19/09/2016 | Yazar: Kerem Altıparmak

Gerçekten bugün Türkiyedeki hukuk düzeninin, azınlığın hayat tarzını çoğunluğun baskısına karşı korumak gibi bir derdi var mı?

Mevzuat ve uygulama sadece saldırı fiilini ve yaralanmayı düzenliyor ve fakat bunun arkasındaki saikle ilgilenmiyorsa, bu saikin hedef aldığı değeri korumuyor demektir. Daha açık ifade etmek gerekirse, alış veriş nedeniyle atılan bir tekmeyle, başkalarının giydiği kıyafeti zorla değiştirmeye yönelik tekme için öngörülen yaptırım ve hukuki mekanizmalar aynıysa aslında hukukun kıyafet nedeniyle saldırıyı engellemek gibi bir derdi yok demektir.

Dillere pelesenk olup, esasen hiçbir uygulaması olmayan nefret suçunun derdi tam da bu. Birini yaralamakla, birini ırkçı gerekçelerle yaralamak arasında fark var çünkü. Nefret suçu düzenlemeleri, sadece yaralamayı değil onun arkasındaki ırkçılığı da hedef alıyor. O nedenle basit yaralamadan daha ağır bir şekilde cezalandırıyor.

Peki, kıyafet nedeniyle kadınlara, LGBTİ’lere -istisnai olarak erkeklere de- yapılan saldırıyı basit yaralamadan ayıran bir şey var mı? Yani bir kişi, kendi hayat görüşüne uymayanlardan nefret ettiği için saldırdığında, saldırıya uğrayanın dilediği gibi giyinmek ve yaşamak konusundaki hakkını koruyan ek bir hukuki güvenceden bahsedebiliyor muyuz?

Belki TCK 115/3 akla gelebilir. Ama iki nedenle bunun da ihtiyacı karşıladığından şüpheliyim. Birincisi, 115. maddede 2014te yapılan değişikliğin amacı azınlığı korumak değil dinsel çoğunluğu oluşturanları korumaktı. Nitekim madde başlığı “İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme”. Bu düzenlemenin asıl derdi de dinsel kıyafetleri nedeniyle okula, işe alınmayan kişileri korumaktı. Gerçekten de 115/3 şöyle diyor : “Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale eden veya bunları değiştirmeye zorlayan kişiye birinci fıkra hükmüne göre ceza verilir.”

Bu hükmü yazanların hiç aklında olmasa da biraz güçlü bir yorumla İstanbul’da tekmelenen mağdurun düşünce ve kanaati nedeniyle öyle giyindiği belirtilerek bu hükme sokulabilir belki ama sorun burada bitmiyor. Görüldüğü gibi savcıların, hakimlerin aklına bu hükmü uygulamak gelmiyor çünkü onlar bu saldırıyı 115 içinde görmüyorlar. Dahası, görseler de 115/3 ile kasten yaralama suçunun temel hali için öngörülen ceza aynı, 1 ila 3 yıl. Çünkü hükmün amacı, yaralama fiilinin başkalarının yaşam tarzına müdahale için kullanılmasını yasaklamak değil, türbanlı kişiye iş vermeyen işvereni cezalandırmak. Gerçi normalde İstanbul’daki saldırı basit yaralama suçu olduğu için daha hafif ceza gerektiren 86/2ye tabii ama 86/1e tabii bir eylem olsaydı 115/3le aynı ceza öngörülecekti.

Görüldüğü gibi toplumda başkalarının yaşam tarzına sistemli bir şekilde tahammül edemeyen bir yaklaşım var. Ve bu örnekte görüldüğü gibi bu tutum fiziksel bir saldırıya dönüştüğünde basit bir yaralama gibi değerlendiriliyor. Yaşam tarzının korunması konusunda ise mevzuat yeterince açık değil, uygulama ise kesinlikle o yönde değil. Ama asıl sorun hukuk düzeninin neyi koruyup, neyi korumadığı ile ilgili. Gerçekten bugün Türkiyedeki hukuk düzeninin, azınlığın hayat tarzını çoğunluğun baskısına karşı korumak gibi bir derdi var mı? Eğer böyle bir dertleri varsa, hayat tarzı nedeniyle yapılan saldırıları nefret suçu olarak değerlendirip, daha güçlü yaptırımlara tabii tutarlar.

Böyle bir niyetin olup olmadığını anlamak için de yetkililerin iki günlük suskunluğuna bakmak yeterli sanırım.


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam