03/07/2024 | Yazar: Esra Ece Kutlu

Gözünü yummak, başını çevirmek, nefreti körüklemekle yok olmayacağız... Dün gettolara sıkıştırdınız, bugün şehrin her çeperindeyiz. Taksim’den başladık, sonra Bağdat Caddesi... Belki bir gün Bağcılar’dan, Esenler ’den haykıracağız “Ayy ayy ayyy! N’erdesin aşkım” diye çığlık çığlığa, daha gür ama hep onurla...

Şehrin hafızası, gökkuşağının yayılımı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

N’erdesin aşkım? Gür ve sokağı inleten; davudi bir ses... N’erdesin aşkım? Önce cılız birkaç kişinin “Burdayım aşkım” cevabı; sonra ses gibi gürleşen bir anda nerden çıktığı belli olmayan; her yaştan yüzlerce insan…

Mekanlar, sokaklar çoğuna, çoğumuza, anılarımıza, algılarımıza yabancı bir semt, yaşam alanları arasında; çatlağını bulan su misali, aynı soydan geliyormuş lakin daha önce hiç karşılaşmamış hısım akrabanın önce çekinik, geçen 5-10 saniyede tüm duvarlarını yıktığı bayram kucaklaşması; dost diyarlarda olduğunu bilmenin huzuru...

İstanbul, Bağdat Caddesi’nde hem katılanların hem semt sakinlerinin garipsemeyle başlayan, yerini sırasıyla merak ve kanıksamanın, hayatın ve bölgenin “normaliymiş” rahatlığının aldığı, 22. İstanbul Onur Haftası’nın ilk anları.

Hatırlıyorum

Gerek trans kadın gerekse de gazeteci olarak; gözümün önünde cereyan eden, bir anda beliren trans kadınları, kadın ve erkek eşcinsel kardeşlerimin; insan zihninin zorlayan kavuşmasını, toplaşma hızını ve azmini hayretle izlerken, anın büyüsüne kapılıp, sanki hep o sarmalın içinde; ortasındaymışım rahatlığına kavuşurken, anılarım da bana oyunlar oynamaya; geçmişi hatırlatmaya, aşina olduğum yüzleri aratmaya başlıyor...

Geçmişle şimdi; İstiklâl Caddesi ile Bağdat Caddesi, sanalından şehrin her noktasına taşınan,  az veya çok  hep yürüdüğümüz ama ille de finalinde işkenceyle gözaltına alındığımız, daha dünlerdeki Onur haftaları belli belirsiz bana oyunlar oynuyor...

Boysan’dı, o! Onun tok “N’erdesin aşkım” sesiyle başlardı; binleri, on binleri bulan; İstiklâl’deki (Beyoğlu), Onur Yürüyüşleri, Pride’larımız...

İlmek ilmek örülen; onlu, yüzlü, binli, on binli insan seline, coşkuya dönüşen, Taksim’in, İstanbul’un ve bizlerin hafızasına yerleşmiş, şimdilerde “Gettolara sıkıştırdınız, şehrin tamamını istiyoruz” isyanımızda vücut bulan; metropolün, şehrin iki yakasına dağılan, kör noktalarına kadar kuşattığımız, İstanbul’un her yeri, ülkenin her noktası...

Kâh ortasından tramvayların, şarkıların, isyanların geçtiği kâh anılar mezarlığında Hande Kader’lerin, Eylül Cansın’ların yüzlerinin belirdiği; Ülker’den, Pürtelaş’tan, Bayram Sokak’tan taşan isyanla doldurulan meydanlar...

Hatırlıyor musun benim, senin, mücadelemizin, var oluşumuza dair haykırışlarımızı, yürüdüğümüz yolların barındırdığı acıları, anıları, kimi köşelerinde attığımız şuh kahkahaları, fingirdediğimiz kadınları, adamları, lubunyaları...

Ne kimse unutuldu ne de yalnızlığa itildi

“Tüm yaşananlar aklımızda, birlikte olduğumuz yürüyüşleri, kaydettiğimiz lubunya yol arkadaşlarımızı, Gezi Parkı direnişinde kaybettiğimiz yol arkadaşlarımızı, Roboski’yi, taşıma oy ile iradesi gasp edilen belediyelerimizi, tutsak edilen vekillerimizi, Berkin Elvan’ı, Ceylan Önkol’u deprem bölgelerinde ihmal nedeniyle hayatını kaybeden binlerce insanı, KHK ile işinden ederek açlığa terk ettiğiniz milyonları, “başıboş” diye yaftaladığınız, canına kastettiğiniz sokak köpeklerini unutmadık. Filistin ve Rojova’daki savaş suçlarını, soykırım ve geleceğimizden çalarak akıttığınız para kaynağını görüyoruz, biliyoruz” devamında; “Polisi kandırmaktan, bizimle uğraşmak zorunda bırakmaktan hiç bıkmadık, şehrin farklı yerlerinde her gün olduğumuz varoluşlarımıza çağrı yaptık O kadar alıksınız ki saçlarımızı savuracağız, ojelerimizi süreceğiz dediğimiz eylemleri yasaklamaya kalktınız.”

Yasaklara dair; “Kermesimizi, konserlerimizi, çay içme etkinliklerimizi, partilerimizi yasakladınız, resmi kararı hala bekliyoruz. Küründen tebligatlarınızı tanımadık bir günde kıta değiştirdik, sabahlara dek partiledik, sokakları örgütledik... Bizi sözde “illegal” ilan edenler duysun: Evde, sokakta, işte, okulda, çarkta, her yerdeyiz. Ne yanlışız ne de yalnız. Bir gün değil, her gün içinizdeyiz. Binlerce polisiniz, helikopterleriniz bizi durduramaz. Şehrin tüm sokakları bizimdir. Yaşasın lubunya dayanışması!”

Düzenleyicilerin basın açıklamasının bir bölümü böyleydi. Ayrıca Cumartesi Anneleri/İnsanları da unutulmamış; ezilen, yoksulluğa itilen Türk ve Kürt halklarına değinilirken, siyasilerin, siyaset üzerinden zenginleşmesine dair de göndermeler bulunuyordu.

Her türlü mazeret ve kaygılarla katılamayan, içinde coşkuyu taşıyan, her yerdeki lubunyalara de selam yollarken, eski kalabalık yürüyüşlerin de yakında olduğu umudunu aşılamaktan da geri durmamıştı komite.

Haziran’ı uğurlarken

Kitleden, yürüyüşten ilerleyen dakikalarda haberdar olan kolluk güçleri, kitleyi dağıtıp kovalarken, Bağdat Caddesi’nde gösterici kovalamaya, göz altı yapmaya çalışırken, o sırada LGBTİ+’lar cadde üstündeki bir binadan dev gökkuşağı bayrağını sallandırmaktaydılar.

Tertip komitesine ulaşan, gözaltına alındığı bilgisi geçen 11 kişi, gece geç saatlerde Vatan Emniyet’teki ifadeleri sonrası serbest bırakıldı.

Basın açıklamasının okunduğu noktaya, bir süre sonra polislerin yığınak yaptığını görünce” N’erdesin aşkım? Sen gelene kadar, biz yürüdük ayol” dememek için kendimi zor tuttum.

Kasabın bıçağına aşık, oysa kendi “ötekiliğini” unutan; küçük bazı esnaf abiler-ablalar; “Şu tarafa gittiler. Sanki şuraya bi şey bıraktılar, bi bak” vs söylemleriyle “Benim esnafım gerektiğinde polistir” düsturuna da uygun davranıyorlardı...

Muhtemelen liseli olan, 3-4 kişilik cici bey ve hanımların olduğu minik gruptan, daha bıyıkları terlememiş bebek yüzlü bir ergen de dağılmış kitlenin arkasından “N’oldu, niye kaçıyorsunuz? Helal olsun polisime” gevelemesiyle tribünlere oynuyor; belki de gruptaki kızlar arasında popülerlik elde etme çabasındaydı... Unuttuğu, göremediği; eylemciler, az önceki LGBTİ+ kitleler arasında da yaşıtları, yaşça yakınlar da vardı; politik bilinçleri olan, hak mücadelesi veren...  

Bilinenin faş olduğu; sözüm ona milliyetçi, sığ ve ergen dimağlar varken, bir süre daha bizlerin hayatı, LGBTİ+ hakları mücadelesi yakın zamanda da zor ve de meşakkatli geçecek lakin güneşin doğmak gibi huyu; Bağdat Caddesi’nin nasıl ki her sokağı sahile iniyorsa, gökkuşağının, cinsiyet kimliklerinin, cinsel yönelimlerin hayatın artık “olağanı”, “normali” olacağı günler de ufukta...

Zembille inmedik; Sema Anne’nin, Ömer Amca’nın... çocuklarıyız, dahası belki sıra arkadaşınız, bütün gün mesaiyi birlikte doldurduğunuz iş arkadaşlarınız, çarşı pazarda aynı ürüne uzanan eller, yaşamın zorluğundan, hayatın pahalılığından dem vurduğunuz konu komşu, hayatın her alanında gördüğünüz yüzleriz.

Alışın demiyoruz artık, alıştınız. Bi dönem adımızı, topluluğumuzun adını zikredemezdiniz; nefret körükleyen ama öyle ya da böyle her an bizleri dillerinden düşürmeyen köhne, fobik, cinsiyetçi politikacılarınız sayesinde; varlığımızdan, sizin deyiminizle “LGBTİ”, “belki kadın mı kız mı belli olmayan” yahut “karı gibi kıvıranlar...”  

Evet, hepsi biziz! Yönelimlerimiz, kimliklerimiz, coşkularımız, acılarımız, varoluşa dair sancılarımız farklı lakin buralı, bu ülkenin vatandaşı, insan olmanın getirdiği haklarını isteyen LGBTİ+’lar, ötekiler ve azınlıklarız...

Gözünü yummak, başını çevirmek, nefreti körüklemekle yok olmayacağız... Dün gettolara sıkıştırdınız, bugün şehrin her çeperindeyiz. Taksim’den başladık, sonra Bağdat Caddesi... Belki bir gün Bağcılar’dan, Esenler ’den haykıracağız “Ayy ayy ayyy! N’erdesin aşkım” diye çığlık çığlığa, daha gür ama hep onurla...

Özne, öznedir, gazeteci dahi olsa, kendini soyutlamak zor yahut ben soyutlayamıyorum. Eylem sonrası, kimi meraklı bakışlara veya anlamlandırma çabalarına rağmen; eve dönerken bindiğim Marmaray’da, Metrobüs’te gökkuşağı flamam kolumdan hiç çıkmadı. Hoş; “makul ve mübâh” trans kadın olmasam, gazeteci olmasam yahut yapabilir miydim, bilinmez? Öyleyse, bu zırhlarımı kullanmanın, bayrağı ileri taşımanın kime ne kötülüğü olur?

Kim olursak olalım; hayat dediğimiz hep bir bayrak yarışı, bulunduğumuz dünyayı daha ileri götürme, yaşanabilir ve özgür yarınlara taşıma yükümlülüğü değil mi?

Bakalım, gelecek yıllarda gökkuşağı nerenin, hangi semtin üzerine doğacak, birilerince çöpe dahi atılsa bayrağımız hangi kaldırımları süsleyecek, nerelere parfüm kokularımız sinecek, ojelerimiz, ruj izlerimiz nerelere bulaşacak?

sandikta-donme-var-1

Bu yazı, Türkiye Avrupa Vakfı’nın yürüttüğü SAHNE projesi kapsamında Avrupa Birliğinin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla yazarın sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.


Etiketler: insan hakları, onur yürüyüşü, sahne projesi
2024