17/02/2010 | Yazar: Kaos GL
Sosyalist Feminist Kolektif’ten Firdevs Hoşer, Feminist Politik
Sosyalist Feminist Kolektif’ten Firdevs Hoşer, Feminist Politika Dergisi için Ressam Serpil Odabaşı ile görüştü.
Serpilciğim, benim çok sıradan bir çocukluk hayalim vardı. Zengin evin hizmetçisiydim ve evin yakışıklı oğlu bana âşık oluyordu. Senin çocukluk hayalin neydi peki?
Benim çocukluk hayalim çok komik bir hayaldi: Bizim evin karşısındaki binanın altında bir pavyon ve pavyona gidip gelen konsomatrisler vardı. Onların elbiselerini çok beğeniyordum, bir de makyajlarını. Herkes onlarla ilgileniyordu, herkes onların çevresinde dönüyordu, bu benim çok hoşuma gitmişti, bu yüzden büyüyünce onlar gibi olmaya karar verdim. O renk elbiseler giymek ve o şekilde ilgi görmek için... Evet konsomatris olmayı düşünüyordum küçükken.
Muhalifsin, feministsin, seni sistemi hep eleştiren sistemi deşifre eden resimlerinle tanıdık. Niye böyle şeyler yapıyorsun Serpil, işin yok mu senin niye evinin kadını olmadın?
Aslında bu zor bir soru ve bu sorunun cevabı çok uzun. Bu sorunun cevabı ta ilkokul yıllarıma dayanan bir süreçten başlıyor. Şöyle ki ilk 11 yaşında abimin tayini dolayısıyla Diyarbakır’dan Çankırı’ya gittiğimde orada Kürt olduğumu duydum ve bana orada ilk kez kuyruklu kürt dendi. Eve gittiğimde abime ısrarla gerçekten emin misin kuyruğumuz var mı yok mu diye sorduğumu hatırlıyorum. Ondan sonra ha ben başka türlü bir şeymişim diyerek, yani onlardan farklı bir şeymişim çünkü sürekli kuyruklu Kürt, Kürt falan diyorlar.
Sınıfta mı diyorlar yani?
Evet sınıfta, bahçede sürekli kuyruklu Kürt diyorlar ve benimle kimse doğru dürüst arkadaş olmuyor. Ben başka bir sırada otururken onlar başak bir sırada oturuyordu... Bu nedenle o yaşlarda başlayan bir literatür edindim. Kürtler neymiş, kimmiş, ne yaşamışlar gerçekten Çankırı’da öğrendim, haberim yoktu, bilmiyordum...
Diyarbakır’da iyi bir çevrede büyüdüm, sorun yoktu kimse biz durup dururken “Kürtsün” dememişti. Seksenli yılların ortaları biraz... Sonra o bilinç artık gelişmeye başladı. 15 yaşında iken Diyarbakır’daydım ve Diyarbakır’da da taraf olmaktan başka şansım yoktu. Ya apolitik hiçbir şeyle ilgilenmeyen, beyaz atlı prensini bekleyen bir genç kız olacaktım ya da o dönem orada yürütülen bir mücadelenin tamamıyla ya da kısmen bir parçası olacaktım. Bu nedenle taraf oldum ve muhalif halimin altını biraz daha doldurmaya çalıştım. Eğitim çalışmalarıyla okumalarla, arkadaşlarımla gittiğim eylemlerle. O yaşlarım kendimi çok ciddiye aldığım devrim yapacağımı zannettiğim yaşlardı.
Sonra o süreç üniversiteye doğru evirildi. Üniversitedeyken de Diyarbakır’da birlikte olduğum çevrelerin söylemleri bana yetmemeye, beni tam anlamıyla doyurmamaya başladı. Üniversitede iken daha farklı bir söylem içeren anarşizm üzerine okumaya başladım, bu minvalde yayınlanan dergileri okudum. Daha sonra da 21 yaşındayken ben anarşistim diye ilan edip bir takım yoldaşlarımı kendime küstürmüş oldum.
Bu bana başka bir yolculuk oldu. O yolculuk 21 yaşından başlayıp bu güne gelen bir yolculuktu. Çünkü bakış açın ona göre biçimleniyor, hayata bakışın, duruşun söylemlerin ona göre biçimleniyor. Yaptığım işlerdeki muhalif duruşa gelince o da tamamen benim yaşadım mağduriyetlerle, ailemde gördüğüm (halam, dayım, amcamlar, bizim ailemiz...), tanık olduğum her şey, yani tanıklıklarımla mağduriyetlerimi birleşince üstüne de anarşist felsefe eklenince evet biraz sert ve muhalif işler çıkmaya başladı.
Bütün bunlar feministliğini açıklamıyor ama...
Feministliğim bambaşka bir yerden geliyor. O başka bir konu başka bir konuya başka bir cevap... Benim ilk feminist olduğumu ilan ettiğim yer Çankırı’dır yine. Ortaokuldayken hocamız kadın ve erkek eşit midir demişti. Ben de tabii ki eşittir ya böyle saçma bir soru mu olur, tabii ki eşittir demiştim. O zaman Serpil gibi düşünenler Serpilin tarafına diğerleri öbür tarafa oturacak demişti. Sonuçta bütün bir sınıf ayrı bir yerde ben ayrı bir yerde oturmuştum. Daha sonra, evet liseden sonra kendime belki feministim demedim ama annemin yaşadığı sıkıntılar, etrafımdaki kadınların yaşadığı sıkıntılar bende feminist bir duyarlılık yarattı adını böyle koymasam da bu uzun yıllar böyle gitti.
Sonra bir dostum aracılığıyla yeni bir bakış açısı edindim. Feminizmin aslında politik bir duruş olduğunu görmüş ve kavramış oldum. Ondan önce feminizm bir yan unsurdu benim için. Anarşizme ek olarak vardı. Yani kadın hakları da, mülteci hakları da şeklinde gidiyordu ama o dostumla tanışmak ve onla geçirdiğim bütün zamanlar benim için böyle de politika yapılabileceğini, bunu da politikanın bir parçası olduğunu görmemi bu konuda okumamı, düşünmemi sağladı...
Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, Cumartesi Anneleri, son zamanlarda benim çok hoşuma giden balon erkekler hikâyesi... Böyle can yakıcı, insanın bir yanını yaralayan şeylerle uğraşıyorsun bunlar senin için yıpratıcı olmuyor mu?
Benim için yıpratıcı ve yorucu olmuyor bu işleri yapmak. Ben bu işleri yapmazsam daha çok yıpranıyorum. Mesela Ceylan Önkol’un ölüm haberini ve ölme biçimini duyduğumda bir süre gerçekten bunun nasıl olabileceğini anlamaya çalıştım. Sonra aileye mahkemede davranılış biçimi, aileyi azarlamaları benim canımı çok acıttı ve bir şey yapmam gerekiyor dedim. Tam sokağa çıkıp eyleme gidiyorum ama bu bana yeterli gelmiyor. Yani tanıklık yapmam gerekiyor. Evet böyle resmileri yapma benim acımı dindiriyor. Zaten bu konularla ilgili benim canım acıdığı için resmi yapıyorum. Canım acımazsa onlarla ilgili resmim yapmayıp başka şeylerle ilgili resim yapacağım. Evet bu konularla ilgili resmim yapmak benim acımı azaltıyor...
Sanattan anlamayan birisi olarak soruyorum. Söyleşi yaptığım için resimden falan anladığımı sanma. Senin yaptıklarının adı ne, resim sanatı içinde nereye yerleştiriyoruz senin yaptıklarını?
Politik anlatı sanatı. Avangart akımlardan biri de dil aracılığı ile politik figüratif. Resim sanatı yapılıyor.
Bir de merak ediyorum Türkiye’de senin gibi bu sanat akımıyla uğraşan var mıdır, bu yeni bir akım mıdır?
Var var, Türkiye’de de var, dünyada da var birçok insan var. Resmin dili ile politik anlatı sanatını seçen insanlar var.
Sanat camiasında ve edebiyatta bir ara kadınlar arasında. Kadın yazar kadın sanatçı diye ayrı bir kavram var mıdır tartışması yapıldı. Sence kadın sanatçı var mıdır?
Bence vardır kadın sanatçı diye bir kavram… Ben kendi alanımdan bakacak olursam tuhaf gelebilir ama bence sanatçının kadını makbuldür. Anarşistim veya devrimciyim diyenlerin de feministi makbuldür. Eğer başka bir uygulamayla karşılaşan insandan, sesi az çıkandan yana olunmayacaksa zaten muhalefetin muhalifliği de tartışılır. Sesi az çıkandan veya çıkamayandan yana olmak hem insan olmanın hem de muhalif olmanın gereğidir. Kadın sanatçı olmak daha makbuldür çünkü insan hem kadın hem sanatçıysa ortaya daha iyi şeyler çıkar. Kadın duyarlılığı dediğimiz şey aslında bir klişe değildir. Erkekler eğer muhalif çevrede ise bir sürü ezberi bozmak için kendilerini zorlamak zorunda kalıyorlar. Ama kadınlarda böyle bir durum söz konusu değil. Evet biz de tabii kibir sürü ezberle uğraşmak zorunda kalıyoruz ama erkeklerinki kadar çok ezberimiz yok. Erkek hükmetmek üzere ve iktidar kurma üzere varola gelmiş iken şimdi bir dakika biz eşitiz demek bir sürü az gelişmiş erkeğin hoşuna gitmeyecektir. Kadınlarda böyle bir durum söz konusu değil. Kadınlar tam tersi aşağıdayken sesi az çıkarken lütfen hayır eşitiz der. Bu anlamda kadınların ezberleriyle erkeklerin ezberleri kadınların duyarlılıklarıyla erkeklerin duyarlılıklarının çok farklı olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de bunun sanata yansıma biçiminde kadınların çok daha duyarlı dokunaklı ve incelikli olacağını düşünüyorum. Bu yüzden kadın sanatçı vardır.
Firdevs Hoşer / Sosyalist Feminist Kolektif’in Dergisi, Feminist Politika’nın 5. Sayısı
Etiketler: kültür sanat