19/07/2011 | Yazar: Özlem Sönmez Ertem

Yılda bir kez düzenlenen Fransız Bisiklet Turu sayesinde, enfes bir yolculuğa çıkarız. 21 gün süren turda, etapların profili değişse de, günde ortalama 200 km yol katederiz.

Bizim evde televizyonun en çok kullanıldığı ay temmuzdur. Elimizde kâğıt, kalem ve haritalarla, bir gün canlı canlı seyretmenin hayalini kurarak, 3 hafta süren bir festivale eşlik ederiz. Yılda bir kez düzenlenen Fransız Bisiklet Turu sayesinde, enfes bir yolculuğa çıkarız. 21 gün süren turda, etapların profili değişse de, günde ortalama 200 km yol katederiz. Caner Eler’le birlikte, hayatın tam ortasına düşeriz. Sadece bisikletçileri değil, seyircileri, doğayı, hayvanları, karavanları, ona çok yakışan ifadesiyle "selamlarız." Ben de bugün, yaklaşan heyecanlı dağ etapları öncesi, dün akşam rastladığım bir kitaptan bahsetmek istiyorum.
 
Garth Battista editörlüğünde 2004 yılında yayımlanan “Bicycle Love: Stories of Passion, Joy and Sweat” isimli kitap, merkezinde bisikletin bulunduğu 62 kişisel hikâye içeriyor. Her bir bisikletçinin kendi iç dünyasını yansıtan yazılar, bisikletin hem fiziksel hem de zihinsel olarak hareket ettiren, baş döndüren, sersemleten, tüketen ve mest eden yönünü öne çıkarıyor. Michigan’da klinik psikolog olarak çalışan Sally Palainan’a ait aşağıdaki alıntı, tam da bu çerçeveyle örtüşüyor. Bu kayda görsel katkı sağlayan yandaki fotoğraf ise, geçtiğimiz pazar günü 100 km yol yapan ve bu yaz Ayvalık’tan Bodrum’a bisikletle seyahat edecek olan kuzenim Esra Ertan’a ait. Bu metne yakışan şekliyle, ikimizin de TERSTEN yaptığı iç yolculuğu hatırlatıyor. Kurduğumuz ortak dilin bisikletle sembolleşen ifadesi olarak ve henüz bisikletle tanışmamış olanlar için paylaşıyorum:
 
Esra Ertan

“1993’te, 35 yaşımda, doktoramı bitirdikten 1 ay sonra, bisikleti teknik olarak nasıl daha etkili kullanabileceğime dair bir ders aldım. Henüz taytım yoktu ama iyi bir öğrenci olarak kitabı edinmiştim. O zamanlar bisikletin hayatımı bu kadar değiştireceğini düşünmemiştim. Şimdi dönüp baktığımda, Harry Potter ya da binlerce yıl gibi gelen psikoterapi seansları kadar değil belki ama, kesinlikle ilk üç sıradaki yerini alır.
 
Bisikletlerimizi sınıfa getirmemiz istendiğinde bunu garip bulmuştum. Eğitmenimiz mesafeyi söylememişti ve bu, kesinlikle onun hilesiydi. Daha yol bilgisayarları ve mesafeler konusunda takıntılı olamayacak kadar gençtik. Hız konusundaki aç gözlülüğümüz daha uyanmamıştı. Bundan gerisi artık tarih oldu. 
 
Yılın sonunda kendime mezuniyet hediyesi, Trek marka bir bisiklet aldım. Satış görevlisi, “Bizim yaşımızda bu aldığımız son bisiklet olabilir” diyerek, 400 dolar daha fazla vermem konusunda beni ikna etmeye çalıştı. Hâlbuki ben daha yeni başlıyordum!
 
Ben bir psikoloğum. İnsanlar bana işimin depresif olup olmadığını sorduğunda onlara, “Evdeki en iyi koltuk benim. Orada oturmak bir ayrıcalık,” diyorum. Ama yanılıyor da olabilirim, belki de en iyi koltuk SELE.
 
Hayatım boyunca hep ’aradım.’ Budistlerle meditasyon yaptım, Sufilerle dans ettim. Ama bisiklete binmek bunların hepsinden daha fazla şey öğretti bana. Bisiklette güzellik vardı: Yaz, kış, ilkbahar, sonbahar… Hayvanlar sonra. Oradan oraya koşturan, birbirlerinden kaçan ya da beslenen. Ölen ya da çürümenin her aşamasında olan. Güneş, yağmur, kar, rüzgâr… Uçuşan yapraklar, açan çiçekler, ağaçlarda tomurcuklar. Birbiriyle konuşan komşular, kavga eden çocuklar, gözünüzün kaldığı evler, tamir edilen yollar, bozulan kaldırımlar. Her gün başka bir ilerleme/gerileme görüyorum. İnsanların ne kadar çöp attıklarını bir de. Elimde değil, bütün çöplere bakıyorum. Hareket ettirdiğim bu araç, her şeyi içime almamı sağlıyor. Bisiklet üzerinde hayat daha güzel görünüyor.
 
Bisiklet ile susuzluğu, tuzlu teni öğrendim. Mendil kullanmadan da sümük atabiliyorum artık. Terli günler, sümüklü günler, ayaklarımın donduğu günler, yağmurlu günler… Acılı günler, her şeyin parça parça olduğu günler. Ne kadar uğraşsanız da yavaş gittiğiniz günler ve neden bu kadar hızlı gittiğinizi anlamadığınız günler. Tepeler var. Ya da sadece öyle görünenler. Keşfedilmemiş rotalar, yeni arkadaşlıklar var.  Yalnızlık var sonra. Tek başına söylenen şarkılar, hatta bisiklet üzerinde edilen danslar. Kollarımı çeviriyorum, uçacakmış gibi açıyorum. Çocukken öğrenmiştim ellerimi bırakarak sürmeyi. Gidona iki taraftan ip bağlayıp ata arabası sürer gibi yapardık.
 
Endorfin pompaladıkça fikirler içimde seranat yapıyor. Pedal çevirdikçe karmaşık matematik hesapları yapıyorum. Bir gece önce gördüğüm rüyamı düşünüyorum. Kaybettiğim babamla konuşuyorum. Bazen geleceğim önümde kristal netliğinde oluyor. Kendimi sevilesi ve seven biri olarak görüyorum.  
 
Yaz yeşili içinde pedal çeviriyorum. Buradayım. Kolayca sakinleşmedim. Tüm güvensizliklerim, reddedilişlerim, yaralar, hayatın dayanılmaz olduğu acı dolu yıllar. Annemle ettiğim bütün kavgalar ve ancak şimdi sahip olduğumuz neşeli kahkahalar. Ardı ardına daireler çevirirken, rüzgar sessizlik/sesler ve umut içinde, birinin artık bütün kalp acılarımın geride kaldığını öngörmesini dilerdim. Ama gerçek şu ki, kimse rüzgarın ne zaman yön değiştireceğini bilemez. Hayatta mutluluk ve zevk var, biliyorum. O yüzden sadece ’atı’ sürmeye devam edip tutunmak gerektiğini düşünüyorum."

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam