02/02/2022 | Yazar: Alp Kemaloğlu

Ne kadar tamir edersek edelim ileride bir gün bir yerinden problem çıkaracağından emin olduğumuz eski bir ev gibi, cinsiyet “başımızın üstünde bir dam” olarak kanaat ettiğimiz bir kurguya dönüşmüş vaziyette

Sınırların ötesine geçmek Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İnsanlar olarak her daim bir devinim içerisindeyiz. Gözle görülsün ya da görülmesin bir noktadan bir noktaya hareket ediyoruz. Bu hareket haline karşın kendimizi çoğunlukla sabit bir halde görme çabamız olduğunu gözlemliyorum. Devamı olarak, herhangi bir nedenle hareket etmek istediğimizdeyse buna “değişim” diyor, olağan olandan başka bir şey yaşıyormuşuz gibi olayı büyütüyoruz. Halbuki her daim devinmek isteyen bir yanımız var ve unutmaya çalıştığımız bu hareket etme potansiyelimizin arada bir farkına varabiliyoruz kanımca. Peki, bu potansiyel hepimizin ortak bir paydası olabilir mi?

Tartışmasız bir diğer ortak paydamız olan bedenle olan ilişkimizin de böyle olduğunu düşünüyorum. Hiç yıpranmayacak, hiç değişmeyecek, hep aynı şeylerden zevk alacakmış gibi varsaydığımız bedenimiz aslında her daim bir hareket içerisinde. Ufak titreşimlerden beyazlaşan saçlarımıza hep gözümüzün önünde olan bu değişim/dönüşüm sürecini neden istemli bir şekilde görmezden geliyoruz?

Sanıyorum ki bedenimizin organik alt yapısı kendimize dair bu farkındalığımıza ket vuruyor. Çocukluğumuzdan beri gerek kişisel gözlem gerek bilimin ürettiği bilgiyle bedenlerimizin önceden tasarlanmış yapılar olduğu ve bu tasarım içerisinde sınırlı bir hareket potansiyeli olduğunu kabul ediyoruz. Elbette ki bu sınırlılığın gerçekliğini bir noktadan sonra yok sayamam (fotosentez yapamam mesela), fakat bu gerçekliğe çok yakın yerlerde dolanan ve bu gerçekliği muğlaklaştıran bir varsayımımız olduğunu da düşünüyorum. Bir noktada bedenin gerçekliğinin bizim kim olduğumuzu değişmez bir şekilde belirlediğini varsaymaya başlıyoruz sanki. Burada farkında olmadan bedenin gerçekliği üzerine inşa edilmiş sabit bir kurguyu da otomatik olarak sabit bir gerçeklikmiş gibi kabul ediyoruz. Halbuki bedenin gerçekliği hem durması hem hareket etmesiyken, kim olduğum neden sabit olsun?

Bu gerçekliği olduğu haliyle hatırlamak onu nasıl deneyimlediğimizi değiştirmesi açısından önemli kanımca. Zira ancak o zaman, yani araya giren kurgular olmadığında, kurgusal sınırlarımızı daha net bir şekilde görebiliyoruz. Sınırlarımızı net olarak görebildiğimizde ise bunların ötesine geçme potansiyelimizi daha rahat kabul edebiliyoruz. Beden özelinde düşündüğümüzde beden üstüne yerleştirdiğimiz herhangi bir kurgunun ötesine geçmek aslında yalnızca bedene dönmek olmuyor mu?

Son zamanlarda cinsiyet kurgusunun bedenlerimizle olan ilişkimizi nasıl da dolaylı kıldığını düşünürken buluyorum kendimi. Elimizin, kaşımızın, gözümüzün nasıl hareket ettiğinden de öte bedenimizin nasıl durduğunu bile cinsiyet süzgecinden geçiriyoruz. Bir şey olmak ya da olamamak arasında verdiğimiz cinsiyet mücadelesinde bedenimiz hep dışarıdan bakmaya çalıştığımız ama bütünlüklü bir şekilde asla göremeyeceğimiz bir şey haline geliyor. Bedenimizi çok boyutlu bir şekilde deneyimlemek yerine görünüşü ve işlevi üzerinden yargılıyor, bu süreçte bedenimize öfkeleniyor, şaşırıyor, takıyor ve daha nice halden hale sürükleniyoruz. Müsaade etsek ve bedenimiz kâh durarak kâh ilerleyerek yalnızca oluverse ne olur acaba? Çok merak ediyorum.

Herhangi bir kurgu iliştirmeden bedenlerimizi deneyimlemenin oldukça güç olduğunu düşünüyorum öte yandan. Belki çok erken yaşlarımızda kurgudan azade bir deneyim ender de olsa mümkündür, bilemiyorum. Fakat bu imkansızlığı nasıl oluyorsa hızlıca “cinsiyetli olmalıyım” şeklinde bir kabule çeviriyor gibiyiz. Cinsiyetli olmanın kendi başına herhangi bir sakıncası olduğunu düşünmüyorum. Bununla birlikte bedenime iliştireceğim tek kurgunun cinsiyet olması biraz garip geliyor. Hele bir de bu cinsiyet yalnızca iki uçtan ibaretse. Neden bedenimi ağaçla, toprakla, balinalarla, denizlerle, dağlarla kurgulamayayım? Neden kendi bedenimi bir meltem olarak değil de bir cinsiyet olarak deneyimleyeyim? Neden bazen uçuş uçuş olup bazen katır kutur hissettirmesin bu deneyim? Ben neden erkek ya da kadın olayım?

Cinsiyetsizlik, tariflenen ikili cinsiyetin dışında olmak, akışmak gibi dile getirmeye çalıştığımız haller aslında hepimizin yaşamlarında öyle ya da böyle deneyimlediği ötesine geçişler. Bedenlerimiz olmak istediğimiz/istemediğimiz hale gelirken kaçımız bunu cinsiyet üzerinden değerlendirmemiştir? Sakallarım çıktığında daha önceki erkekliğimin ötesinde bir erkekliğe geçiş yaptığımı düşünmem böyle bir değerlendirme değil midir? Bu değerlendirmenin sonucundan memnun olup olmayışımdan bağımsız olarak bedenimin devinimini bir cinsiyet filtresinden izliyor olmam ne işe yarıyor? Neden sakal yalnızca bir sakal olamıyor?

Konuya farklı bir yerden baktığımda deneyimi bir cinsiyetle sabitlemenin bir kısım insan için bir güvenlik hissi yarattığını tahmin ediyorum. Bununla birlikte, koca bir bilinmeze ve her seferinde tekrar tekrar değerlendirmenin yoruculuğuna karşın sahte ama konforlu bir bilinen olarak cinsiyet ne yazık ki bedenimizle hemhal oluşumuzun önündeki engellerden bir tanesi haline gelebiliyor. Ötesine geçmek yerine içinde dolanmaya çalıştığımız cinsiyetlerimiz kendi isteğimizle yetkimizi devrettiğimiz alanlara dönüşüyor. Öte yandan, bir çoğumuz için (birçok farklı nedenden ötürü) cinsiyet kurgusu tam tersi bir güvensizliği doğuruyor. Bazen yeteri kadar “hedef cinsiyet” olamamak bazen de atanan cinsiyetimizde rahat edememek şeklinde tezahür eden bu kurguya neden ihtiyaç duyuyoruz acaba? Herhangi bir yöne işaret etmeden sorduğum bu soruya vereceğimiz cevapların kişiden kişiye farklılaşacağına eminim, fakat yine de arada bir kendimize bunu sormanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bir cevap veremesek bile.

Cinsiyet konusunun neresinden tutsak biraz elimizde kalan bir yanı olduğu kanısındayım. Ne kadar tamir edersek edelim ileride bir gün bir yerinden problem çıkaracağından emin olduğumuz eski bir ev gibi, cinsiyet “başımızın üstünde bir dam” olarak kanaat ettiğimiz bir kurguya dönüşmüş vaziyette sanki. Peki bu evi tam tekmil restore mi edeceğiz, yıkıp yerine yenisini mi inşa edeceğiz yoksa komple ortadan kaldırıp tepelerde bayırlarda yuvarlanacak mıyız? İşin toplumsal boyutu bir yana kişisel yaşantılarımızda bu soruya verdiğimiz cevap cinsiyetle olan ilişkimizi belirliyor. Belli ki bize atanan “ev” bu haliyle hepimize yetmiyor. Kimler dışarıda kalıyor? Kimlerin kendine yeni bir ev inşa edecek kaynağı var? Kimler bir çatıya ihtiyaç duymadan yaşama imkanına sahip?

Dediğim gibi cinsiyetin bir kısım insan için büyük bir güvenlik alanı olması bu konuda “haydi cinsiyeti topyekûn ortadan kaldırıyoruz” nidaları atmamız konusunda bizi sağduyulu olmaya itiyor. Herhangi bir cinsiyet çatısı altında duran birine neden hareket etmiyorsun demek ne kadar doğru bilemiyorum. Bununla birlikte o çatının altında duran kişinin çatıyı tepesinde tutanın kendisi olduğunun farkında olmasını da bekleyen bir yanım var. Hepimiz artık biliyoruz ki doğduğumuzda işaretlenen bir cinsiyet hanesinden ibaret değil cinsiyet. Kendi kendimizi cinsiyetlendiren bir yanımız da var. Bu yanımızı fark edebilirsek, hiç eyleme dökmesek de bir gün başka bir cinsiyette olabileceğimizi ya da cinsiyet kurgusunun ötesine geçebileceğimizi de potansiyel olarak kabul edebiliriz gibi geliyor. Bu potansiyelle birlikte aklımda şu soru beliriyor: Cinsiyet söz konusu olduğunda ne pasaporta ne de başka bir kritere ihtiyacımız olmadan sınırların ötesinde özgürce seyahat edebileceğimizi, daha önce deneyimlenmemiş alanlar keşfedebileceğimizin farkına varsak kaçımız cinsiyetli olma ihtiyacı duyarız gerçekten?

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
İstihdam