16/11/2023 | Yazar: Ali Bulunmaz

Ayrımcılık, homofobi ve şiddet kuytu köşelerde mi gizlenir, yoksa hep gözümüzün önünde midir? Édouard Louis, kaleme aldığı otobiyografik romanlarla iç içe geçmiş bu sorulara yanıtlar veriyor.

Şiddetle ve homofobiyle soslanan ayrımcılık Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Toksik erkekliği, ırkçılığı, cinsel saldırıları ve LGBTİ+’larla ilgili önyargıları anlattığı Babamı Kim Öldürdü? ve Eddy’nin Sonu’nda, fiziksel ve psikolojik şiddetin sınırlarını çizen, daha doğrusu sınırsız olabileceğini gösteren Louis, faillerin ve kurbanların bakış açılarına, kültürel kodlara ve adaletsiz yaklaşımlara göre kolayca yer değiştirebildiğini, dolayısıyla mağdurun suçlu ilan edilebileceğini ortaya koymuştu. Başka bir deyişle dilde başlayıp eyleme dönüşen ve oradan da şiddete evrilen ayrımcılığın nerelere dayandığını, hangi gerekçelerle üretildiğini ve beslenip büyütülme aşamalarını romanlaştırmıştı. 

Louis, 2012 Noel gecesi başlayan ve bitmediği gibi güçlenen bir dizi eylemin yarattığı travmayı, erilliği ve ayrımcılığı anlattığı Şiddetin Tarihi’nde[1], kimin fail kimin mağdur olduğunu ırkçılık ve homofobi üzerinden belirginleştirmeye çalışıyor. 

Sorgulanan ‘ilişki’  

Paris’te 2012 Noel gecesi arkadaşlarıyla eğlendikten sonra evine dönerken peşine takılıp ısrarlı takibini sürdüren birinin nefesini ensesinde hissediyor Édouard. Kısa sürede isminin Reda olduğunu öğrendiğimiz bu “Arap” (Fransa’daki kuşatıcı ya da genellemeye dayanan bu tanıma özellikle yer veriyor yazar; Reda’nın esasen Cezayir’in kuzeyinde yaşayan Kabiliyelilerden olduğunu da karakter çözümlemeleri sırasında kavrıyoruz), Édouard’la yakınlaşmak için her yolu deniyor. İstediğini de alıyor. Bu andan itibaren Édouard-Reda ilişkisi şiddet, ayrımcılık ve suç üçgenine sıkışıyor. Hikâyeyi kimi zaman Édouard’dan kimi zaman ise onun ablası Clara’dan dinliyoruz. Dolayısıyla eksik ve fazla anlatılan, yorum katılan, toplumdaki önyargılar ve kültürel kodlarla şekillenen bir LGBTİ+ ve şiddet öyküsü çıkıyor karşımıza. 

Édouard, kendisini rahatsız eden pek çok şeyin farkına vardığı için daha ilk andan itibaren Reda’yla “ilişkisini” sorguluyor. Bunlardan biri Reda’nın ısrarcılığı, diğeri Édouard’ın eşyalarını çalmaya başlaması ve bunun fark edilmesi üzerine içinde gizlenmiş şiddeti dışa vurması. 

Fiziksel ve cinsel saldırıya uğrayan Édouard, yaşadıklarını pek çok kez anlatmaya zorlandığı resmî makamlarda görevli kişilerin içine işleyen ırkçılığı da sorguluyor bir yandan: “Evde sakladığım, polis diliyle kaleme alınmış şikâyet dilekçesinde şöyle yazıyor: ‘Yetişkin Arap erkek.’ O kâğıda bakarken ne zaman bu sözcüğe denk gelsem çileden çıkıyorum çünkü bu sözcük bana, 25 Aralık gününün ertesinde başlayan soruşturmada polislerin ırkçı tavrını hatırlatıyor ve nihayetinde, son tahlilde, o memurları birbirine bağlayan -üzerlerindeki dapdar üniformalar haricinde- tek şeyin, tek unsurun o ırkçılık marazı olduğunu fark ediyorum. O akşam onları aynı safta buluşturan tek şey buydu çünkü ‘yetişkin Arap erkek’ onlara coğrafi bir kökeni ifade etmiyordu, bu ifade ikisi için de serseri, eşkıya, haydut demekti.” 

Reda’dan korkan ve diğer taraftan onun yaptığı hırsızlığı anlamaya çalışırken belli anlarda ona hak veren Édouard, eşcinselliğinin hem yakın çevresinde hem de toplumda yarattığı tedirginliği gözlemleme fırsatı buluyor. Başka bir deyişle hem Reda’yla ilişkisinin hem de maruz kaldığı şiddet eylemlerinin resmiyete dökülmesi, meseleyi kamusal bir sorun hâline getiriyor. İşin bir de ruhsal boyutu var ki Édouard, bu noktada kendisini kullanıp manipüle eden Reda’dan uzaklaşamıyor veya kopamıyor. Böylece ikilinin ilişkisi hem mekânda hem de zihinde sürüp giden şiddetle daha da tuhaflaşıyor. Üstelik konu LGBTİ+’lar olunca toplumun önemli bir bölümü, Édouard’ın yaşadıklarını hak ettiğini düşünüyor. Polis de bunu dillendirmese de ima ediyor. 

‘İnsan korkuya çabuk uyum sağlar’ 

Édouard ve Reda, geçmişte “uygunsuz hareketler”den dolayı çevrelerindeki insanlar tarafından mimlenmiş. Özellikle Reda, hem bir LGBTİ+ hem de göçmen olduğu için Édouard’dan daha çok göze batıyor. Édouard ise ilk gençlik yıllarından itibaren ailesi tarafından dışlandığını düşündüğü için herkese çok çabuk bağlanıyor. Polisin de üzerinde durduğu konuların başında bu geliyor: Édouard, hiç tanımadığı birini eve neden ve nasıl alabiliyor? İlgi ve sevgi ihtiyacından doğan çabuk bağlanma burada devreye girmişti belki de. Suskunluğu ve aniden başlayan yoğun konuşkanlığının altında da aynı şey yatıyor olabilir pekâlâ. 

Reda’yla yaşadıklarından sonra Édouard’ın zihnini ve iç sesini bir türlü durduramaması da her şeyin tuzu biberi oluyor: “Arzuluyor ve arzusundan nefret ediyor. Birlikte yaptığınız şeyi temize çıkarmak istiyor. Arzusunun bedelini sana ödetmek istiyor. Kendini, yaptıklarınızı seni arzuladığı için yapmadığına, sevişmediğinize, tüm bunların bir planın parçası olduğuna, yaşanan olayın en başından beri bir hırsızlık vakası olduğuna inandırmaya çalışıyor. İnsan korkuya çabuk uyum sağlar. Onunla yaşamak sanıldığı kadar zor değildir. Sevimsiz bir arkadaşa dönüşür sonunda, olup olacağı budur. Birkaç dakika boyunca, belki o kadar bile değil, bağırmakla fısıldamak arasında gidip geldi. Ben de korkuma giderek hâkim oldum bu esnada.”

Mutlu olmak ve yaşamını sürdürmek için sık sık yalana başvuran Édouard, aynı formülü Reda’dan sonra da uyguluyor: “Yalanlar bir değil, çok defa hayatımı kurtardı. Geriye dönüp bakınca gördüğüm şey, kendimi tümüyle özgür hissedebildiğim anların, yalan söylediğim anlardan ibaret olduğu. Yalan söylemek derken bedenimi, dokularımı, organlarımı tahakküm altına almaya çalışan bir gerçeğe direnmeyi kastediyorum, içimde uzun zaman önce, belki doğduğum anda kök salmış ama kendi rızam dışında, başkaları tarafından, dışarıdan içime sokulmuş bir gerçeğe, dışsal bir gerçeğe, mesela Reda tarafından içime enjekte edilen korkuya direnmekten bahsediyorum ve yalanın gerçekten bana ait olan yegâne güç, koşulsuzca güvenebileceğim yegâne silah olduğunu fark ediyorum.”

Louis, Noel akşamında ve hemen ardından gerçekleşen olaylar dizisi içinde tutuyor hem karakterleri hem de okuru. Şiddetin suçla ve cinsel saldırıyla birleştiği bu silsile, hem kendisini belli bir noktadan sonra ölü diye niteleyen Édouard’ı hem Reda’yı hem de okuru, ışığa ne zaman ulaşılacağı pek belli olmayan bir tünele sokuyor.

LGBTİ+’lara uygulanan toplumsal ve resmî ayrımcılığın şiddeti beslemesi ve bütün bunların ırkçılıkla soslanması, Louis’nin romanı üzerine inşa ettiği üçlü sacayağı. Dahası, şiddetin nasıl var olduğunu, kişilerin ve toplumun içine nasıl işlediğini de roman karakterleri ve onların yaşadıkları üzerinden sorguluyor yazar. Kısacası romana “Şiddetin Tarihi” başlığını vermesi boşuna değil. Bu, kitabın esprisini ortaya koyan önemli bir ipucu.


[1] Şiddetin Tarihi, Édouard Louis, Çeviren: Ayberk Erkay, Can Yayınları, 184 s.            

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Umut dosya konulu 191. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam