12/03/2021 | Yazar: Dilane

Has bir ilişkilenme, eksik olanı unutmayan bir ikili; klik olanın değil, yaşama ve umuda dair mümkünlüğün açık kapısı Feinberg'in kelimelerinde hayat buluyor.

Sevici Türküsü Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Kitabın kendisi kadar onu edinmenin de hikayesi var, olabiliyor. Gündelik hayatın nasılsa öyle olduğu sıradan bir anda, hikayenizle ortaklaşan bir kitabın sizi bulması, hikayenizi size hatırlatması gibi.  İç benliğinizin ışıklarını yakması belki.

2014 senesinde benimle tanışan -pandemide yeniden okuduğum- Stone Butch Blues/Sevici Türküsü kitabın hikaye ortaklığı, ışıklar meselesi böyleydi. Benimle tanışan diyorum, çünkü bir sahaf festivalinde kitapların ve sahafiye malzemelerin arasında dolaşırken "aradığın kitap yok ama senin seveceğin başka bir kitap var" diyen, bir sahafçının aracılığı ile başladı mesele. Benim "seveceğim" kitaba çekimser bir "olur, bakayım" dememle, ellili yaşlardaki, iplik gözlüklü sahafçı adamın depoya koşması bir oldu. Rafta kaldıkça eprimiş kitabı getirdiğinde, çaktırmadan şok oldum. Teorik başka bir kitap ararken, saçlarım da çok kısa değilken nasıl ifşa olmuştum. Bu kitabı nereden biliyordu, benim hoşlanacağımı nasıl anladı, alnımı düşündüm yazıyor mu diye. Kendini gizleme emeğine hidrosantralvari enerji harcadığınız zamanlarınız sıksa -olmuşsa- kedi gibi garip hareketleriniz olabiliyor. Yadırgamamak lazım, kendinizi diyorum.

Diğer yandan sahafçının tavrı var; bir kere çok rahat, okurun heteroseksüel olmayan ilgisini hesaba katıyor. Açığa çıkarıp sizi yerinizden eden değil, sizin de varolabileceğinizi hesaba katan bir rahatlık. Sizi utanç içinde bırakmadan, "seversin" diyor. Bence utancı da iki sefer düşünmek lazım, başkalarıyla ortak sorumluluklarınızı düşünmeye, itici tavrınızı fark etmeye vesile olan bir utanma. Bir de güzelleştirici olmayan, yola devam etmenizi kurcalayan, rutininizi kepaze eden bir utanç. Biri ortaklık kurar, diğeri ateşlere salar. Sonuçta nelere mal olduğunu yaşayan biliyor, özne siyaseti bundan hayati.

***

İşçi sınıfından Amerikalı-Yahudi olan komünist transgender* lezbiyen aktivist yazar Leslie Feinberg Türkçeye Sevici Türküsü olarak 2007'de çevrilen bu ilk romanı 1993'te Amerika'da yayımlanıyor. İngilizce'de Stone Butch, maskülen/erkeksi/erkek gibi/sert lezbiyen kadın manasında. Bizde erkek fatmaya denk.  Seviciyse, TDK'da "kendi cinsinden kimselerle cinsel ilişkide bulunan kadın, ablacı, lezbiyen" olarak tanımlanıyor. Blues da temeli Afrika'ya dayanan "acının ifadesi" anlamında kullanılan melâli bir müzik türü. Feinberg daha sonraları kitabını, kendisini beyaz bir neo-Nazi saldırgana karşı savunduğu için hapse tıkılan genç bir biseksüel trans kadın ve aktivist olan CeCe McDonald'a ithaf ediyor. Kitabı Türkçeleştiren Cemile Çakır ise tınılı, lakonik bir çeviri yapmış bence. Çevirmen kendini eşcinsellere karşı suçlu hissettiği için bu kitabı Türkçeleştiriyor aslında. Şöyle diyor: "Edebiyat bizim dışımızdaki insanlara açılan, onları yakından tanımamıza yol açan bir penceredir ve ben, bu kitapta bu pencereden bambaşka bir dünyayı gördüm, onların acısını duydum, bilmeden hayatımın herhangi bir yerinde bu acıya katkım olmuştur korkusunu yaşadım. İşte bu kitabı Türkçeye çevirme amacım da bu oldu." Kendinden olmayanı "umursamak", zamanın bir yerinde incittiğini düşündüğün, olabileceğini hatırladığın kırılgan insanlara dokunmayı kişisel sorumluluğunda hissetmek; çeviriyle "işbirliği" yaparak destek vermek pırlanta gibi bir iş değil mi? Zaten hikaye/hikayelerimiz böyle böyle toplanıp bir eder etmiyor mu? Dönüşümlerimiz de, parçalanıp gitmelerimiz de böyle dokunarak...

***

Sevici Türküsü, toplumsal-politik ağırlığı olan kurmaca bir roman. Feinberg 2003 yılında kitabı şöyle yorumluyor: “Kendi hayatım gibi, bu roman da kolay sınıflandırmaya meydan okuyor. [...] Bu kitap bir lezbiyen romanı ve transseksüel bir romandır - "trans" türünü hem fiil hem de sıfat yapan bir roman". Romanda olaylar 1960-70'lerin bilincinde geçiyor. Feinberg'in kahramanı Jess Goldberg gözüyle anlatılıyor roman. Jess, ailesinin kendisini kabul etmeyişini, gittiği lisede butch -maskülen lezbiyen- bir kadın olduğu için tecavüze uğrayışını, bunları yaşamanın yalnızlığına/utancına dayanamayıp evden firar eden genç bir kadının soluğunu; işçi sınıfı lezbiyen barlarda ve çalışmak zorunda olduğu kapitalizmin en kireçli yerleri olan fabrikalardaki olgunlaşmasını anlatıyor. Hikayenin geçtiği dönemler komünizm karşıtı -kızıl panik-, yahudi karşıtı, eşcinsel karşıtı dağdağalı zamanlar. Feinberg bir konuşmasında bu dönemin kendi üzerindeki etkisini şöyle yorumluyor: "İyi bir eğitimdi, bilinç üretiyordum, hayatım üzerinde muazzam bir etkisi oldu." Acısını, romantizmini, aklını sokaklarda/hanede mayalamış, sokakları kampüs etmiş bir kuşak. Zaten kitapta karakterlerin birbirine olan tutkuları ve özenleri kırılmışlığın temsili gibi, sadece bu değil ama.

Diğer yandan Jess Goldberg çocukluğunda önemli keşifler yapacağını, "hastalıklara" çare bulacağını düşünmüş, insanlık için yürekli bir hizmet erbabı olacağını tahayyül etmiş ama hayatı boyunca hangi tuvaleti kullanacağı üzerine mücadele etmeyi aklına dahi getirmemiş ve bununla kalakalmış biri. Aslında bir kurgu roman okusak da, otobiyografik açıdan çok güçlü olduğunu söyleyebiliriz.

***

Altmışlarda işçi sınıfı lezbiyen barlar eşcinsel kadınlar için kendi insanlarını bulma ve kaçış mekanları. Kitapta bu mekanlar butch, femme -kadınsı, dişi lezbiyen kadın- ikonlarıyla kaynıyor, bu ikiliğin dışında başka bir temsil neredeyse yok denecek kadar az. Tanımların oldukça seyrek olduğu bu dönemleri için Feinberg "sahip olduğumuz kelimeler, arabanın penceresinden fırlatılan kelimelerdi" diyor. Öyle ki altmışların ve yetmişlerin bar baskınlarında polisler, butchları utanç içinde yok etmenin yollarını öğreniyorlar. Jess'ten ilk etapta, kadınlar üzerinde patriyarkal tahkkümden biri olan utançla butch kadınların polis şiddetinden delirip kendini asmasını dinliyoruz.  Polisler çoğu zaman nezarethaneye tıkmaya "gerek" duymadan, butch kadınları özellikle en sert olanını seçip barın ortasında çırıl çıplak soyup, kadının kendini kapamaya çalışmasına gülüyorlar. O utancı ta altmışlardan hissedebiliyorsunuz, " herkesin duşta yağmurluk giydiğini söylediği o kadın" derinizi iğneliyor, ürküyorsunuz. Utandırılmak, şiddetin en kör bırakan noktası.

sevici-turkusu-1

Bir mektup okuyarak başlıyorsunuz kitaba, Jess güçsüzlüğün acısını birlikte soluksuz yaşadığı, "aşkını bilmemiş olsaydım, bu kadar uzun süre ayakta kalmış olamazdım" dediği, Theresa'ya yazdığı mektup. Satırlar, birbirlerinin ama daha çok bar baskınlarında polis dayağından darma duman olmuş halde günlerce baygın kalan Jess'in yaralarını iyileştiren; kavgadan hariç olmayan, korkunun beşiğinde yaşama tutunmaya çalışan bir aşkı resimliyor. Gündelik yaşamın zorbalığında kan içinde kalmış olan Jess için Theresa her zaman içindeki taşı eriten bir aşk. Aynı zamanda kendiyle barışık şeyler yarattıkları, yara bere içinde birbirlerine bir imkana tutunmanın tezahürü olan düşlerini anlattıkları yoldaşlar. Tabii onun yeri doldurulamaz bir boşluk, hasretinin çiçeği olacağını henüz bilmiyor Jess.

Theresa, "bir butch ile birlikte olmasam herkes beni heteroksüel düşünecek", diyen, femme olduğu için heteroseksüel sayılmaktan bıkmış kere bıkmış bir kadın. Hiç şüphesiz butchlar sizin farkınızda. ( https://www.youtube.com/watch?v=udWly2QzTdQ&t=71s )

Yazar,  romanında bir tarihi de anlatıyor; bizim bugünden ve bu yerden çok yabancısı olduğumuz fakat okuyunca bir şekilde içinde hissettiğimiz, polislerin barları basıp gözaltı yaptığı butch minübüsleri, bulldegger - çok sert, oldukça maskülen kadın- hücreleri tam bir gerçek kesit. Daha öncede bahsettiğimiz gibi, çağdaş politik terimler henüz yokken, şimdiki sonsuz tanım fazlalığından yoksun olan öznelerin zamanı. Yine de bir tarih yazabilecek kadar fena sayılmayan bir direniş örmüşler; o barları, kaldırımları bırakmamışlar.

Öte yandan ilk terimlerin içerisinde rahat hissetmeyenlerin olacağı gibi butch vb. bir başkası için bir sıfat-bir fiil olarak ifadesini bulabilir, buluyor da. Zaten çeşitlilik siyasetinin temel motivasyonu, olduğun şey konusunda utancın-reddin- dolap- kara gölgesinden çıkmak değil mi?

***

Aile evinden kaçtıktan sonra yeniyetme Jess'in hayat damarından tutan bir olgun butchu oluyor, barda tanışıyorlar; kendine ait dildo ve bir takım elbisesinin olmasını sağlayan butch Al. Bir yumruğun onurunu koruyabileceğini, siyah kravatla asla hata yapmayacağını söyleyen kale gibi, iri bir butch. Eski kurt Al'ın endamında güvende hissettiği Jess sonraları dostunu ıstırap içinde çok arıyor. Bence yol alırken hafızamızı diri tutan şeyler, diğerkamlık ve arkadaşlık. Has bir ilişkilenme, eksik olanı unutmayan bir ikili; klik olanın değil, yaşama ve umuda dair mümkünlüğün açık kapısı Feinberg'in kelimelerinde hayat buluyor.

***

Feinberg edebiyatın gücüyle bizi kendi hayatımızın -kendi hayatının- gövdesine yakınlaştırıyor adeta, sınırsız ama sınıfsız düşündürmüyor. Tahakküm eksenlerinin birbiriyle bağlandığı yolları imliyor. Vietnam savaşından dolayı erkeksiz kalmış fabrikalara, ucuz iş gücü sağlayan kadınlar alınıyor. Butch lezbiyenler fabrikada iş bulabilmelerinin imkanının bu savaş olduğunu biliyorlar. Buna rağmen en düzensiz/süreksiz çalışma koşullarında yaşıyorlar. Jess grev örgütleyicisi sıkı bir sendikalı oluveriyor, onu mekruh gören bazı erkek işçilere karşı içinde kaynayan bir savaş açıyor. Ama Jess örgütlü bir direniş üzerine taammüden düşünmüş biri değil, tarafını adaletsiz kalmış ilikleri belirliyor sanki. Patriyarkal şiddetten/utandırılmadan canı her yandığında kendisine "iyi bakacağına" söz veren stone  bir kızın edasıyla yapıyor bunu.

