen birkaç kişi şekline bakarak alay ediyor, bazıları da ‘değişik’ olduğunu ima ediyorlardı. Hepsi bu. Büyük ihtimalle bulunduğum kurumda sakalla ilgili sorun yaşamamış olmam, çenede de olsa sonuçta bir sakalım olması gerçeği üzerinden ilerliyordu. Buradaki zihniyet, sakalı siyasal islamın önemli bir temsili olarak görüyordu. Dolayısıyla bir parça da olsa sakal iyiydi.
Ancak geçtiğimiz yıl sakalımla ilgili bir kırılma gerçekleşti. Bu kırılma, yukarıda adını anamadığım üniversitede yaptığım şu gözlemle dayanıyordu: Hocalarımızdan, profesörlük kadrosu alacak olanlar, normalde sakal bırakmasalar dahi rektörle buluşup fotoğraf çektirecekleri gün yaklaştığında sakal bırakıyorlar, okul web sitesinde yayımlanan kadro haberlerinde cübbelerini sakallı bir şekilde giyiyorlardı. Yani sakal burada bir yalakalık unsuruydu.
Laik demokratik temiz yüz
İşte bu gözlemin doğurduğu farkındalıktan sonra sakalımla ilişkim değişmeye başladı. Üniversitemiz, sakalı-olmazsa badem bıyığı- olan çokça eril karakter içeriyordu. Ve ben de gün be gün onlardan ‘zihnen’ uzaklaşıyordum. Yüzümdeki kılların oluşturabileceği bu ‘siyasal islam bağı’nı istemiyordum. Tam da bu zamanlarda sakalım bütünlüksüz ve estetik algımı zedeleyecek şekilde beyazlamaya da başlamıştı. Bir orada bir orada tutam tutam beyazlıklar oluşuyor, düzensizlik hissi yaratıyordu. O zaman keçi sakalıma veda etsem, temiz yüzümü ‘laik demokrasi’nin bir timsali gibi taşısam hiç fena olmazdı.
Nitekim öyle yaptım. Geçen yaz, Hollanda’ya bir haftalık yaz okulu eğitimine gitmeden hemen önce jiletledim sakalımı. Tıraşlı yüzüm ve haftada bir kazınan dazlak kafamla ‘beyaz Avrupalılar’a da daha çok benzeyecek, kıllarımın ‘aramıza girmesine’ izin vermeyecektim. Evet o seyahat sakalsız geçti. Döndüğümden beri de yeniden uzatmadım.
Gelecekte
Bu cillop aylardan sonra bir gün, sakal bırakmayı seven ve sakallı hemcinslerini çekici bulan şair arkadaşım Onur Köybaşı, yüzümdeki lekelerden yakındığım bir an bana “neden sakal bırakmıyorsun?” diye sordu. Cevabım siyasal islam ve beyazlama argümanları civarında kem küm şeklinde bir şeydi. O, siyasal islamın ülkeden uzaklaşmasının yakın bir zamanda olmayacağını ifade ettiğinde, ben de ‘o zaman artık sakal bırakmam’ diye cevap vermiştim.
Halbuki sonradan sakin kafayla düşündüğümde, sakalımın güzel bir şekilde beyazlaması durumunda belki ‘hipster modeli’ bir sakalla yaşayabilirim diye hayal kurmaya başladım. Böylece yaşlanmaya bağlı olarak artan yüz lekelerimi de gizlerim, şahane olur. Tabii ki eğer böyle bir şey yapacaksam, öncesinde hipster kültürü ve ‘o sakalın anlamı’ üzerine iyice okumalıyım. Edindiğim tüm bu deneyimlerden sonra, bırakacağım sakalın sorgudan kaçacağını düşünmem safça olur çünkü.
Evet, böylece yazı bitti. Sakalı olan olmayan her birimizin anlatacak benzer bir sürü hikâyesi olduğuna eminim. Umuyorum ki, sunduğum bu kişisel tarih özeti ile bazı ‘ortak hislere’ dokunabilmiş, sakalın yüzde masum masum duran ve salt çekicilik üzerinden değerlendirilen biyolojik bir zorunluluk olmadığını gösterebilmişimdir.
Hepinize bedeninizi içinizden geldiği gibi taşıyabildiğiniz yerler ve zamanlar dilerim.
Hoşgörü, esenlik ve dayanışmayla,
*: Arkadaş Zekai Özger’in ‘Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası’ şiir başlığından ilhamla…
Not: Yazının iyileştirilmesine sunduğu katkılar için arkadaşım Onur Köybaşı’na teşekkür ederim.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: yaşam