25/06/2021 | Yazar: Kerem Dikmen

Ne kadar baskıya uğrasa, var oluşunu basın açıklaması ile duyurduğu için mahkeme önüne çıkarılsa, var oluş sembollerini taşıdığı için hem kamu görevlilerinin hem üçüncü kişilerin idari ve yargısal tacizine uğrasa da LGBTİ+’lar var oluşunu haykırmaktan zerre geri adım atmıyor.

Saldırdıkça kaybediyorlar Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fotoğraf: Maçka Parkı, 22 Haziran 2021 Gözde Demirbilek/Kaos GL

Postmodern bir getto denemesi olarak Ankara Valiliğinin, il genelinde başlattığı LGBTİ+ temalı her türlü etkinlik yasağı 2017 Kasım’ında duyulduğunda, hepimiz karamsardık. Zaten her OHAL KHK’sında acaba hangi dernekler kapatılacak diye panik halinde Resmi Gazete didikleyen sivil toplum kuruluşlarının ensesinde devletin nefesi kesilmedi. Devlet giyotinin ipini germiş, bıçağın altına dernekleri koymuş, her an ipin kesilmesi komutunu vermek üzereymiş gibi bütün derneklere ama bilhassa insan hakları alanında çalışan derneklere sırıtıyordu. İşte böyle bir ortamda geldi yasaklar. Yasağın amaçları arasında homofobi ve transfobiyi yeniden tahkim etmek, LGBTİ+ özneler ve hak örgütlerini kamusal alandan izole etmek, onların fikri, toplumsal, sanatsal, edebi, akademik üretimini durdurmak, örgütsel kapasitesini paralize etmekti.

Peki bunların herhangi biri oldu mu? Hayır. Zaten ülke tarihinin önemli bir döneminde kamusal alana çıkışı engellenmiş; örgütlülüğünü ve bazen varoluşunu kapalı devre sürdürmüş özneler ve örgütleri açısından hiçbir kayıp oluşmadı. Hatta Ankara’daki sivil birikim ve örgütlülüğün diğer kentlere daha güçlü şekilde taşmasına vesile oldu bile diyebiliriz. Sonuç olarak Ankara yasakları bir insan hakları ihlali olsa da buradan özneler ve kurumlar olarak güçlenerek çıktık.

Bu güç denemelerinin elbette ciddi bir mağdur, hak sahibi kesimi var. Hareketin küçük ölçekli yerellere ulaşmadaki sınırlılığı hala mevcut. Dolayısıyla bilgisine erişebildiğimiz kesim daha çok örgütlülüğün bulunduğu, metropol şehirlere odaklı. O yüzden güçlenerek çıktık sözü içinde böylesi bir eksikliği barındırıyor. Buradan Türkiye’nin dört bir yanındaki, kamusal alana çıkamamış veya çıkmamayı seçmiş, devlet ve toplum baskısını daha sıcak hisseden, köylüsünden kasabalısına bütün lubunyaları da selamlamış olalım.

Bu saldırı denemelerinin, fiillerinin sonuncusu da malum Maçka baskını. LGBTİ+’ları kamusal alana çıkartmamaya yeminli kamu kurumları, anayasayı bile yok sayarak piknik yapan LGBTİ+’lara saldırdı, bir kişinin kolu kırıldı. Devlet her sene ve her fırsatta LGBTİ+ öznelere saldırıyor, örgütlerine baskı yapıyor. Eeee, ne oluyor? Toplumsal muhalefetin neredeyse her unsurunu susturmuş; sendikaları var oluş nedenini sorgulatır hale dönüştürmüş; meslek odalarını baskı altına alıp, binalarından dahi çıkartmamış kamu gücü LGBTİ+’ların var oluş mücadelesi karşısında istediğini alamadı, alamıyor. Ne kadar baskıya uğrasa, var oluşunu basın açıklaması ile duyurduğu için mahkeme önüne çıkarılsa, var oluş sembollerini taşıdığı için hem kamu görevlilerinin hem üçüncü kişilerin idari ve yargısal tacizine uğrasa da LGBTİ+’lar var oluşunu haykırmaktan zerre geri adım atmıyor. İşte hiçbir saldırı LGBTİ+’ların geri adımını temin etmediği için ona zarar veremiyor, hatta daha da güç veriyor, çünkü devletin her şiddet sınaması aynı zamanda LGBTİ+’ların toplumsal muhalefetin bir unsuru olarak kendine duyduğu güveni tahkim eden bir etki yaratıyor. O yüzden de saldırdıkça zayıflıyorlar. Elbette bu her koşulda aynı şekilde gerçekleşmesi beklenen bir durum değil. Fakat ülke ve toplum o kadar kutuplaştı ki, yürütme gücünü hak ihlali için kullanıp LGBTİ+’lara indirildiği düşünülen her darbe, onların, diğer kutupla olan ilişkisini güçlendiriyor, muhalif kampın baskın olduğu yerellerdeki LGBTİ+ aktivizmini dolaylı olarak güçlendiriyor. Üstelik bu baskının ve zorbalığın, hala kendini iktidar koalisyonuna yakın olan kesimden mutlak bir onay aldığını söylemek de oldukça zor. Bu kendiliğinden sürecin ne kadar devam edeceği meçhul ama mevcut şartlarda aynı etkinin aynı tepkiye neden olacağını düşünüyorum.

Burada bir çift söz de her Haziran’da kendini Gezi Parkı eylemlilikleri ile ilişkilendiren, iktidar karşıtı pozisyonu üzerinden LGBTİ+’larla temas hattını kuran, kendine muhalefetin önderliği kaftanı biçen parti ve ittifaklara etmek lazım. Maçka Parkının bir yanı Beşiktaş’ın Vişnezade Mahallesi; diğer yanı Şişli Harbiye Mahallesi. Yenilenen 31 Mart 2019 İstanbul Büyükşehir seçiminde Ekrem İmamoğlu ilkinde %85.5, ikincisinde %87.7 oy almış. İki ilçede oy oranı ise sırasıyla %73,65, ikincisinde %83,90. Ancak kolluk güçleri Maçka parkında pikniğe oturmuş LGBTİ+’ların üzerine moda tabirle “çöker”, bir kısmını şiddet uygulayarak göz altına alırken, o “muhalif” siyasetçilerin reaksiyonu iki tweetten öteye geçemedi. Buradan bir sonuç çıkartmıyorum, daha doğrusu kendi çıkarımımı kendime saklıyorum, herkes kendi sonucunu çıkartacaktır mutlaka. Maçka parkı çevresindeki kümenin toplumsal hareketlenmeye verdiği fiili desteğin sınırlarının da farkındayım. Ama LGBTİ+ hareketin kendi sınırları ve ittifak zeminlerini gerçekçi bir biçimde yorumlarken bu tür verileri unutmaması gerektiğini düşünüyorum.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, nefret suçları, kent hakkı
nefret