24/11/2009 | Yazar:

Ayrımcılığın dibine vurulduğu, ağızlardan nefret söylemlerinin eksik olmadığı günlerden geçiyoruz aylardır.

Ayrımcılığın dibine vurulduğu, ağızlardan nefret söylemlerinin eksik olmadığı günlerden geçiyoruz aylardır. Yazarından siyasetçisine hatta bilim insanına kadar her köşeden fütursuzca yapılan konuşmaların hızına yetişmek neredeyse imkânsızlarda. Bir taraftan Kürt açılımı ile ilgili görüşmeler devam ederken, öte yandan yapılan gerici yaklaşımlara “mahlûkatça konuşmalar” kontamine oluyor. 

Yazarın “teki” (Serdat Turgut-Akşam gazetesi) seksizmin doruklarında uçup Kürt sorununda yaptığı kafa tasçılığı yetmezmiş gibi, Ertuğrul Özkök gibi “nefret kusan” gazetecilerden aldığı terbiye ile “edepsiz” Amerikan yazarlarına özenip yazdığı “PKK teröristi olmadığıma pişmanım” başlıklı yazısındabir Kürt kadın sanatçı için “Dağa kaldırıp seks kölem haline getirirdim” diyebilme cesaretini gösterebiliyor! Bu da yetmezmiş gibi, yediği haltın “farkındalığı” ile kendi narsist ve egoist kişiliğinden taviz vermeyip, kendince, zeki yazılar yazdığını, sanatçının da bu zekâya sahip olabileceğini düşündüğünü söylüyor. Yine de esprinin anlaşılmamasına karşılık “özür diliyor” ve karşı tarafı yani okuyucularını ve sanatçıyı “geri zekâlı” addedebiliyor.
 
Diyanet İşleri, laik bir ülkede olmaması gerektiği bilincini bir tarafa bırakıp bilimsel mevzulara dahil olarak “üç-beş” kendini bilmez, ne idiğü belirsiz psikiyatrı toplayıp eşcinselliğin kimlik bozukluğu ve sapkınlık olduğunu, kadın hareketinin ise kadınların aşağılık ve eksiklik duygularıyla ilgili olduğu hükmüne pek tabii(!) varabiliyor. Bu kendini bilmez psikiyatrlar topluluğu, WHO (World Health Organization) Dünya Sağlık Örgütü ve American Psychological Association (APA ) Amerikan Piskologlar Birliği'nin eşcinselliği yıllar önce hastalık gündeminden çıkardığından bihaber olabiliyorlar.
 
Pek “mülayim” Eski Büyükelçilerimizden CHP'li Onur Öymen, Kürt sorunun çözümüne ilişkin, “pek yapıcı” önerilerini sunup, kan seviciliğini basına ve kamuoyuna deklare edebiliyor. Barış ortamı için her kesimden sağ duyunun gösterilmeye çalışıldığı şu günlerde, AKP'nin açılımdaki negatif ivmeli hareketindeki oy faktörü gibi, milliyetçi oyları yedeklemeye çalışan CHP'li Öymen de; açılımın teröre karşı taviz olduğunu savunup, Terörle Mücadelede onbinlerce insanın öldüğü Dersim olaylarını örnek olarak verebiliyor!
 
Yargıtay 2. dairesi “'namus' fetişini” tescilliyor! Evlenecek kadında bulunması gereken vasfa “bekâret”i ekleyip, çekinmeden “Erkek”liğini gösterebiliyor. Erkek egemen bir toplum içerisinde yargının da kendi “rolü”nü üstlenmiş olması, yargı yolunda “kadın bedeni”nin yeri-önemi-anlamı anlaşılmış oluyor. “Cahiliye” döneminden kalma yargımız, ergenlik yaşına kadar enfeksiyonlara karşı mevcut olması gereken vajinal bariyeri bir Namus Marker'ı gibi kullanıyor ve cinsiyetçi ayrımcılıkta erkek egemen sistem en büyük “hazzını” yaşıyor.
 
Ayrımcılığın ve ırkçılığın her ortamda çekinmeden yapılabildiği, üstüne “absürd” gerekçelerle savunulduğu, iktidarın silik ve sinik bir şekilde kendi hegemonyasını kurmaya çalıştığı, bunu yaparken de sağlam argümanları gevşek temellere bağladığı, güç dengelerini kendi lehine kurmaya çalıştığı, muhalefetin durumu teşhir etmekten öte ayrımcılığa ve ırkçılığa teşvik ettiği, kimi sol grupların dar alanda kendi beyin bariyerlerinde kısa paslaşmalar yaptığı, gün be gün daha da ağırlaşan vakaların tezahür ettiği günlerden geçiyoruz! Ama hâlâ; Seksizmin / Hetroseksizmin / Faşizmin kısacası ayrımcılığın olmadığı bir yaşamı tahayyül etmeye de devam edebiliyoruz!
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam