20/09/2010 | Yazar: Cihan Hüroğlu

Politik kavramlara başımız fena dertte. Sağımız solumuz sobelenmiş durumda.

Politik kavramlara başımız fena dertte. Sağımız solumuz sobelenmiş durumda. Tek boyutlu düşünebilen akıllar, politik anlamda kendini az da olsa kanıtlamayı başarmış her mücadeleyi düz bir sağ-sol çizgi üzerinde bir yerlere oturtmadan rahat edemiyorlar. Kendimizi ifade ederken bu yüzden sağ sol kavramlarını kullanmadan kendimizi açıklayamadığımızı hissediyoruz bazen. Politik duruşların birden çok boyutlu evrenlerde tartışılması gerektiğini düşünürken bu sağ-sol tartışmasında biraz köşeye sıkışmış gibi hissetsek de kavramların hepten reddi de bizi bazı önemli perspektiflerden yoksun bırakıyor.

Derdimizin “sol” tarafta olduğuna yönelik bir şüphe yok. LGBTT bireyler ya da LGBTT bireylerin mecalini anlayabilenler olarak bir araya geldiğimiz hareketimizin derdi toplumu dönüştürmek. Buraya kadar muhafazakârlığı ifade eden sağ tarafta olmadığımız net. Ancak kimine göre Fransız devriminde kimine göre de daha önce İngiltere’de ortaya çıkmış bu basit değişimden yana olma-olmama meselesinden farklı bir şeyi ifade ediyoruz sol derken oldukça uzun bir zamandır.
 
LGBTT hareketinin ortaya çıkabilmesi için toplumsal dönüşüm yanlıları anlamında “sol”un öncü olarak bir alan açmış olduğunu söylemek sanırım abartmak olmaz. Bu nedenle pek çoğumuz zaten var olan görece değişken sol duyarlılıklarımız üzerinden bu alanı genişletmeyi başardık. Gerek anarşist, gerek sosyalist, gerekse sosyal demokrat refleksler bu alanın açılmasında ve de bizim de genişletme olanağı bulmamızda rol oynadı. İşte burada iki boyutun yetmediği bir tartışma düzeyine giriyoruz. Oldukça değişimden yana olan ama hiçbir şekilde solda tarif edilemeyecek liberal partiler ve gruplar ortaya çıkmaları ile beraber farklı kimliklerin ve biraz bilgi edindikten sonra da LGBTT kimliklerin de destekçisi olmaya başladılar. İşte bizim gerçekliğimizde “gerçek solu bulma” kaygımız biraz buradan başlıyor.
 
Elbette Hollanda’daki kimi muhafazakâr partilerin LGBTT kimlik savunmasını göçmen düşmanlığına alet etmeleri, yani Türkiye için henüz anlaşılmaz bir şekilde LGBTT kimliğini savunarak muhafazakârlıklarını ifade etmeleri ya da Türkiye’de sol geleneğin bir parçası biline gelmiş muhafazakâr sosyalistlerin LGBTT kimlikleri batı çıkışlı bir yozlaşma görerek düşmanlaşmaları, kimimizin sağını solunu şaşırmasında rol oynamış olsa gerek. Ancak bütün bunlar liberal akımın yarattığı kafa karışıklıklarından ve buna karşı almamız gereken tavırdan daha önemli görünmüyor.
 
Liberal akımın bizim için oluşturduğu en büyük tehlike, politik her türlü mücadeleyi kimlik hakları mücadelesini de içerecek şekilde ekonomik köklerinden ayrı olarak savunmanın dilini oluşturmaya çalışması oldu. Bu yüzden ilk olarak ekonomi-politik olarak çıkmış bir bilimi ana-akım akademi bugün iki ayrı bilim dalı zannederek yalpalamaya devam ediyor. Bizim de bunun karşında ilk refleksimizin her türlü hak mücadelesinin ekonomik bağlamını, konuya geri bağlamak olduğunu unutmamamız gerekiyor.
 
LGBTT hareketinin Türkiye’deki temel bileşenlerinin bugüne kadar bu konuda belli bir duyarlılığı olduğunu söylemek mümkün. Sendikalarla beraber çalışma çabaları, kar amaçlı kurumlarla ilişkilerdeki dikkatli tavrımız ve ekonomik bağımsızlığımızı korumaya çalışarak temel etkinliklerimizi olabildiğince farklı sınıflardan insanların ulaşmasına engel olmayacak şekilde kurgulamamız bu çabalara örnek teşkil ediyor. Yine de bu alanda yeterli bir çaba olmadığı halen söylenebilir. Bu da gündemin peşinde koşturmaktan bu konu hakkında yeterince teorik tartışamaya vakit ayıramamamızdan kaynaklanıyor.
 
Sırtımızı yaslamaya bayağı alışık olduğumuz insan hakları mücadelesinin bugünkü durumu dikkate değer. Temel metinlerinde malesef LGBTT bireyler ile ilgili bir madde bulunmayan ancak ek protokollerle belli bir LGBTT duyarlılığı ve görünürlüğü edinmiş insan hakları literatürü, çıkışından bu yana “liberal dünyanın bir aldatmacası” varsayılarak belki biraz haksızca yıpratıldı. Ancak uygulamalar özelinde elbette bu eleştirinin haklılık payı yok değil. Evrensel Beyanname’nin devlet düzeyinde imzaya iki temel anlaşmaya bölünerek açılması aslında buna bir örnek görünümünde. Bilindiği üzere “Sivil ve Politik Haklar” ve “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar” ikiz sözleşmelerinden ilki devletin vatandaşa yapamayacaklarını, yani özgürlükleri tanımlarken; ikinci anlaşma devletin bizim için yapmakla yükümlü oldukları haklarımızı konu alır. İşte buradaki ayrım liberal akımın hakları ekonomik temelinden ayırarak ifade etme çabasının kâğıda dökülmüş şeklidir.
 
Örneklendirecek olursak, anlaşmalardan sadece ilki ile kendini yükümlü tutan bir devlet belki LGBTT bireylerin sokakta polis şiddetine maruz kalmalarını engelleyebilecek, ancak  bu devlet kendini evinden ayrımcılık yüzünden atılan LGBTT bir bireye beslenme, barınak, eğitim, sağlık gibi haklarını vermek ile yükümlü tutmayacak ve bu birey hayatta kalmak için nihayetinde herhangi illegal bir yola başvurmak zorunda kaldığında bu kişiyi yine yargılayarak hapsedebilecek. Bu örnek bize insan hakların tamamen liberal kaygılardan yola çıktığını değil, ekonomik temellerinden ayrı tartışıldığında haklar söyleminin içinin ne kadar boşalabileceğine dair bir örnek teşkil ediyor. Buradan hareketle LGBTT hareketi söyleminde devleti sadece yanlış yaptıkları üzerinden değil, bu sorunların oluşmasını engellemek için elinde var olan kaynaklarla önceden yapmadıkları ile aktif olarak sorumlu tutacak söylemi geliştirmek, hareketi liberal çizgiden bir adım uzaklaştırarak bizi “sol” perspektifi pratik olarak hayata geçirmeye bir adım daha yakınlaştıracaktır.
 
Buraya kadar bahsedilen sol devletten talep eden, dolayısıyla da sosyal demokrat bir sol bakış açısı. Bu duruşun yazıda öncelenmesinin sebebi, bugünkü LGBTT hareketinin Türkiye’de temel olarak meylettiği bir yöneliş oluşu. Gerek dava takipleri, gerekse anayasa, nefret suçları yasası kampanyaları, bu yönde atılmış önemli adımlar. Bununla birlikte LGBTT hareketinin sadece sosyal demokrat reflekslere sahip olduğunu söylemek de haksızlık olur. Bugüne kadar anarşist duyarlılıklarla başlayıp ve bu alışkanlıkları (örgütlenmiş iktidar karşıtlığı, yatay örgütlenme ilkesi, yerelcilik,vb.) yer yer sürdüren LGBTT hareketinin sendikalarla ve sosyalist örgütlenmelerle girdikleri işbirlikleri de sadece sosyal demokrat olarak yaftalanamaz.
 
Ancak bugün Türkiye solunda da var olan söylem karmaşası içerisinde LGBTT hareketi “toplumsal muhalefet”in bir parçası olarak tanımlamak duruşumuzu ve önceliklerimizi daha muğlâklaştırmaktan başka işe yaramıyor. Toplumsal muhalefet kavramı ilk bakışta sol bir kavram gibi dursa bile, aslında baskı grupları, sivil toplum gibi liberal iktidarların içine gayet eklemlenmiş bir şekilde var olan tanımlamalara da gayet paralel duruyor.
 
Sosyal demokrat talep oluşturma biçimini konu almak gerekirse; bugün sosyalist solun ayırt edici özelliği iktidar talebidir ve emeğin iktidarını amaçlamayan bir sosyalist sol düşünülemez. LGBTT hareketinin ise emeğin iktidarından yana olup olmadığı yurtdışındaki pek çok örnekte de net olarak görüldüğü şekilde özsel olarak ortaya çıkan bir sonuç olamadı. Kendi hayat gerçekliğimizde kimlik mücadelesi ve cinsel özgürlükler için çalışırken bizim en temel amaçlarımızdan birisinin LGBTT bireylerin sadece liberal dünyanın haklarını elde ederek içersinde özgür olarak yaşayabilecekleri bir dünyanın mümkün olmadığını olabildiğince zengin argümanlarla kanıtlamak olmalı. Çünkü her nasıl LGBTT bireylerin özgürlüğü heteroseksüellerin özgürlüğünü sağlayacaksa üst ve orta sınıf LGBTT bireylerin özgürlüğü de ancak alt sınıf LGBTT bireylerin özgürlüğü sayesinde mümkün olacak.
 
Bugün LGBTT hareketi diğer bütün kimlik hareketleri gibi ister istemez yeni toplumsal hareketlerin içine kısıldığı yere doğru sıkıştı. Yeni toplumsal hareketlerin daha çok bireyden ve bireyin ihtiyaçlarından yola çıkması sebebiyle, LGBTT hareketi için de, kaynakların adil paylaşım sorunu hareketin temel belirleyici çıkış noktalarından biri oldu. Onur haftası geleneğiyle söylemleşen herkese onurlu bir yaşam talebi ve ardından yukarıda sosyal demokrat talepler olarak bahsi geçen mal ve hizmetlerden ayrımcılık yapılmaksızın herkesçe faydalanılmasının devlet tarafından güvence altına alınması ve bunun aracı olarak görülen ayrımcılığa uğramadan emeği satabilme hakkı LGBTT hareketinin gündemine yerleşti. Evlilik tartışmaları da özetinde LGBTT bireyler için bir eşit paylaşım stratejisi olarak görülmelidir.

Elbette bütün bu söylemler queer politikalarının genişletici perspektif tartışmalarına paralel olarak gelişti ve LGBTT hareketi içindeki dinamik bireyler sayesinde hiçbir zaman sadece kendi sorununa odaklanmış olarak kalmayıp pek çok alan üzerine söz üretmeye çalıştı, kendi özneliği ile benzerlikler kurarak yaşam ve etki alanını genişletti. Maalesef queer perspektif kimlik algısını özgürleştirse de kimlik mücadelesinin söylemini paylaşım alanından üretim alanında söz üretmeye evriltemedi. Çoğu sosyalist için bu çıkmaz yeni toplumsal hareketlerin, dolayısı ile kimlik hareketlerinin özünden kaynaklanan bir sorun olarak alındı ve bu mücadeleleri ikincil gösteren bir argüman oldu.
 
Üretim araçlarının el değiştirmesini sağlayacak devrimden önce cinsel devrimin olması gerekli midir bilinmez ama sol dediğimizde belki iki temel noktayı koymak gerekir: Öncelikle sol bir vicdan, daha spesifik olarak da bir empati meselesidir. LGBTT hareketi bütün eylemlilikleri ile diğer oluşumların gündemlerine olan ilgisi ve dayanışmaları sonucunda bu tanım çevresinden kendini oldukça yeterli görebilir. Ancak ikinci olarak sol, üretim alanında söz üretir ve emeğin iktidarını amaçlar. Bu anlamda sosyal demokrat talep ekseninde söylem üreten ya da anarşist reflekslerini canlı tutmaya çabalayan bir LGBTT hareketin de tam anlamıyla solda durduğunu söylemek biraz zor olabilir. Dahası sol üretim alanında söz üretmeye mecburken LGBTT kimliklerin kendilerini ifade etmeleri için bugün itildiği yer tüketim alanıdır. Etnik kimliklerin tarihi, geleneksel varoluşları, bu kimliklerin ifade biçimlerini tüketimden ve piyasadan görece bağımsızlaştırabilmişken; tarih boyunca zar zor birini bulabilmiş LGBTT bireylerin ortak gelenekler ile kendilerini ifade etmeleri oldukça zordur ve bölük pörçük grup davranışlarının ötesinde daha büyük bir bütüne, bir aidiyet ihtiyacındaki LBGTT bireylerin önündeki tek seçenek piyasadaki ortak tercihleri olabilmektedir. Bu yüzden solda duracak bir LGBTT hareketinin temel kaygı noktalarından bir tanesi de belki kimlik aidiyetlerini olabildiğince piyasadan bağımsızlaştıracak ama aynı zamanda, piyasa toplumu bireyselciliğine karşı kendi tutucu olmayan geleneklerini de üretmek olmalıdır. 

Sosyalist solun temel odağı olan üretim alanında söz üretmek, artı değerin nasıl üretileceği ile ilgilidir ki bu sürece cinsel kimliklerin özgürleşmesinin ekleyebileceği temel bir perspektifin olduğunu söylemek iddialı olabilir. Ancak LGBTT bireylerin varoluşlarını diretmesi kendi başına toplumdaki pek çok politik alanı dönüştürme potansiyeline sahiptir ve üretim alanı da bunun dışında değildir. Yıldırım Türker seneler önce “Bir kadın bir kadını, bir erkek bir erkeği sever. Kuracağınız ikinci cümle politik olacaktır” diye yazmıştı. Oysa biz yola çıktığımızda birinci cümlenin de zaten yeterince politik olduğuna emindik. Hem de soldan bir yerden...
 
“Sol ve LGBTT” dosyasından daha önce kaosgl.org’da yayınlanmış yazılar:
 
[[http://www.kaosgl.org/icerik/gursel_tekin_escinsel_onur_yuruyusune_katiliyor|Erkan Altay – Eşcinseller Korkmadan Açık Bir Şekilde Yaşayabilmeli]]
 
[[http://www.kaosgl.org/icerik/devrim_ufkunda_ortaklasma|Birol Dinçel - Devrim Ufkunda Ortaklaşma: Sosyalist ve Eşcinsel Hareket Tasavvuru]]

[[http://kaosgl.org/icerik/sol_ve_lgbtt|Remzi Altunpolat - Sol ve LGBTT]]
[[http://kaosgl.org/icerik/homofobi_ve_sol|Erol Zavar ve Mahmut Soner Homofobi ve Sol]]


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam