28/03/2011 | Yazar: Ulaş Sona

Özgür Gündem gazetesi Diyarbakır Bürosu muhabirlerinin 1990'lardaki OHAL koşullarında gazetecilik yaparken yaşadıklarını anlatan Press (Basın) filmi gösterime girdiği 18 Mar

Özgür Gündem gazetesi Diyarbakır Bürosu muhabirlerinin 1990'lardaki OHAL koşullarında gazetecilik yaparken yaşadıklarını anlatan Press (Basın) filmi gösterime girdiği 18 Mart’tan beri gündemden düşmüyor. Geçtiğimiz Ekim ayında yapılan 47. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü alan filmin başrol oyuncusu Aram Dildar da Behlül Dal Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı.

Expres dergisi muhabiri, göç, mültecilik, kadın ve Kürt meseleleri hakkında çeşitli dergi ve gazetelerde haber ve yazılarıyla tanıdığımız, Kaos GL’nin Yerel Muhabir Ağı Eğitimlerinde genç gazetecilere desteğini esirgemeyen, Bağımsız gazeteci İrfan Aktan’la Press filmi üzerine konuştuk.

>>Press filmini nasıl buldunuz?

Filmi izlerken insanın kafasında hep Özgür Gündem’in dili, tutumu, habercilik tarzı dolanıyor. Ağır işkencelere, baskılara, infazlara rağmen çıkan Özgür Gündem; olgunluğunu yitirmeyen, karşısındakini hedef göstermeyen bir gazete oldu. Press de tam olarak böyle bir film olmuş. Belli bir polis tipi yok; biraz da anonim kalıyor işkenceciler. Press de Gündem gibi hakikatlere odaklanmış. O yüzden de intikamcı, hırslı, öfkeli bir dil kurmamış. Böyle bir konuyu işleyip bu kadar olgun kalmak bile önemli bir başarıdır. Başroldeki Fırat karakteri silahın kendilerini savunmaları için yegâne araç olduğunu düşünüyor. Oysa ilk dönem Gündem muhabirleri kaleme güveniyor ve ne yazık ki o idealizm ölümlerine kapıyı aralıyor. Fakat şunu biliyoruz ki, baskılara dayanamayıp dağa çıkan veya yurt dışına kaçan gazeteciler oldu, 1990’ların ilk yarısında onlarca gazeteci öldürüldü; buna rağmen gazeteci kimlikleriyle hiçbir zaman şiddete bulaşmadılar. Gazetecilikteki bu ısrar, hepimiz için çok öğretici bir mirastır.

KÜRT MESELESİ İLE İLGİLİ HABER YAPIYORSAN BAŞINA İŞ GELMEMESİ İSTİSNADIR
>>Sizin gazeteci olarak farklı farklı şehirlerde yaşadıklarınızla benzer tarafları var mı?
Yok tabii. Böyle bir benzerlik kurmak, Gündem’e emek ve hatta canını verenlere haksızlık olur. Elbette Bölge’de habercilik yapmak hepimiz için zordur. Çeşitli zamanlarda ölüm korkusu da yaşıyorsunuz. Fakat 1990’larla 2000’ler arasında dağlar kadar fark var. 1990’larda ben gazetecilik yapmıyordum ama Yüksekova’da yaşıyordum. Tanık olduklarım, daha sonra orada gazetecilik yaparken hep kâbusum oldu. Sadece gazeteciler için değil, herhangi biri olarak herhangi bir gerekçeyle başınıza her şeyin gelebileceğini öğreniyorsun çünkü. Korku öğrenilen bir histir. Hem korkularınla hem de baskılarla mücadele etmek zorunda kalıyorsun. Bu da çok yıpratıyor, yaşlandırıyor insanı. Bir de şu var; yazacağın haberlerin, aktaracağın gerçeklerin umursanmadığını biliyorsun. Türkiye’de hakikat pek işe yaramıyor. O zaman hep soruyorsun kendine; ben bu tehlikeyi niye göze alıyorum? Gündem çalışanlarının farkı, saygı duyulacak yönü, bu soruyu hiç sormamış olmaları. İnsanlar zannediyor ki pek çok habere, bilgiye, başını belaya sokmadan ulaşabilirsin. Oysa özellikle Kürt meselesiyle ilgili habercilik yapıyorsan, başına iş gelmemesi istisnadır. İstediğin kadar sakın, sonuç pek değişmiyor.

>>Geçen sene siz de yaptığınız bir haberden dolayı hapis cezası aldınız. Press 90'ların Diyarbakır'ında yaşananları anlatıyor ama özellikle son dönem gazetecilerin üzerindeki baskı ve tutuklamaları düşününce yılların geçmesinden başka değişen ne var?
Var tabii. 1990’larda gazeteciler öldürülüyordu. Şimdi hapse atılıyorlar. Gazetecilerin öldürülmesi devletin imajına zarar veriyordu ama anlaşılan hapsedilmesi böyle bir sorun yaratmıyor. Türkiye’de hükümete muhalif gazetecilerin iş bulması zaten zor. İş bulup da yazabilenler de hapis tehdidiyle yaşıyorlar. İşin doğrusu, Türkiye’de muhaliflere yer bırakılmamaya çalışılıyor. Azadiya Welat’tan Vedat Kurşun, Türkiye’deki en azılı katilden, en büyük soyguncudan, tecavüzcüden daha ağır hapis cezası aldı. Şu andaki Terörle Mücadele Kanunu’nun gazetecilerle ilgili hükümlerinin 1990’lardaki JİTEM uygulamalarından tek farkı var; öldürmüyor ama diri diri mezara, F Tipi’ne sokup çürütüyor. Gazeteciler eskiden yazdıkları haber ve kitaplarından dolayı tutuklanırdı. Şimdi yazmadıkların veya yazıp da yayınlatmadıklarından dolayı bile hapse atılabiliyorsun.

>>Press üzerine yapılan ilk yorumlar çok sade ve yalın bir film olduğu yönünde. Diyarbakır'da daha önce bulunmayanlar için eskiden yaşanıp bitmiş gibi gözüken olaylar size neler düşündürdü?
Geçen gün eski Susurluk sanığı Ayhan Çarkın enteresan açıklamalar yaptı. Daha önce Bölge’de ‘terörle mücadele için’ bin kişiyi öldürmüş olabileceğini açıklayan Çarkın, şu anda geçmişinden utanç duyduğunu söylüyor. Muhtemelen Çarkın ve benzerleri 1990’larda infazlar yaparken bir gün devirlerinin kapanacağını, birer meczuba dönüşeceklerini tahmin etmiyorlardı. Şu anda herkes öldürülen Gündem çalışanlarını, Musa Anter’i saygıyla yâd ediyor ama katilleri, işkencecileri kimse kahraman olarak gösteremiyor. Çünkü artık ‘Türkiye’ onlarla gurur duymuyor… Press, aslında bugünlerde gazetecileri baskı altında tutmaya çalışanlara da mesaj veriyor: Bir gün benzer utancı yaşayacaklarını önceden haber veriyor. Gün gelecek ve şu anda geçmişin korkunç uygulamalarını eleştirip kendi korkunç uygulamalarını saklamaya çalışanların devri de kapanacak.

>>Özgür Gündem gazetesi olarak yayına başlayan, birçok kapatmadan sonra isim değiştirerek devam etmek zorunda kalan, bugünkü ismiyle Günlük gazetesi bütün baskılara rağmen hayatta kalmayı başardı. Habercilik anlamında alternatif yaratmak ve doğru habere ulaşmak adına verilen bu mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Günlük gazetesi ve Azadiya Welat şu anda da pek çok baskıyla karşılaşıyor. Altından kalkılmaz para cezaları, hapis cezaları, dağıtım sorunları hâlâ var. Fakat bu gazetelerin çalışanları, devletin Bölge’deki uygulamalarını Türkiye ve dünyaya aktarmak dışında hiçbir şanslarının olmadığını biliyorlardı. Savaşın bitmesi için hakikatlerin aktarılması gerekiyor. OHAL uygulaması ise aslında belli bir bölgenin etrafını yalan çitleriyle çevirmek içindi. O çitlerin içinde kalanlara her türlü uygulamalar yapıldı. Hakikatler dışarı çıkmasın diye gazeteciler de öldürüldü, öğretmenler de. Hizbulllah gibi bir vahşi örgüt kuruldu veya desteklendi. Böyle bir ortamda tek bir kare fotoğrafı bile İstanbul’a yollamanın ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Kulak kesen askerler, haraç kesen kamu görevlileri, köy yakıp köylüleri topluca öldürenler, köyleri boşaltanlar, kadınlara tecavüz edenler belki bu haberlerden dolayı yargılanmadılar ama Özgür Gündem geleneği bu hakikatleri tarihe not düştü. Press’te dikkat edersen Fırat karakteri gazete arşivini çok önemsiyor. Gazeteciler aslında sadece bugün için değil, yarın için haber yapıyorlar. Bizim yazdıklarımız bugün yaşatılan mağduriyetleri engellemeyebilir ama yarınki muhtemel uygulamalara engel olabilir. Hangi haberin ne zaman ne işe yarayacağını kestiremezsin ki.

Israrla yurttaş gazeteciliği, barış haberciliği yapmalı


>>Geçtiğimiz günlerde gazetecilerin ve muhaliflerin yaşananlara dair yaptığı büyük bir miting vardı. Bundan sonraki süreç için de sansür ve baskılara karşı düşünülen bir eylem planı var mı? Yapılan açıklamalar dışında sizce başka neler yapılabilir?
Valla bizim yapabileceğimiz pek fazla bir şey yok. Gazeteci dediğiniz homojen bir gruptan oluşmuyor. Baskılar karşısında hükümetten yana tavır takınanların sayısı hiç az değil. O yüzden Türkiye’de basın özgürlüğü mücadelesi hep olduğu gibi şimdi de zorlu bir yolda ilerliyor. Gazeteciler birbirlerini ‘yandaş’, ‘Ergenekoncu’, ‘dönek’ diye yaftalıyor. Bir kere öncelikle gazetecilerin basın özgürlüğüne inanması gerekiyor. Ayrıca Türkiye’de gazetecilik geleneğinden gelmeyenler, gazetecilik yapmayanlar gazetelerde daha fazla yer kapatıyor. Köşe yazarlarının basın özgürlüğü gibi bir dertleri her zaman olmayabilir. Çünkü onlar başka bir iş yapıyorlar. Fildişi kulede oturup yazmak, ahkâm kesmek, onu bunu itham etmek, can sıkıntısını yazmak gazetecilik değil. Fakat onların sesi daha fazla çıktığı için, sanki basın özgürlüğünün sınırlarına da onlar karar vermeye muktedirmiş gibi bakılıyor. Basın özgürlüğünün sınırlarına hükümetler, yargı, köşe yazarları karar vermemeli. Basın özgürlüğünün sınırları konusunda dünyada zaten az çok bir konsensüs var. Gazeteciler şiddeti ve savaşı övmez, kişileri hedef göstermez, ayrımcı bir dil kurmaz. Oysa Türk medyası bunların hepsini yaptığı halde herhangi bir kovuşturmayla karşılaşmıyor. Ne zaman hükümeti veya güçlü bir cemaati eleştirirseniz, o zaman her türlü baskıyla karşılaşabilirsiniz. Gazetecilerin ayrıcalıklı oldukları belli konular var. Örneğin haber kaynağını açıklamaya zorlanamazsın. Türkiye’de zorlanıyorsun. Hükümetin, ordunun, polisin yanlış uygulamalarını açıklayabilirsin. Türkiye’de açıklamamaya zorlanıyorsun. Zaten o yüzden basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye her sene bir kademe daha aşağıya düşüyor. Bu rezaletin sorumlusu gazeteciler değil, bizzat özgürlüğü kısıtlayanlar. Bizim buna karşı yapabileceğimiz tek şey, ısrarla yurttaş gazeteciliği, barış haberciliği yapmaktır. Press filmi de Özgür Gündem geleneğine dayanarak bize bunu salık veriyor aslında.
 


Etiketler: insan hakları
nefret