28/09/2010 | Yazar: Remzi Altunpolat

Lambdaistanbul tarafından organize edilen 2008 LGBTT Onur Haftası’nda “Dans Edemeyeceksek Bu Bizim Devrimimiz Değil” başlıklı panelde yer alan DSİP (Devrimci Sosyalist İşç

Lambdaistanbul tarafından organize edilen 2008 LGBTT Onur Haftası’nda “Dans Edemeyeceksek Bu Bizim Devrimimiz Değil” başlıklı panelde yer alan DSİP (Devrimci Sosyalist İşçi Partisi), EHP (Emekçi Hareket Partisi) ve bugün artık EDP (eşitlik ve Demokrasi Partisi) içinde faaliyet yürüten Anti-Kapitalist’ten dostlarımıza “Hasta Tutsaklara Özgürlük Platformu”nda yaşananlar üzerinden Solun zihinsel kodları, 2008’den bu yana Sol ve LGBTT hareketi arasındaki ilişkilerin seyri ve LGBTT hareketi ile ortak ve birleşik mücadele hakkında sorular yönelttik.
 
Hasta Tutsaklara Özgürlük Platformu’nda yaşanan tartışmalar sonrasında Yürüyüş Dergisi’nde açığa çıkan, LGBTT bireyleri “hasta, sapkın” ilân ederek çürümüş kapitalizmle ilişkilendiren pozisyon aslında solun zihinsel kodları ile mi ilgili? Bu zihniyetin bütün sola içkin olduğu söylenebilir mi?
 
Meltem Oral: İşçi sınıfı adına kendi örgütlenmesinin sosyalist devrim gerçekleştireceğini şiar edinen ve bütün politik hattını ABD emperyalizmine karşı ulusal bağımsızlık mücadelesi üzerine kuran sol örgütlenmelerin LGBTT hakları konusunda al-ma-dıkları tutum hiç şaşırtıcı değil. LGBTT bireyleri hasta olarak gören zihniyet, Ergenekon konusunda da göbek bağını koparamadığı Kemalizmin değirmenine su taşıyor.  Güncel politikadaki bu perspektif örgütlerin dayandığı, sahiplendiği gelenekten bağımsız düşünülemez. Sosyalizm olarak Stalinist bürokrasiyi anlatıyorsanız, özgürlük tahayyülünüz de eşcinsellerin hastaneye kapatıldığı bir dünyadır. Dolayısıyla sorun solun zihinsel kodlarından çok Stalinizmin kodlarıyla ilintili. Kendisini egemen sınıf olarak örgütleyen Stalinist bürokrasi, tek ülkede sosyalizm adına işçi sınıfının tüm kazanılmış haklarını elinden alırken, emeğin yeniden üretimi için ihtiyaç duyduğu ailenin korunmasının yolu eşcinselliği sapkınlık ilan edip, cezalandırmaktan geçiyordu.  Kısaca, Stalinizmin aksine, egemen sınıfın mücadeleyi bölen milliyetçi, homofobik, cinsiyetçi, transfobik, ırkçı fikirlerinin zokasını yutmadan, antikapitalist mücadeleyi ören bir sol olduğunu ve hâlâ nefes aldığını söylemek mümkün.
 
Elif Karan: Tüm toplum gibi sosyalist hareket de bir parçası olduğu erkek egemen heteroseksist toplumun kodlarından muaf değildir. Pek çok sosyalist örgüt, kadın kurtuluş hareketini bile yeni tartışmaya başlamış ve bir örgüt olarak savunduğu ideolojiyi, kadınları, eşcinselleri, biseksüelleri, transseksüelleri kapsayacak şekilde, yani olması gerektiği biçimde, geliştirmek için ilk defa ele almaktadır. Bu bir bakıma LGBTT hareketinin yükselişe geçmesinin getirisidir ve olumludur. Ancak sosyalist hareket açısından yeterli nitelikte olmadığını düşünmekteyim. Marksizm, yaşamın gerçeklerini kapsayan toplumsal gelişmelerin dinamik çelişkilerini kavrayıp açığa çıkarma bilimidir. Öyleyse kendini Marksist olarak nitelendiren sosyalistlerin de LGBTT mücadelesini aynı bilimsellikle ele alıp, kendi analizlerini ortaya koymaları gerekmektedir. Ve en önemlisi şunu unutmadan: İnsanlara dair hiçbir sorun, Marksistlerin uzağında kalamaz.
Solun bir kanadı, konudan uzak durmak istemektedir. Ancak bulundukları konumdan dolayı, tarihsel olarak kendileriyle hesaplaşmak zorundalar artık. Bizim, EHP’li LGBTT bireyler ve İstanbul LGBTT Sivil Toplum Girişimi ile Hasta Tutsaklara Özgürlük Platformu’nda yaşadığımız tartışmalar bu tarihsel hesaplaşmanın ilk ayaklarından birdir. Solun bir diğer tarafına gelirsek; fikrini, ideolojisin o anda daha güçlü ya da popüler olan bir başka özneye dayanarak kuranların, kendilerini bir özne olarak kurabilmelerinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Onlar ancak bir şeyleri destekleyen olabilir ve bence bu, “Dünyayı Değiştirme”, Devrim yapma iddiası olan örgütlerin kabul etmemesi gereken bir pozisyondur.
 
Ozan Ersan: Gözden kaçırmamamız gereken husus, sol'un da toplumsal gerçekliğin parçası olduğudur. Bu durumda da yine topluma nüfuz etmiş LGBTT-fobi hastalığından nasiplenmiş olması şaşılası değildir. Ancak işin can sıkıcı tarafı, toplumsal olanı ( LGBTT-fobiyi) bu kadar içselleştirenlerin (Yürüyüş vb..) aynı zamanda da “gerici, bilinçsiz vs..” toplumun “ilerisinde” olmayı ve “halkı bilinçlendirmeyi” hedef haline getirenler olmalarıdır.
Rahatlıkla diyebiliriz ki Platform'da yaşananlarla billurlaşan pozisyon alma, tamamıyla, sol'un zihinsel kodlarıyla (geleneğiyle) ilgilidir. 
Bu tartışmadan çıkarılmaması gereken sonuç ise tüm sol'un aynı olduğudur. 'Yeşildir’ diye biber ve karpuzu bir tutmamak gerekir. Sonuç olarak, “zihniyet” solun bir kısmı için oldukça içkin durumdadır ki bu kısım sadece LGBTT özgürlüğüne karşı değil aynı zamanda diğer “ahlaki” durumlarda da aynı tutumu sergilemektedir.
 
Türkiye’de LGBTT hareketi ile yakın ilişkiler kurmak isteyen sol/sosyalist yapılardan birinin temsilcisi olarak 2008 yılında Lambdaİstanbul’un düzenlediği LGBTT Onur Haftası’nda bir hayli renkli tartışmaların yaşandığı “Dans Edemeyeceksek Bu bizim Devrimimiz Değil” başlıklı panele katılmıştınız. O günden bu yana gerek sizin gerekse diğer sol/sosyalist/devrimci yapıların LGBTT hareketiyle ilişkilerinde değişen ne(ler) oldu?
 
Meltem Oral: LGBTT bireylere yönelik ayrımcılık ve LGBTT hareketi sol örgütlerin daha fazla gündem edindiği bir konu haline geldi. Hasta Tutsaklara Özgürlük Platformu’nun tutumuna yönelik tepki geliştiren, platformdan ayrılan, bunu bir tartışma haline getiren kurumların varlığını görmek olumlu. Ancak tabiî ki yeterli değil. Sosyalist örgütlerin etrafı, toplumdaki homofobik ve cinsiyetçi fikirleri geçirmeyen, savuşturan bir cam fanusla kaplı değil. Yani politik olarak LGBTT bireylerin özgürlüğünden yana olan örgütlenmelerde de bu fikirlerle karşılaşmak mümkün. Bu ötelenebilecek veya geçiştirilebilecek bir sorun değil. Hayatın her anında, örgüt faaliyetinin, gündelik pratiğin içinde bizzat mücadele edilmesi gereken bir sorun. “Okulda, işte, mecliste, eşcinseller her yerde”  sloganını sıkça hatırlatmakta fayda var. LGBTT bireyler işçi sınıfının ve sosyalist örgütlenmelerin parçası. Bu noktada, sol örgütlerin LGBTT bireylerin kendilerini rahatça ifade edebilecekleri bir zemin yaratıp yaratamadığı hâlâ ciddi bir sorun.
İki sene önceki panelde en büyük tartışmalar, örgütlerin LGBTT bireyleri vitrin olarak gördüğü ve mücadeleleri ortaklaştırıp ortaklaştıramayacağımızdı. Kapitalizme karşı mücadele ederken işçi sınıfının bütün talepleri için birleşik bir mücadele zemini kurmak gerek. LGBTT bireylerin özgürlük mücadelesi, Kürt halkının mücadelesinden veya darbe karşıtlığından, faturayı emekçilere kesen neoliberal politikalara karşı mücadeleden bağımsız değil. Toplumdaki cinsiyetçi, transfobik, homofobik fikirleri kırmanın bir yolu da ortak mücadeleden geçiyor. Pembe Hayat’ın Tekel işçileri ziyaretinin yarattığı etki aslında taleplerimizin ve çıkarlarımızın ortak olduğunu göstermesi açısından iyi bir örnek. Kendi alanlarımızda, ayrı ayrı dillendirdiklerimizi birlikte haykırmak, taleplerimizi kazanıma dönüştürecektir.
 
Elif Karan: Sol/sosyalist/devrimci yapıların, LGBTT hareketini destekleyenler olarak artık daha cesur olduğunu düşünmekteyim. Bu kesinlikle olumludur, ancak dünyayı özneler değiştirebilir!
Emekçi Hareket Partisi’nin LGBTT hareketi içerisindeki konumuna geldiğimizde ise, parti olarak kendi dilimizi kurma yolunda attığımız her kararlı adımda hareket içindeki diğer örgütlerle tartışmalar, ayrışmalar yaşanmaya başlandı. Yıkmak istediğimiz sistemin karşısında birlik olarak mücadele etmek çok önemlidir. Ancak yaşanan bu tartışmaların, ayrışmaların LGBTT Hareketine sunduğu katkılar su götürmez. Hareket artık bu ülkeye özgü mücadele deneyimlerini kurmaya başlamıştır.
LGBTT hareketi bünyesinde Sosyal ilişkicilik, apolitizm ve sosyalizm düşmanlığı mevcut. (ki o panelde de en dikkat çeken nokta sosyalist örgütlerin tavrı değil, LGBTT “aktivistlerin” sosyalistlere karşı tavrı idi) LGBTT hareketi, “tüm farklılıklarla birlikte”nin, üstüne basa basa propagandasını yapsa da sıra eylem birliğine, sıra örgüt olarak hareket etmeye, sıra bayrağını dalgalandırmaya geldiğinde farklılıklar bir anda mücadelenin önündeki en önemli engel oluveriyor. “Farklılıklar”dan kastım, kesinlikle örgütler. Ezilenlerin her kesimine, “sen kolektif haklardan vazgeç, birey ol” deniyor böylece. Ezilenlere vaat edilen, kolektif haklardan, örgütlülüğünden feragat etmesi isteniyor. Sömürenlerin, ezenlerin, en kolektif, örgütlü baskı aygıtlarıyla sömürüye, ezmeye devam etmesi. Ama bizim “birey” olarak derneklere üye olmamız, bireysel insiyatiflerimizlerimiz doğrultusunda eylemlere katılmamız, iyi niyetimiz el verdiği ölçüde birbirimizle dayanışmamız. Bu tam da sistemin istediğidir. Bu tam da LGBTT örgütlerinin ayrıştığı ya da birleştiği nokta. Bu tam da biz devrimcilerin kesinlikle kabul edemeyeceğimiz, karşısında olacağımız durum. 
 
Ozan Ersan: Değişimin değerlendirilmesi için 2008 yılından ziyade, orta vadeli geçmişin göz önüne alınması gerekiyor. En genel anlamıyla, sol ve LGBTT hareketi arasında, zaman zaman inişli-çıkışlı da olsa, olumlu yönde ancak ağır ağır seyreden bir durum var. Bu, benim ve pek çok arkadaşımın ortak gözlemidir. Daha öncesinde gurup-parti aidiyeti olan insanlarla yaptığımız tartışmaların başlangıç noktası “hormonal bozukluk, genetik faktörler” gibi argümanlara cevap üretmek ve bunları saf dışı bırakmaktı. Geldiğimiz noktada ise durum, “bireylerin kimliklerini serbestçe ifade etmeleri için yapılması gerekenlerin neler olduğu” sorularına verilen cevaplara evirilmiş gözüküyor. Buradan tozpembe dünya hissiyatı içine girmek elbette yanlış olur; zira her ne kadar olumlu seyir içinde de olsa, Türkiye toplumu içinde oldukça sınırlı olan sol'un, kendi içerisinde de azınlığını kapsayan bir durumdan söz ediyoruz.
 
“LGBTT bireylerin taleplerini destekliyoruz” söyleminin ötesinde LGBTT hareketini Sol ile ortaklaştıracak, diğer bir ifadeyle solun LGBTT bireyler ile hemhal olmasını sağlayacak bir dil nasıl inşa edilebilir? Gelecek için birleşik mücadele stratejileri neler olabilir?
 
Meltem Oral: LGBTT bireylerin sorunlarına yönelik sahip olunan perspektif, inşa edilecek dilin belirleyicisidir. Kapitalizme karşı başka bir dünya, yani sosyalizm mücadelesinde merkezi rol işçi sınıfında. Sistemin yarattığı ezen-ezilen ilişkilerini ve baskıları çözebilecek toplumsal konuma sahip olan işçi sınıfıdır. Ancak işçi sınıfı bir yandan da Türk-Kürt, kadın-erkek, heteroseksüel-eşcinsel olarak sistemin bölen politikalarının, çelişkilerinin sorunlarını yaşar. LGBTT mücadelesini işçi sınıfının dışında bir konu olarak ele almamak gerekir. Aynı zamanda bu konuda önemli birikimi ve deneyimi olan LGBTT hareketinden öğrenmeye de açık olmak gerekiyor. Mücadele ederken birbirimizden öğrenebileceğimiz şeylerin olduğunu görmek, böyle bir perspektife sahip olmak ortak bir dilin inşa edilmesini sağlayacak ve daha fazla alanda birlikte olmayı kolaylaştıracaktır.
Anayasa tartışmalarının tavan yaptığı bu günler, LGBTT bireylerin yasal taleplerinin gerçekleştirilmesi açısından değerlendirilebilmeli. Demokratik ve sivil anayasada LGBTT bireylerin görünür olmasını sağlamak gerekiyor. Yapılan anayasa çalışmalarına, toplantılarına LGBTT hareketinin temsilcilerini katmak gibi adımlar, sadece basın toplantısı ya da mitinglerde yan yana gelmenin dışında birlikte fikir üretebileceğimiz ve kampanya inşa edebileceğimiz zeminler yaratmak, birleşik mücadeleyi örmenin taşları. 

Elif Karan: Sol, kendini LGBTT hareketinin öznesi olarak görmek zorundadır, destekleyeni olarak değil. Ama destekleyen olma halinin salt LGBTT mücadelesine içkin olmadığını unutmamalıyız. Ve bu noktada bize düşen görev, bıkıp usanmadan, olmasını gerekeni anlatmak ve eyleme dökmektir. Kendi özgücünden başka güce bel bağlamadan, baskı aygıtının karşısında ayakta duran bir kolektif özne var ise, yani “örgüt” var ise gerçek bir mücadeleden söz edilebilir. Gerektiğinde sokakta, gerektiğinde mahkeme önünde, gerektiğinde gökkuşağı fularlarıyla polis barikatlarında ve tabi ki de kızıl bayraklarla devrim sabahında olacak bir Örgüt(ler)! Gelecek için bundan daha fazla bir stratejiye ihtiyacımız yok. O geleceği yaratmaya hazır önderlerimizle, örgütlerimizle, ideolojimizle ulaşacağız zafere.
 
Ozan Ersan: Bu durum ancak karşılıklı çaba ile gerçekleşebilir. Birinin ya da diğerinin tek başına takınacağı tutum yeterli ve belirleyici olamaz. LGBTT hareketi, solu bir bütün halinde “öcü” olarak görmekten çıkmalı; aynı zamanda da sol, LGBTT hareketini “gerçek bir toplumsal muhalefet” olarak kabullenmelidir. Bu durum ancak yapılan işlerin karşılıklı olarak eleştirilebilirliğinin sağlanmasıyla mümkün olabilir. Sol, en genel anlamıyla, LGBTT hareketini devrimci olmamakla suçlamayı bırakmalıdır, buna karşıt olarak da ‘harekete’ sol’dan yapılan eleştiriler bütünüyle “homofobi” olarak yaftalanmamalıdır.
Hemhal olmak için öncelikle aynı tava içinde kavrulmamız gerektiğini fark etmemiz gerekiyor. Bunun sonrasında yapacağımız yemeğe karar verebiliriz. Bu durumda, yemek yemek istiyorsak öncelikle kendimize ortak bir tava bulmamız gerekiyor.
Geçmişte, gelecek stratejisine dair çok önemli bir dönem olduğunu düşünüyorum: 2002- 2003 savaş karşıtı hareketi…
Bu dönem eşcinsel hareketin oldukça görünür olduğu ve bununla birlikte en azından toplumun belli bir kesiminde kabullenişinin de olduğu dönemdir. Pek çok insan “kapitalizmin hastalığı” olarak nitelendirdiği kişileri ortak eylemlerde görünce; fikirlerinde önemli kırılmalar gerçekleşti. Bugün LGBTT hareketini destekleyen (en azından reddetmeyen) gurup ve örgütlerin önemli kısmı açısından milat bu dönemdir. 
Bundan sonra da yapılacak ortak işler bu hemhalliğin oluşmasında en önemli araçlar olacaktır. Etrafımıza baktığımızda pek çok ortaklaşma alanı olduğunu hemen fark edebiliriz.
 


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam