22/10/2024 | Yazar: Hatice Kapusuz
Elbette çalıştığımız konuların zorluğu, travması, örselenmesi de gölge düşürebiliyor ilişkilerimize. O kadar çok cephede mücadele ediyoruz ki; kendin kalabilmek bir mücadele konusu olabiliyor.
Örgütler ve aktivistler olarak şiddetin, hoyratlığın egemen ve belki de makbul olduğu bir dönemde mücadele ediyoruz. Toplumu toplum kılan unsurların çürüdüğü, en temel hak taleplerinin bile izaha ihtiyaç duyduğu bir dönem... Bu kadar çok failin olduğu, sonuç almanın zor olduğu, zor bela kendimizi muhafaza edebildiğimiz bir koşturmaca halinde zaman zaman kendi ilkelerimizden, yöntemlerimizden uzak düştüğümüz oluyor. Bu bireysel yaşamlarımız için de örgütlü mücadele için de geçerli bir dert maalesef. Herkes kendi failine dönüşmese de kendimizi olduğumuz gibi muhafaza etmemiz zorlaşıyor. İlerleme dışarda olmadıkça gerilim özel hayatlarımızda birikiyor, adres şaşırıyor. Farklı düzeylerin duygularını ve yöntemlerini farklı kurgularız; dikeyde mücadele ve öfke, yatayda dayanışma, güven; karşıya doğru kendini anlatma, anlaşılma… Ancak sistemle mücadelelerimizde mevzi kaybettikçe yatay ilişkilerde gerilim birikiyor. Bu gerilim bizi bazen fail, bazen maruz kalan olarak ihlallerin tarafı haline getiriyor. Elbette çalıştığımız konuların zorluğu, travması, örselenmesi de gölge düşürebiliyor ilişkilerimize. O kadar çok cephede mücadele ediyoruz ki; kendin kalabilmek bir mücadele konusu olabiliyor.
Hal böyle olunca örgüt içi süreçler hepimizi zorluyor. Örgüt içi barışın ve sürdürülebilirliğin bu kadar örselendiği koşullarda, mekanizmalar, politika belgeleri, şiddetsiz iletişim, çatışma dönüşümü, onarıcı adalet destek almak için yöneldiğimiz yöntemler oluyor. Bireysel hayatımda bana kritik eşiklerde eşlik etmiş, kolaylaştırıcı olarak destek aldığım ve de oldukça faydasını gördüğüm bu yöntemlere dair biraz kritik yapma ihtiyacı duyuyorum. Kritiğin odağında yöntemlerden ziyade kullanım biçimleri var elbette.
Bunun için örgütsel süreçleri düzenlemek için hazırladığımız politika belgeleri ve yine barışçıl, sürdürülebilir ortamlar için başvurduğumuz yöntemlerin benzeri yerlerde tıkanışlarına dair bazı düşünme notları ve soruları paylaşmak istiyorum.
Örgüt insanlardan azade, gücü kendinden menkul bir yapı mıdır?
Bir örgütün işleyen sistemlerinin olması arzu edilen bir durum. Kişiden kişiye değişmeyen, ilkeleri belirlenmiş, uygulanan ve güncellenen sistemler örgüt insanlarına güven veren, örgütün dışarıdaki temsiline de olumlu yansıyan bir işleve sahip. Ne var ki sistemler tek başına yeterli görünmüyor.
Eksik bir şeyler var ama ne?
Örgüt insanları arasında bir sorun veya ihlal oluştuğunda gözlerimizi sorunun çözümü için örgüte çeviririz. Örgütün politika ve mekanizmalarının önleme, müdahale etme, yaptırım ve onarma işlevlerini yerine getirmesi örgütlü hayatın doğal bir unsurudur ve bunların devreye girmesini bekleriz. Ancak örgütlerin politika belgeleri, etik kurulları vb. olmasına rağmen başarı hikayelerinden ziyade, çuvallama hikayelerine sahibiz.
Peki nerede tıkanıyor bu süreçler?
Çözüm için yüzümüzü döndüğümüz örgüt neden ve nerede yetersiz kalıyor?
Örgüte kendinden menkul bir güç ve yapabilirlik yüklerken esası kaçırıyor olabilir miyiz?
Örgütlenmelerde kurumsal sistemler ile bireysel sorumluluklar arasında bir gerilim söz konusu. Kimimiz çatışmalarda ve sorunlarda kişileri sorumlu tutmaya meyyal iken bazılarımız sistemlere fazlasıyla paye veriyor, birey yerine örgütün sorumlu olduğunu düşünüyoruz. Oysa nihayetinde örgütler az sayıda insandan oluşan yapılar. Her ne kadar örgüt diye işaret ettiğimiz yönetimsel kademeler olsa da bir örgütün kültürü onu oluşturan herkesin kolektif katkısı ile oluşuyor. Dolayısıyla çözüm de örgütün; mekanizma kurarak konuşmaya, değerlendirmeye güvenli alan açmasıyla birlikte kolektif katkı ve herkesin sorumluluk almasıyla inşa edilebilir görünüyor.
Örgüt diye insan dışı bir unsura, tek muktedir olarak işaret ettiğimizde ise insanlar olarak karşılıklı sorumluluklarımız, bağlarımız, birbirimize etkimiz görünmez hale geliyor. Malum şiddet bir insan dışılaştırma eylemidir. Bu sebeple örgüt diye “insan dışı” bir yapıya bu kadar odaklanma insanların karşılıklı sorumluluklarını, eylemlerinin birbiri üzerindeki etkisini görünmezleştirmek gibi birtakım riskler taşır. Bu bakış bireyler olarak bizlerin eyleyen, yapabilen özne konumumuzu edilgenleştirir. Örgüte o kadar ışık tutmak ise örgütün gölgesini, kudretini gerçek dışı bir şekilde gözümüzde büyütür.
Tam da burada şiddetsiz iletişim, çatışma çözümü ve onarıcı adalet yöntemlerine bir bakış atmakta fayda var. Bu yöntemler muhatabımızı yeniden insan olarak görmemiz ve karşımızdakini anlamamız için bize yol gösterir. Bunun için de elbette varsayımlardan sıyrılıp anlamaya niyet etmek gerekir. Malum duymak için susmak gerekir, peki nasıl?
Mevzu biraz da repertuar meselesi
Hayatta pek çok meselenin gidişatını kavram, duygu, yöntem ve dağarcığımızda nelerin olup olmadığı belirler. Bilmediğimiz duygularla sevgi ilişkisi kuramaz, sahip olmadığımız kavramlarla düşünemeyiz. Şefkat göstermeye dair repertuarı olmayan bakım veren şefkat beslese de çocuğuna bunu aktaramayabilir. Haliyle de Mustafa Keser gibi 4000 şarkılık bir repertuarımız olmadığında, hayatın çeşitliliğini kapsayamaz, dönüp dönüp aynı şarkılara, duygulara, yöntemlere mahkûm kalırız.
Farklı disiplinlerden beslenmek, dağarcığımıza yeni kavramlar eklemek, yeni yöntemler öğrenmek yaptığımız, ettiğimiz her şeyin niteliğine muhakkak katkı sağlar. Kavramlar sezdiklerimize isim koymaya, yöntemler niyet ettiklerimize yol göstermeye yarar. Bu sebeple şiddetsiz iletişim, onarıcı adalet ve çatışma dönüşümü gibi yaklaşımların; iletişim kurma, sorunları algılama, kendimizi ve sorunları ifade etme, sorun ve çatışmaları çözme ve dönüştürme gibi konularda katkısı yadsınamaz. Bu yöntemler bize klasik haklı-haksız, doğru-yanlış gibi ikiliklerden daha fazlası olduğunu göstermekte yardımcı olur. Bazen herkesin haklı, bazen de herkesin haksız olduğu noktaları fark etmemizi, öfkemizin altındaki korkuyla, adalet ihtiyacının büründüğü katı yüz ifadesiyle yüzleşmemizi sağlar.
Ancak bu repertuarın yeterli gelmediği pek çok deneyim de yaşıyoruz. Yukarıda örgüt sorumluluğuna işaret ederken tıkandığımız yerin bir başka tezahürünü de bu yöntemlerin uygulanmasında görüyoruz. Sorumlu olarak sadece örgüte bakmak ile sorun olarak sadece karşımızdakine bakmaktan doğan bir tıkanma bu.
Şiddetsiz örgütlenme için kullandığımız bu yöntemler iletişim kuramaz hale getirebiliyor bizi. Her şey şiddet, her şey travma, her şey tetiklenme unsuruna dönüşüveriyor. Duyguların ve ihtiyaçların ifade edilmesi iletişimi derinleştiren, kişilerin bağ ve bağlantı kurmasını sağlayan destekçiler olmaktan çıkıyor. Herkesin duygusunu ortaya atıverdiği bir yığın altında kalıyor, konuşamaz oluyoruz.
Burada şu soruları sormak önem kazanıyor;
Güvenli bir alan tesis etmek için yöneldiğimiz araçlar neden bizi dayanıklı hale getirmek yerine kırılganlaştırıyor?
Bu kırılganlığın kaynakları neler olabilir?
Nasıl daha dayanıklı hale gelebiliriz?
Bu yöntemlerin ana unsurlarından biri, kendimizi anlamak ve anlatmak kadar karşı tarafın dinamiklerini anlamak yani karşılıklı anlamayı mümkün kılmak. Oysa gözlemlerim ve de geçmiş deneyimlerim kendi haklılığımızı kabul ettirmeye her şeyden çok kıymet verdiğimizi düşündürüyor bana. Şiddetsiz iletişim bir tür “şiddetin”, dayatmanın, tek yönlülüğün aracı oluveriyor ki yöntem tam tersine rehberlik etmeyi murad ediyor. Bağlamından kopan her yöntem gibi işlevini kaybediyor. Belki bir kötüye kullanıma dönüşüyor.
Şiddetsiz iletişimin bu şekilde kullanılmasına sebep olan birtakım yerleşik alışkanlıklarımız ve düşünme ve algılama biçimlerimiz var muhakkak. Politikada İyilik Hali ekibinin Yoldaşça Eleştiri Sözlüğü’nden bu alışkanlıklara denk düşen birkaç kelime ve tanımı buraya düşünmek için bırakmak isterim. Aşağıdaki üç kavram kısa yol olarak elimizin, dilimizin pek kolay kaydığı eylemlere denk geliyor. Üçünün de ortak noktası kendine değil ötekine bakmak. Oysa kendi eyleminin sorumluluğunu almak bir ‘yetişkinlik’ göstergesi.
Hatacıbaşılık: Hep hata arama eğilimi.
Haklı çıkma şehveti: Haklı olmanın her şeyi meşrulaştırdığı, eleştirinin tek odağına dönüştüğü eleştirme eylemi.
İğnesiz çuvaldızcılık: Sinik, mükemmelliyetçi, sorundan ve çözümden kendini muaf tutma eğilimi.
Kendi failliğinle barışmak ve hata dostu örgütlenme
Kendi haklılığımıza verdiğimiz bu paye, kendimizi ve ötekini doğru, karşılıklı güçlenmemize olanak tanıyacak şekilde değerlendirmemizi oldukça zorlaştırıyor. İlişkilerimizde ve yapıp ettiklerimizde niyetimizden azade bir şekilde karşımızdakine zarar verebiliriz. Bu da bize eylemimizin sonuçlarına dair bir onarım sorumluluğu verir. İyi niyet olumsuz sonucun sorumluluğundan muaf kılmaz bizi. Ancak muhtemelen sürekli yapısal ve kültürel şiddete maruz bırakılan özneler olmak, her dem savunmada olmak kendi olası failliğimizle yüzleşmemizi zorlaştırıyor. Fazla özdeşlik istila edici olabiliyor.
Oysa insan denen canlı çoğunlukla kusurlu, yanlış kararlara ve hatalı eylemlere meyyal bir canlı. Örgüt hayatı da bunlardan azade değil. Ancak zannederim ki büyük faillerle uğraştığımız şu hayatta kendi hatalarımızla yüzleşmek en zorlandığımız konu. Kendi hatalarına, bunlardan doğan sonuçlara bakmaktan kaçınan insanlar olarak belki de en çok yaptığımız şey ise yansıtmak. Başkasının hatasına dadanmak. Eylemimizin sorumluluğundan kaçmak. Oysa eylemin sorumluluğunu almak özgür, özerk bir özne olmanın, özneleşmenin kıymeti bilinmeyen anahtarı. Hatalar ise sonsuz büyümenin öğretmenleri. Ama elbette hatalarımıza bakmaya cesaret edebilirsek, bakışı kendimize döndürebilirsek.
Bakış: kadrajlar arası geçiş
Güzel bir manzarayı geniş açılı bir kamerayla çekebilirsiniz. Güzel manzaranın içindeki bir ağacın kuzey yamacında yurtlanmış bir yosunun kıvrımlarını ise dar açılı bir kamerayla… Manzarayı hem geniş açıyla hem de detaylarıyla görmek onu bir bütün olarak algılamamızı sağlar. Hayatı bütünlüklü anlamak için buna ihtiyaç duyarız. Örgütlerin içe ve dışa bakışlarını anlamak için de kamera kullanımı açıklayıcı olabilir. Bazı örgütlenmeler ve aktivistler mücadelelerinde geniş kadrajı tercih eder. Bununla dışarıya, amaca, tarihsel süreçlere, yapıp ettiklerine odaklanır. Ancak yapış biçimine ve bu biçimden doğacak olası hasara bakmayı gerekli görmez. Bazı örgütlenmeler ise iç süreçlere, nasıl hissedildiğine, nasıl yapıldığına odaklanırken, dışarıdaki etkisine, işlevine dair odağı kaybedebilirler. Oysa örgütlü mücadele ikisine de eşzamanlı olarak fazlasıyla muhtaçtır. Dışarıya ve içeriye eşzamanlı bakmaya…
Özetle iyi hissetmeye, duygulara, bağ kurmaya odaklanırken bu bağa örgütsel mücadele bağlamında neden ihtiyaç duyduğumuzu hatırlamamız gerekir. Çünkü içeriye, dışarıya, kendimize, ötekine, örgüte bakışın odağında yürüttüğümüz mücadeleyi birlikte daha güçlü bir şekilde yapmak ve sürdürmek var. Bunu hatırlamak ve kullandığımız yöntemlerin mücadelemizle bağını ve uyumunu tekrar kurmak kaybolduğumuzda bize rehber olabilir.
Nasıl olacak bu işler: Daha dirayetli ve biraz da esnek
Herkesin güvende hissettiği örgütler için yola çıktığımızda alıştığımız kısayollar yerine repertuarımıza yeni yaklaşımlar ve kavramlar eklememiz gerekiyor. Öncelikle çatışmalar insan ilişkisinin doğal unsurları. İnsanlarla çalışmak zorlanmayı, haksız çıkmayı, eksikliklerle yüzleşmeyi getirir. Fikir, yöntem, beklenti ayrılıkları çatışmaları doğurabilir. Doğru ele alınan her çatışma ise büyüme ve öğrenme potansiyeli taşır. Şiddetsiz bir ortamın hiç zorlanmadığımız, hiç çatışma yaşamadığımız bir ortam olacağı beklentisi gerçekçi değil. Şiddetsiz iletişim gibi yöntemler bunları ortadan kaldırmayı değil, bunların varlığında birbirimizi doğru anlamamızı destekledikleri oranda işlevsellik kazanabilir. Sonuçta çatışmasız bir cennet bile muhtemelen çok sıkıcı olurdu.
Hayatımız boyunca anlaşılma mücadelesi vermiş olsak da örgütümüzde anlaşılmak kadar anlamaya da niyet etmek zorundayız. Örgütlerimiz savaş değil dayanışma alanlarımız. Ortak alanımızın ortak sorumluluğunu hissetmeden değişim çok zor. Ursula’nın Yerdeniz Öyküleri’nde söylediği gibi “Taş yerden kaldırıldığında, yer hafifler; onu tutan el de ağırlaşır”. Her eylemin bir sonucu vardır ve eylemin sonucunu ne varsayımlarımız ne de niyetimiz belirlemez. Barışçıl ve güvenli bir örgütlenme kolektif bir sorumluluk işidir. Sorumluluğu sadece örgüte yüklemek ve ötekine bakmak kadar kendi failliğine, sorumluluğuna bakmak ve onarım gücüne inanmak yeni bir çuvallama hikayesinden fazlasını bize verebilir. Dünyayı değiştirmeye niyet etmiş insanlar olarak, bakışı kendimize çevirebilir, değişime sorumluluk alarak kendimizden başlayabiliriz.
- Kurumsal ve kişisel sorumluluk dengesini gözetmek
- Çatışma ve zorlukları, öğrenme kaynakları olarak değerlendirmek
- Örgütlenmelerde hata dostu öğrenmelere alan açmak
- Örgüt kültüründeki katkımıza dair sorumluluk almak
- Failliğimizle barışmak ve onarım potansiyelimizi hayata geçirmek
Kaos GL dergisi bir tık uzağınızda
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi'nin Şiddetsizlik dosya konulu 195. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notabene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, yaşam