20/07/2016 | Yazar: Burak Can

Türkiye’de tamamıyla açık bir eşcinsel olamamanın vermiş olduğu toplum baskısı altında, geçen sene katıldığım yürüyüş tecrübesi epey rahatsızken bu sene üzerimde toplum baskısını hiç hissetmeden özgürce yürümenin benzersiz tadına vardım.

Ljubljana’yı kiminiz meşhur yazar Paulo Coelho’nun Veronika Ölmek İstiyor isimli kitabından duyanınız olmuş olabilir. Kiminiz haritada nerededir, adı nasıl telaffuz edilir, hangi ülkededir bilmese de bu minik şehir (minik dedimse bildiğin, doğrudan anlamıyla minik) 280.000 kişilik nüfusuyla Slovenya’nın başkenti ve ayrıca 2016 yılı Avrupa’nın yeşil başkentidir.

Onur haftasının renkli bir yürüyüşten ibaret olacağını düşünürken, bu kadar minik bir başkentten böylesine çeşitli ve 12 güne yayılmış tadından yenmez şahane bir program beklemiyordum doğrusu. Festival, yönetmen Peter Greenaway’in 2015 yapımı ‘Eisenstein in Guanajuato’ filmi ile başladı.

Festival haftası boyunca kabareler, tiyatrolar, sergiler, tartışmalar dolu dolu geçti. Slovenya’da ortaöğretimde homofobiden tutun da, Ukrayna’da LGBTİ+ aktivizmi ve onur yürüyüşü, LGBTİ+ mülteciler ve sığınmacılar, Slovenya’da eşcinsel evliliklere kadar birbirinden farklı konularda tartışmalar epey enteresandı.

Her ne kadar etkinliklerin büyük kısmı Slovence olsa da varlığımla elimden geldiğince destek olmaya çalıştım. Zira bu minik şehir beni kendine bir kez daha hayran bırakmıştı.

Paylaşmadan olmaz… Onur haftasının ana kahramanlarını lezbiyen bir grup oluşturuyordu, epey de aktivist lezbiyenler. Aynı şekilde katılımcıların büyük bir kısmı da lezbiyenlerden oluşuyordu. Haa bir de geçen sene hafta sonu etkinliği olarak lezbiyen piknik düzenlemelerine canım Sloven lubunlar alınmış olacak ki bu sene ‘Community Weekend’ adı altında birbirinden farklı etkinlikler düzenleyip onların da gönüllerini almayı bilmişler.

Onur yürüyüşü ise benim için başka bir tecrübeydi. Türkiye’de tamamıyla açık bir eşcinsel olamamanın vermiş olduğu toplum baskısı altında, geçen sene katıldığım yürüyüş tecrübesi epey rahatsızken bu sene üzerimde toplum baskısını hiç hissetmeden özgürce yürümenin benzersiz tadına vardım. Elimde kocaman gökkuşağı renkli bir pankart, pembe balonum ve gökkuşağı bayrağım ile kimin fotoğrafımı çektiğini umursamadan hatta zaman zaman poz vererek yürümek ve gülümsek… Özgürlük nasıl güzel bir şeymiş yine bu minik şehirde anladım.

Yürüyüşün sonunda Ljubljana kalesinden gökkuşağı bayrağı dalgalandığı anda tüylerim diken diken oldu. Sanırım orada bir an Türkiye’de yaşadığım gerçekliği ansızın sorgularken buldum kendimi. Üstüne Ljubljana belediye başkanının konuşma yapması… Sonra bir başkasından aldığı, üzerinden ‘Stand with Istanbul Pride’ (İstanbul Onur Yürüyüşünü yalnız bırakma) yazan pankartı eline alıp sahne önüne gelen arkadaşı gördüğümde ise tüylerim diken diken, içim umut dolu oldu. Yalnız değiliz dedim!

Eşcinselliğini ilk keşfettiğinde koca dünyada bir başına olduğunu düşünüp yalnız hissedersin ya yaşadığım yalnızlık ona benzerdi. O pankartı görmek beni umutlandırmışken hafta sonu İstanbul’da olanlar ne yazık ki tüm gökkuşağı renkli umutlarımı alıp götürdüler yine. Ama umut etmek yine de güzel ve inanıyorum başka bir dünya mümkün!


Etiketler: yaşam, dünyadan
İstihdam