19/10/2010 | Yazar: Selçuk Candansayar

BirGün’e içtenlikle kızanların yanı sıra vicdansız bir stratejiyle karalayanlar da var.

BirGün’e içtenlikle kızanların yanı sıra vicdansız bir stratejiyle karalayanlar da var. Onların derdi tasası BirGün’ün kapanması, kapanmazsa da en azından Türkiye’deki sol muhalefetin çekim merkezi, işaret direği olma konumundan çıkması.

BirGün, yayımlanmaya başladığından bu yana bin tane hata yaptı evet, ancak tüm bu hatalarına karşın onun içtenliği ve ahlakından yana kimsenin şüphesi olmadı.

BirGün öncelikli olarak ulusal düzeyde yayın yapan gündelik bir gazetenin taşıması gereken ilkeleri hayata geçirmeye çalışan, sadece bir gazete olduğunun altını biteviye çizdi. Gazeteciliğin temel mesleki ve ahlaki ilkelerine sadık kalmak için çaba harcadı. Hata yaptığında özür diledi.

Arkasında ne bir sermaye gücü var, ne de bu güne kadar hiçbir güç yayımlasın diye koltuğunun altına sıkıştırdığı dosyalar, CD’ler, ses kayıtlarıyla BirGün’ün kapısını çalmaya cesaret edemedi. BirGün’ün kapısına kimse bavulla belge bırakamadı. Lütfen dikkat bırakmadı değil, bırakamadı.

İkincileyin ise BirGün sosyalist bir gazete. Doğası gereği hem kimlikler başta olmak üzere özgürlüklerin koşulsuzca yanında ve aynı zamanda sınıf merkezli muhalefetin de sözcüsü. Yine BirGün’ün bin hatasının arasında bir tane bile herhangi bir kimliğin ötekileştirilmesi, değersizleştirilmesi üzerine bir söz bulunamaz. Dili homofobik değildir, ne kadını ne erkeği metalaştıran tek bir haber yoktur. İstenmeden, farkına varılmadan, ima düzeyinde bile olsa bu ilkeleri zedeleyebilecek her söz, öncelikle gazetenin sayfalarında eleştiriliyor.

Demem o ki BirGün koşullar ne olursa olsun her satırına kadar, ezilenlerin, dışlananların, yok sayılanların yanı başında duran bir gazete.

Bu haliyle BirGün Türkiye’de devrimciliğin, sosyalizmin kutup yıldızı olarak parıldıyor.

Zurnanın zırt dediği yer tam da burası işte!

Derdim BirGün güzellemesi yapmak değil; sosyalizm ve devrimcilik kavramlarını yeniden tanımlamak ve çerçevesini çizmek isteyenlerin BirGün’ e olan öfkelerinin kaynağını göstermek.

Bu yeniden tanımlamayı namusuyla yapan ve ilan edenler de var, sözüm onlara değil. Onların samimiyetlerini sorgulamak BirGün’ün işi değil; çözümlemelerine eleştirel bakmak, söyleşip, tartışmak çok değerli olacaktır.

Vicdansız seçkin stratejistler kim peki?

Onlar Türkiye’nin gerçek seçkinleri. Bir sövgü olarak kullandıkları tanımlamayla söylemek gerekirse Kemalist Cumhuriyetin ilk seçkinlerinin aslında  ironik bir durum olarak gerçek çocukları onlar. Ana babalarının Kemalist Cumhuriyet’in askeri bürokratik seçkinleri olması sayesinde en iyi okullarda, en iyi koşullarda okumuş, hepsi de yurt dışı görmüş, bir dönem “bohem” yaşamış, en az bir yabancı dil bilen, kentte yaşayan kuşak.

En önemli özellikleri ise tıpkı Kemalist Cumhuriyet gibi zihinlerinin kopyacı aydınlanmacılıkla kötürümleşmiş olması. Tek bir özgün fikirleri yok; Cemil Meriç’in ‘mustağrip’ olarak tanımladığı gruba dahiller.  Temel karakteri ‘taklit, intihal ve tercüme’ olan ‘Efendisinin ilaçlarını çalıp, şifa niyetine içen ahmak uşaklar’ .

Türkiye ile ilişkileri, topluma bakışları ‘Avrupa görmüş adamın’ bakışı. O bakışın temel mottosu ‘cahil ama sevimli halkın aydınlanmasını bahtiyarlık içinde izlemektir’. Kendi memleketinde bir oryantalist olarak yaşamaya çalışma hali.

Bu anlamda Atatürk’ün bir sözüne sıkı sıkıya bağlı olduklarını söylemek mümkün; ‘Köylü milletin efendisidir’! Eh, Köylü olmasa da bu gün egemenliği elinde tutan ‘köylülükle’ kurdukları ilişki tam da seçkinciliklerine uygun.

Bu günün muktedirlerine bakışları ‘baba parasıyla kolejde okuyan şımarık çocuğun, oturdukları apartmanın kapıcısının çalışkan çocuğuyla kurduğu arkadaşlığa’ benziyor. O kapıcı çocuğunun kendisine öykündüğünden emin ve fakat aynı zamanda kendi babasının disiplininden bunalan ruhu için de bir fantazma imkanı. Babasının ona vermediği şefkati, babasının rolüne girerek çalışkan kapıcı çocuğuna verecek, bu yolla babasından intikam almış olacak! Ama intikam alacağım derken giderek babasına daha çok benzediğinin de ayırtında değil. Üstelik kapıcı çocuğunun ‘büyüyüp adam olduğunda’ ona saygı duymasını ummakla, onu (bir anlamda babasını) yok etmesini arzulamak arasındaki gerilime tutkun.

Kapıcının çocuğunun (köylülüğün), babasının kurduğu Cumhuriyeti nobranca paralamasından haz duyuyor. O zaten bir sonraki aşamaya geçmiş durumda. Zaten ‘batı’da artık başka meseleler gündemde. Batının entelektüel merkezleri ‘dünyanın yeniden büyülendiğini’ söylüyor. Artık ‘demodernizasyon’ moda. Tekrar manevi olana dönüş başlamış batıda. O zaman bizimki de maneviyatçı olmalı. Eh, Türkiye’de maneviyat demek din demek. Dinsel olanla ‘spritüel’ olan arasındaki ayrımın ancak sekülerleşmeden sonra mümkün olabileceğini ne bilsin? Bu ayrımın zihinlere içselleşmediği bir kültürde manevi olanın kaba bir dincilikle sonuçlanacağından haberdar olması mümkün değil; çünkü intihal eden, kopyalayan özü anlayamadığından kopyalar.

Bu kadar ruhiyat yeter, üstelik temel mesele de bu değil. Temel mesele vicdansız stratejistin sınıf karşısında apışıp kalması.

Tekel işçileri Ankara’da toplanınca yaldızları dökülüveriyor. Canım, onlar da kaç zamandır yeni meslek edindirme kurslarına katılıp kendilerini geliştiremediler, demek zorunda kalıyor. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın önünde kravatsız konuşan üniversite öğrencisinin özgürlükçüğüne bayılıyorlar, ama salonun dışında eğitim parasız olmalı derken tekme tokat dövülen öğrenciye söyleyecek sözleri yok. Üstelik o öğrenciyi sevmiyorlar da. eğitim parasız olsun da devlet eğitimi mi üstlensin? Sağlık parasız olsun da halk devletten inayet beklemeye devam mı etsin? Nasıl gelişecek ‘birey’ o zaman?

Converse’li üniversite öğrencisi istiyorlar ama  öyle öğrenci de çok değil. Özellikle üniversitelerde, gençler arasında büyüyen eşitlik, özgürlük, parasız eğitim, YÖK’ün kapatılması taleplerinin Tekel işçisine destek eylemleriyle bütünleşmesine, bağlanmasına katlanamıyorlar. Sosyalizm kendisini yenileyerek yine ve kaçınılmaz bir şekilde sınıf üzerinden yükseliyor ve onların sınıf karşısında yapabilecekleri bir şey yok. Çünkü kendisi bir sınıf olmayan ama sınıf karakteri taşıyan ve Türkiye’de Kemalist Cumhuriyet’in seçkinlerinde ve seçkinciliğinde ifadesi bulan zümreden doğmuş durumdalar.

BirGün’ün yükselen sosyalist solun kutup yıldızı olabileceğinin de ayırtındalar. BirGün’ün bütün o altı binlik tirajına, beceriksizliklerine, hatalarına rağmen sosyalizmin entelektüel mirasını taşıdığını bal gibi biliyorlar. Bütün öfkeleri, çarpıtmaları, küfürleri bu yüzden.

Peki BirGün hata yapmıyor mu? Yapıyor hem de çok. Haftaya çuvaldızı kendimize batırarak bu bahsi kapatmak istiyorum.      
Etiketler: yaşam
nefret