J. "kendini değerli kılma" yöntemini, ona suçluluk duygusunu aşılayan başkalarını ve hiç yoktan başkalarını mahkum etmeden yapıyor. Hayal kırıklığından, acılarının biriktirdiği hınçtan ötürü dünyadan uzaklaşıp kendini/acısını her şeyin merkezi haline getirmeyi reddetmenin sağlam bir inadını sergiliyor Jess. Başına gelen çirkinliği anlama gayreti onun o korkak yüreğini bilmeden politize ediyor.  Duygu kaybı, her an güvende olma isteği, yürek sıkıntısı, yoksulluk onu bu dünyayla karşılıklı ilişki içinde olmaktan alı koymuyor bizatihi o havuza dalıyor. "Dünyanın onu yargılamaktan daha fazlasını yaptığı", bu zemine yabancılaşmıyor. Anlama eylemine gösterdiği bağlılık sayesinde, değişimi kendinde sabitlemeyen, katatonisini yenen, başkalarını duyumsayan cabbar bir devrimci haline geliyor.

***

Üniversite kampüslerinde ikinci dalga feminizminin köpürdüğü zamanlar geliyor, 60'lar. Jess bundan üniversitede müstahdem işlerde çalışan Theresa sayesinde haberdar oluyor. Nelerin olup bittiği kulağına kaçarken oldukça sinirleniyor çünkü kampüslü feministler butch-femme ilişkilerini aşağılayıp, alaya alıyorlar. "Kadınlar için iyi olan şey butchlar için de iyi, [...] kadınların birbiriyle dayanışması gerekiyor." diyen Tehresa, olayı merkezileştirmeden kavrıyor. Kendi sihirleriyle, biri erken diğeri geç de olsa, yakınlaştıkları feminizm, hiç olmadığı kadar ihtilaflı ve velut zamanlarına başlayacak. Çünkü hep birlikte...

***

Yeni bir hayatın, yeni umutlarının penceresine perdeler aldığı, "gerçek" mobilyalarla döşediği New York'taki evi, gidik bir komşu yüzünden tüm apartmanın alev almasıyla Jess tığ teber ortada kalıyor. Binanın önünde tüm birikimini, " her şey iyi olacak" çabalarını, heybeden başkasının diyetinde erimesini izliyor. Zaten kalbinin yarısı öfke olan Jess, kalbinin tamamını ateşliyor. Ama öfkesiyle çaresizlik içinde de kalakalıyor.

Bir daha yıkıma uğramamak için yeni dairesine hiçbir şey sokmuyor. Tutkusunu kaybetmiş melankolik bu hale katlanamayınca, kapı komşusu, temkinli Ruth ile tanışıyor. Kendini zorla tanıştırıyor aslında çünkü Ruth onu bir süre reddediyor. Birbirlerine ığıl ığıl alıştıkları zamanlardan sonra, Ruth onu örgüleriyle ve nefis kokulu turtalarıyla tanıştırıyor. Birbirlerine günlük seyahatlerinde küçük hediyeler getiriyorlar. Bir süre sonra "gözyaşlarını ve korkularını da" paylaşıyorlar.

Roman boyunca Jess kendi kelimelerini bulmaya çalışan biri oluyor, bulursa konuşacak, bulursa anlamlı şeyler söyleyecek sanki, öyle düşünüyor: "Dışarı çıkıp yüksek sesle söyleyebileceğimiz çok hoş kelimelerimiz olsun isterdim", diyor, Ruth'a. Güçsüzlüğünün, küçümsenişinin, özgüvenden yoksun oluşunun anlamlarını tutabilecek sözcüklerin peşinde. Sanırım onun derdi, kendisini tanımlamadan daha çok hissettiği umursamazlığın kendisini nasıl ufalttığını anlatmak. İşe giderken, bakkala çıkarken nasıl polemik yarattığını, radikal dikkat çekmenin hissiyatını anlatma isteği daha çok. Onu kahreden dünyanın sözlüğüyle bunu yapamayacağının farkında sadece.

Ruth'un bağrında gizli biri gibi Jess, onun için şöyle diyor: "Jess, yalnız olmaktan hoşnut olarak büyüdüm ve alttan alta ne kadar yalnız olduğumu unuttum. Sevdiğim arkadaşlarım var ama seni kendime öyle yakın hissediyorum ki... Anlatamam." Ruth, ütopyasında bile her ne olursa olsun dikiş dikiyor olmayı isteyen trans bir kadın. İnsanları düşledikleri gibi giydiren... Dostluk onda bir "algı", Jess'de olduğu gibi. Zorba zamanların karanlığından gelmiş, "trajik yakınlıkların, anlamlı dostluklar kurduğu" bir algı; bir çift değil onlar, sevilmekten çok sevmekten memnun olan ayrı ayrı J. ve R.'den oluşan bir dostluk. Birbirlerini iyi kılan dostlar, kendi hallerinde.

***

Sevici Türküsü Amerika'da kuir temel yapıtlardan biri olarak kolejlerde/üniversitelerde okutulmuş uzunca zaman. Roman sadece Jess'in değil aslında; "öbür butchları sevene kadar kendimi asla sevmeyi öğrenemedim. [...] Diğer butchları ne kadar sevdiysem kendimi o kadar kabullendim" diyen, tanımı sabitlemeyen pazulu bir butcha aşık yürekli butch Frankie'nin de kitabı. Jess'i sevse de yüreğini tek aşkı butch Jan'dan başkasına açmayan Edna'nın satırları dizili. Köşeleri yumuyaşamayan Butch Rocco'nun izleri. Hormon süreçleri. Yakın arkadaşın intiharı; tecavüzden aklını yitiren dostun hikayesi. İşçi lezbiyen barların artk üniversiteli lezbiyen kadınlarla dolduğu, diğerlerinin pistten çekilip izole olduğu zamanların cümleleri.

Bir de lezbiyenlik daha çok kitaba dair bir şey o zamanlar; mesela Edna onlar (lezbiyenler) bizi kendilerinden biri olarak kabul etmeyecekler, öbür femme-butchları bulmak için nereye gitmeliyim artık bilmiyorum, diyor. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında kadın eşcinselliğinin kültürü ikiye ayrılıyor diyebiliriz. Feminist/üniversiteli ve öyle olmayan. Bugün bile yaygın bir ayrım. Tr'de butch ve femme kadınların barları ve kuir-lezbiyenlerin barları aynı sokakta ama ayrı binalarda mesela.  İlkinin temsilleri Netflix'te dahi neredeyse yok.  Ne kadar üşüdüğümüzü hikayelerimizin sıcaklığından anladığımız/öğrendiğimiz feminist siyasette de. Her zaman tartışılacak şeyler vardır tabii.

Sona gelirken, butchlar erkek-polis-devlet şiddetinden hayatta kalmış, kendi stonewall'larının faturasını ödemiş kadınlar; erkek değiller, sahte erkek hiç değiller, sadece gerçek butch kadınlar.

Kitabın bitimine doğru Jess, yaşamaya ve uğruna mücadele etmeye değer bir dünyanın düşüyle, sahnesini alıyor bir şekilde. Hikayesini sevmeye başlayarak ateş gibi yanan kendi kelimeleriyle yolunu buluyor.

Leslie Feinberg'in öldüğü senede tesadüfen tanıştırıldığım ve yedi sene sonra bu zor zamanlarda yeniden heyecan ve ihtiyaç duyup, tekrardan o sahafçıyı hatırlayarak yeni bir gözle okuduğum Sevici Türküsü beni sağlam tutan bir kitap oldu.

* Tr. Trans. Sahip olduğu cinsiyeti doğumda kendilerine atanan cinsiyetten farklı olan kişiler için kullanılan bir şemsiye terimdir. Daha fazlası için Çeviri Sözlüğü’nü inceleyebilirsiniz.

Not: Leslie Feinberg hayatının belli bir aşamasından sonra kendini trans olarak tanımlıyor ama kitabında geçen hikayelerinde butch bir kadın olduğunu söylüyor. İlgili bölümlerde aslına dokunmanın sakıncalı olacağını düşündüm, kitaptaki alıntıları ve kitaptan bahseden bölümleri olduğu şekilde korudum.

Faydalanılan Kaynaklar:

Çeviri Sözlüğü, Deniz Gedizlioğlu, Kaos GL, 2020

Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, Ursula K. Le Guin, Kolektif, Metis Yayınları, 1998

Feminist Öznelerin Kuruluşu, Kathi Weeks, çev. İlkay Özküralpli, Otonom Yayınvılık, 2012.

Bakım Manifestosu-Karşılıklı Bağımlılık Politikası, Kolektif, Çev. Gülnur Acar Savran, Dipnot Yayınları, 2020.

Kanaatlerden İmajlara- Toplumsal bir tip olarak "dost", Ulus Baker, çev. Harun Abuşğolu, Birikim Kitapları, 2010.

Anlamak ve Politika: Arendt'den Öğrenmek, Alev Özkazanç, ViraVerita, 2017

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam