10/01/2021 | Yazar: Beren Azizi

O “haklı” davalarında tam çok şık bir resim verecekken ele güne karşı, işin içine LGBTİ+ girince nasıl da hayal kırıklığına uğruyorlar.

Sempatik kayyum ve terörist öğrenci Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

BİRLİK VE BERABERLİĞE EN İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ ŞU GÜNLERDE gene çok ilginç bir Türklük ve Erkeklik Sözleşmesi kriziyle – ve terörist olmamız hususiyetiyle – ortadan ikiye ayrılmış durumdayız: Bu sempatik, yüreği sıfatından güzel kayyuma karşı çıkarken kendimizi dışarıya kötü yansıtmamak için, efendime söyleyeyim içimizdeki provokatörlere aman ha dikkat etmek için, sonracıma Boğaziçi öğrencisine ve kültürüne yakışır ve apışır şekilde tepkimizi ortaya koymak için falan filan kaç takla atsak, daha ne kadar devletçiliğin dibine dibine vursak acaba krizi!

Aklıma 2019 yılında, Kapıkule sınır kapısındaki tır şoförlerinin “Ne istiyoruzzzzzz! Bilmiyoruzzzzz! Ne zaman? Şimdiii!” histerisiyle ne yapacaklarını bir türlü bilemedikleri protestoları geliyor. Küçük, basit ve unutulmuş bir protesto ama Bourdieu sosyolojisi manasında habitusumuza dair çok şey anlatıyor, anlayana tabii, anlamayana Melih Bulu az.

Neyse Kapıkule’de tır şoförlerinin bir demokrasi denemesi sıyırışı şöyle gelişiyor:

Üç gündür bekleyen tır şoförleri bir anda eylem yapmaya karar veriyorlar, bekleme süresini protesto etmek için. Canların tak etmiş adamların… Ahmet Hakan’ın vasat tabiriyle “organik bir protesto”, yani öyle iç-dış mihrak-iltisak falan yok, ama biliyorsunuz arayan belasını da bulur mevlasını da icabında “terörle iltisakını” da. İltisak Fizan'da olsa gidip almak en iyi bildiğimiz şey! Neyse tır şoförleri %100 organik protestolarına devam ederken hooop jandarma geliyor! Önce şoförler "Komutanım hırsızlık yapmıyoruz, hakkımızı aramayalım mı?" diye direnmeye, müzakere etmeye çalışıyorlar; ama nafile! Aranan iltisak yoktan var ediliyor! Şoförlerden biri eline megafonu kaptığı gibi diğer şoförlere "Arkadaşlar bu askerler bu polisler bizim kardeşimiz!!! Lütfen olay çıkarmadan dağılalım!!! Bu kardeşlerimizle yüz göz olmaya değer mi!!!" diye barım barım bağırarak saçını başını yoluyor. Havasına suyuna…

İşte Boğaziçi’ndeki manzara da, elit-melit, üç aşağı beş yukarı buna dönmüş durumda. Birileri eline mikrofonu almış kıçını yırtıyor “Arkadaşlar!!! İçimizdeki provokatörlere dikkat! Dikkat dikkat!” diye. Mesela Ekonomi Bölüm Başkanı zat, Ünal Zenginobuz. Bu zat, Cüneyt Özdemir’in kafası güzel canlı yayınlarından birine Rektör Atama Gündemi ünlülerinden biri olarak katılıyor ve diyor ki, diyemiyor daha doğrusu:

“Fırsat bulup Boğaziçi üzerinden… Başka eee… Eee şiddet… Polise karşı çıkmak…! Boğaziçi öğrencilerinin bununla en ufak bir alakası yoktur, bunu lütfen ayıralım!”

Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı. N’eyle alakası yok? Neyi neyden ayırıyoruz amca? Ortada dikkat ederseniz cümle diye bir şey yok, key word’ler var, işin ilginç yani gayet de yeterli bence anlaşmamız için: Fırsat! Başka! Şiddet! Polise karşı! Ben mesela net anladım. “Bunlaaaaaar terörist!” diyor. Anlayışımızı geniş tutarsak DHKPCEHAPEHDPKKLGBTİ+ & Canan Kaftancıoğlu kapatılsın sonucuna ulaşabiliyoruz. Kelimeler yetmez böyle bir aşka. Sabile… Ayrılamayız.

Şöhretin basamaklarını zamanı gelen herkes gibi on beş dakikalığına da olsa çıkmış bu Ekonomi Bölüm Başkanı zat, katıldığı başka bir programda da eski kayyumu ne kadar çok sevdiğini yenisine bir türlü ısınamadığını anlatıyor. Gene ortada cümle falan yok tabii, ama biz gayet iyi anlaşıyoruz, sıkıntı yok. Sabile. Diyor ki,

“Tabii karışşş… Tırmamak lazım. Yani şimdi Mehmet Hoc… Ce… Kayyum… Yani.. Şimdi… Şimdi kayyu diyosak… Yani… Bunlar biraz hakikaten… Tazsız. Ben çok yakın çalıştım Mehmet Hoca’yla… Artı Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör oluşu da öyle tepeden inme, şimdiki gibi, bir sabah uyandık, yatak odanızda birisi var, ben işte burada oturmaya geldim gibi değil!”

Bu Türkçesiyle yeni rektörle de çok iyi anlaşacağını düşünüyorum kendisinin. Ayrıca birinin beyefendiye Boğaziçi’nin beyefendinin yatak odası olmadığını hatırlatması lazım. Ve yatak odasında görmek istediklerine “rektör” istemediklerine de “kayyum” diyemeyeceğimizi de lütfen. Ona göre karar vermiyor öğrenciler. Orası bir üniversite ve kendi kararlarını siyasi iktidarlardan bağımsız, özerk bir şekilde vermek istiyor. Mesele beyefendiye kayyum beğendirememek değil yani. Bunun Mehmet’i Melih’i yok. Ce… Kayyum! Yeni kayyumu eleştirirken eskisine sevgi seli sunmak da tam Türkiye tipi yerli ve milli bir gaza gelme... "Aslanım beee helal, bu vatanın evladısın, derdiniz siyaset değil, ortalığı karıştırmak değil, gerçek milliyetçi sizsiniz!" diye kahvehanede erkeklikleri övülsün istiyor sanırım. Bayılırlar “asıl milliyetçi sizlersiniz” gibi bir iki iltifat duymaya. Sizi bu kafayla daha çok kayyumlarla çalıştırırlar beyefendi.

Öyleyse odadaki fili konuşalım artık.

Kayyum direnişinin, Türklük Sözleşmesi açısından değerlendirilmesi gerekiyor. Eylemler başladığından beri, Barış Ünlü'nün sözünü ettiği, potansiyel ödül ve ceza mekanizmalarının gayet iyi bilinmesi sebebiyle Türklük Sözleşmesi'ne uygun bir protestonun yapılmasıyla akademik özgürlüklere uygun bir protestonun yapılması arasında sıkışıp kalanların fabrika ayarı devletçiliklerinde boğuluyoruz. Etnik ve cinsel öteki alerjisi elitinden melitine herkesin elinde, dilinde, belinde. “Gençler sizlerle gurur duyuyoruz, aydınlık geleceğimizsiniz.” cümlesinin hemen ardından “Haklıyken haksız duruma aman ha düşmeyin! Sizi kötü yansıtacak ‘şeylerden’ uzak durun.” cümlesi geliyor. ‘Şeyler’ burada Sözleşme dışı kalan her şey oluyor.

Efe Beşler’in Agos’taki yazısından şöyle bir blok alıntı yapayım, TIRNAK İŞARETLİ:

"Ünlü’ye göre, ‘Türklük Sözleşmesi’ne uyan kişi potansiyel ödül ve       ceza mekanizmalarını gayet iyi biliyor. Ödülden kasıt siyaseten tabu olan    konulara dokunmadan ya da kenarından geçerek, belli imtiyazlara sahip         olduğunu bilmesidir. Bu, sınıfsal olarak da, en zenginden en fakirine kadar,         yer yer farklı olsa da, geçerli bir kurallar seti. Yani bu sözleşmeyi         içselleştiren bir Türk, iş bulabiliyor, toplumsal hayatın çeşitli alanlarında   yerini sağlamlaştırabiliyor, yükselebiliyor, statü kazanabiliyor. Bu imtiyazlar    seti ile kendi konforunu garantiye alıyor. Yeter ki devletin engel koyduğu        alanları aşmasın. Ermenilerden, Ermeni Soykırımı’ndan, Dersim          Katliamından (son dönemde soykırım da denmekte), Kürtlerin   bastırılması ve dilinin yok sayılması gibi konularla ilgili herhangi bir          eleştirel yorum veya duygudaşlık yapmasın."[1]

Bir de tabii Erkeklik Sözleşmesi var. Eylemler başladığından beri başa bela olmuş bir dert oldu LGBTİ+ görünürlüğü. Nasıl da korkuyorlar “BOĞAZİÇİ’NDE MESELE REKTÖRLÜK DEĞİL! SAPKINLAR İŞ BAŞINDA!” diye yandaş ve meczup medyanın manşetlerini süslemekten… O “haklı” davalarında tam çok şık bir resim verecekken ele güne karşı, işin içine LGBTİ+ girince nasıl da hayal kırıklığına uğruyorlar. Bin tane laf-söz çıktıkça nasıl da ne diyeceklerini bilemiyorlar… Ama nasıl! E çünkü hop diye Erkeklik Sözleşmesi’nin dışında kalıveriyor. Ne saygı kalıyor, ne itibar, ne şıklık, ne “eylemin gerçek amacı, ne “sağlıklı gençlik”, ne de “aydınlık yarınlar”…

Balık da baştan kokuyor üstelik. Boğaziçimizin akademik etiğinin ve dürüstlüğünün yüz akı genetikçi profesörümüz Nesrin Özören malumunuz. Üçüncü Reich'ın ırkın üstünlüğüne saplantılı ve eşcinselliğe takıntılı "sadık" akademisyenlerine beş kala bir genetikçi... Neredeyse Himmler gibi mesela… "Bilimsel"-ahlaki söylemleriyle bir saplantı içinde. Ülkenin gücünü arttırmak için buyurgan ratio sexualis saplantısı... Bir ulusu küçük düşürme tehlikesi taşıyan eşcinsellik soysuzluğundan, ari gençliği korumak için her şeyi yaptırabilen derin bir saplantı… Meine Ehre heißt Treue! “Kromozom setini beğenmeyenler, genetiğine savaş açanlar” dediği eşcinseller için çözüm önerisi nedir acaba bu profesörümüzün? Ona göre Amerika’nın veya Çin’in tamamı gay olabilirmiş, onu hiç üzmezmiş; ama Türkiye’de moda haline gelmesini hiç istemezmiş. Bu “moda akımının” önüne hangi yöntemlerle geçmeyi düşünürdü acaba?

Yani öyle takiyyeci bir şekilde “boş yere hedef gösterilmeyelim şimdi, ne gerek var, yoksa çok severiz legebete” niyetiyle ele güne karşı tepki çekmeyen, temiz ve beyaz protesto talep edilmiyor. Baya belirli tip bir maskülenliğin sözleşmesi var bu ülkede. Bu Sözleşme’nin onayladığı cinsiyet düzeninin dışında kalan her cinsiyet haysiyetler hiyerarşisinde yerin dibine sokulacak ve ikinci sınıf alt tür olduğu ona sürekli hatırlatılacak ki Üst-Cinsiyete cukka cukka cukka gelsin onaylar, sırt sıvazlamalar, sırtı yere getirmemeler… Ben Griffin'in, Connell'in hegemonik erkeklik kuramını alıp eleştirerek yeniden kurduğu makalesinde şöyle malumun ilamı bir ifade var: “Devlet sadece kabul edilemez maskülenlikleri cezalandırmakla kalmaz, aynı zamanda daha kabul edilebilir maskülenlik formlarını onaylar veya ödüllendirir.”[2]  Bu şu demek! Erkeklik Sözleşmesi’nin onayladığı cinsiyete uyanlar iş bulabilir, toplumsal hayatın çeşitli alanlarında yerini sağlamlaştırabilir, yükselebilir, statü kazanabilir. Bu imtiyazlar seti ile kendi konforunu garantiye alır. Yeter ki devletin engel koyduğu alanları aşmasın. LGBTİ+’dan bahsetmesin!

Yalnız gerek Türklük Sözleşmesi’nin gerek Erkeklik Sözleşmesi’nin “ödüllerinin” tüm topluma bir bedeli de var: Demokrasi & Barış & Hukuk & Eşitlik & Adalet & Huzur & Refah… Ne’yi kaybedip şu an aramaktaysan yani.

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır durumu özetlemiş, diyor ki “Kürt meselesi denen şeyi şöyle tarif etmek de mümkün; Türkler, kendilerine dair kararlara katılım haklarından kendi rızalarıyla fedakarlık ediyorlar. Kürtler de aynı haklara sahip olmasın diye kendi yetki ve sorumluluklarından vazgeçiyorlar. Dolayısıyla Kürt meselesi artık yalnızca Kürtlere değil Türklere ve Türkiye’ye de dair bir mesele”[3]

Arttırıyorum! Üniversiteler için YÖK’çe yasaklı toplumsal cinsiyet meselesini de aynen böyle tarif etmek mümkün.

Dolayısıyla eli yüzü düzgün protesto yapılsın diye, ona buna iyi bir imaj verelim diye Kürt meselesi, toplumsal cinsiyet meselesi gibi meselelerden feragat etmek kendi demokrasisinin ayağına sıkmak mı diye oturup düşünsün herkes. Bu meseleler "bizim" meselemiz mi "onların" meselesi mi? Türkiye kalkınmasına, demokrasisine ve refahına dair bir soruyu cevaplama sorumluluğu almayan boş konuşuyor demektir. Ekonomi bölüm başkanları dahi “Fırsat! Başka! Şiddet! Polise karşı!” diye zırva lakırdılarla sade vatandaş raconu kesip korkusundan kafasını kuma gömüyorsa işimiz iş. Ortalık gözaltında işkence ve tecavüz tehdidi beyanlarınla dolmuş kimse gık diyemiyor ama akademik özerklik gibi boyumuzdan büyük işlere kalkışmışız. Kısmet…

Bir Boğaziçili öğrenci arkadaş şöyle demiş: “Bugün Ankara’da eylemdeydik, ne PKK marşı söyledik, ne de polise taş attık. Hepimiz Boğaziçi’nden öğrencilerdik. Yine de tertemiz dayağımızı yedik, tutuklandık. In case you want to know, this is how things work now in TC.”

Hah aynen böyle işte! “Komutanım hırsız değiliz, biz de bu vatanın evladıyız”cılara duyurulur. İltisak Fizan'da olsa ayağınıza geliyor itinayla. Önce elit olursun, sonra paçoz. Tabii en nihayetinde ne kadar evirip çevirip kıvırıp çalkalasa da bir Boğziçilinin asla kaçamayacağı o korkulu rüyası gelir çatar kapısına: Hem sempatik hem yakışıklı, doğrusu çok mert bir delikanlı olduğu kadar BİR DE METALLICAYA GÖNÜL VERMİŞ kayyuma karşı TERÖRİST ÖĞRENCİ!

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam