11/08/2010 | Yazar: İsmail Alacaoğlu
Sabah yine erken sayılabilecek saatte uyandık. Bugün Hama’ya doğru yola çıkacaktık oradan da Halep’e. Hem taksi değildi bu sefer yolculuk yapacağımız araç.
Sabah yine erken sayılabilecek saatte uyandık. Bugün Hama’ya doğru yola çıkacaktık oradan da Halep’e. Hem taksi değildi bu sefer yolculuk yapacağımız araç. Otobüse binecektik ve bunun için otogara gitmemiz gerekiyordu. Bir gün önce otogara gitmek için taksi şoförüne ne diyeceğimizi de öğrenmiştik. Harasta! evin anahtarını televizyonun yanına bıraktıktan sonra çıktık ve taksiye binmek üzere köşeye yürüdük. Sırtımızda çantalarla beklemeye başladık taksi ama bütün taksiler dolu geliyordu. biraz sonra önümüzde duran boş ama çok küçük taksiye binip binmemekte kararsız kaldık ama başka da çaremiz yoktu. Komik bir şekilde yerleştik taksiye ve Harasta dedik. Temam dedi taksici ve 15 dakika sonra bizi sanayi sitesine getirdi! Bildiğiniz araba tamircilerinin olduğu bir sanayi sitesiydi burası. Güler misin ağlar mısın? Sırtlarında çanta olan ve turist oldukları her hallerinden belli bu dört kişinin sanayi sitesinde ne yapacaktı ki? Başladık debelenmeye nereye gideceğimizi anlatmak için, bus, büs, otobüs, bus station, terminal, Halep gibi kelimeler sıralarken bir yandan da ellerimiz ve kollarımızla yaptığımız hareketlerle anlatmaya çalışıyorduk çantalarımızı da göstererek. O sırada o kelimelerin arasında bir de Serap “garaj” ekledi ve taksi şoförü “garaaaaj” diyerek yanıt verdi, anlamıştı bizi nihayet. bir 5 dakika sonra garaja varmıştık. bu arada garaj yerine pulman dediğinizde de sizi otogara götürürler. Bunu geç öğrendik biraz. Şam’ın garajı Türkiye’de ki ilçe garajlarına benziyor. (hadi hakkını yemeyeyim ilçe garajlarının, onlardan daha kötü) 
Hama yazısını gördüğümüz bir yazıhaneye girdik. İlk otobüsün kaçta olduğunu öğrendik. Saat 10’daydı ve 5 dakika vardı oysa biz daha kahvaltı etmemiştik. bir sonraki kaçta diye sorduğumuzda 10.30 da olduğunu öğrendik ve o otobüse bilet aldık. Kahvaltı yapmak için az önce gördüğümüz çay bahçesi gibi yere gittik ve burada ilginç bir şey oldu. Koskoca Şam’da bulamadığımız hem çay içip hem kahvaltı yapabileceğimiz bir yeri burada bulmuştuk. Ekmek arası tost istedik, tarif ettik -en azından denedik- ama bize yine dürüm ekmeğine sarılı tost geldi ama olsun en azından kahvaltı yapıyorduk sonunda çay ile birlikte.
Saat 10.30 da hareket etti otobüs. Kişi başı 140 Suri (yaklaşık 5 TL) Hama’ya gitmek için. Şam’dan dışarıya çıkınca Ankara’dan şehir dışına çıkmış gibi oldum. birden ağaçlar ve yeşil alanlar bitti ve yerlerini üzerinde neredeyse hiç bir bitkinin olmadığı sarı tepeler aldı. Küçük küçük bir sürü köy geçtik, eski köprüler geçtik, dağların tepesinde bizi selamlayan Hafız Esad heykelleri geçtik. Yol gayet güzeldi, hiç sarsılmadan Hama’nın girişine geldik 2 saat sonra. Bahadır uyudu nerdeyse yol boyunca, Serap da öyle. Bense her yeri görmek, her hangi bir şey kaçırmamak uğruna uyumamayı tercih ettim. Otobüs camının ardından fotoğraflar çektim. Humus şehrinin dışındaki otobandan geçip yine şehir dışındaki otogarında durduğumuz için Humus’u göremedik. Humus’ta tek aklımda kalan Umumi tuvaletin inanılmaz pis olduğu ve aynanın üzerinde bir iple bağlanmış umumi bir tarak.
Köprüden sonra girdiğimiz parkta Serap’tan bir cırlama sesi geldi. Bu sesi tanıyorduk çünkü Şam’da da başımıza gelmişti ve kendimizi bir otelin çok da cafeye benzemeyen cafesinde bulmuş gereğinden fazla ödeme yapmıştık içtiğimiz şeylere. Şam’dan tecrübeli olduğumuz için bulduğumuz en yakın büfenin önüne oturduk. Aksi takdire pahalıya patlıyordu bize. Hem Serap dinlendi orada hem de biz gazozlarımızı içerken. Hama’da geçirdiğimiz bu güzel, sakin ve dinlendirici bir kaç saatin ardından taksiye atlayıp otogara gittik tekrar. Bu sefer biletlerimizi 100 Suri’ye aldık 2 saatlik mesafedeki gezimizin son durağı olan Halep’e gitmek için.
Çıkardığım dersler:
Her şeyden bir ders çıkarılmaz!
Çıkardığım dersler:
Her şeyden bir ders çıkarılmaz!
Etiketler: yaşam, gezi/mekan