18/03/2025 | Yazar: Yunus Kara
Yunus Kara, Dünya Sosyal Hizmet Günü hakkında yazdı: “Sosyal hizmet uzmanları, meslek örgütleri ve akademisyenler olarak, artık sessizliğimizi bozmalı ve LGBTQİA+’ların hakları için mücadele etmeliyiz. Gerçek dayanışmayı inşa etmek, ancak birlikte hareket ederek mümkün olabilir.”

Son zamanlarda üzerine düşündüğüm ve yanıtını bulmaktan endişe ettiğim bir soru var: Sosyal hizmet mesleği için kalıcı bir sessizlik mi başladı?
Sosyal hizmetin asıl amacının toplumun her bireyi için refahı sağlamak olduğu bir gerçek. Fakat ne yazık ki, bazı toplulukların -özellikle LGBTQİA+’ların- sesi çoğu zaman duyulmuyor. Türkiye’de LGBTQİA+’lar, sosyal hizmetin en çok ihmal ettiği gruplardan biri. Bu ihmal giderek büyüyor. Toplum için hedeflenen genel refah, LGBTQİA+’ların var oluşları, hakları ve ihtiyaçları göz ardı edilerek şekilleniyor. Bu yazı çerçevesinde sosyal hizmetin (ve sosyal hizmet profesyonellerinin) kendi sessizliğine karşı bir duruş sergilemesini ve şu soruya yanıt vermesini umuyorum: “Gerçekten de toplumdaki tüm bireyler için bir refah yaratmak istiyor muyuz? Yoksa sadece belirli bir topluluğu bu sürecin dışında mı tutuyoruz?”
Bu yazının başlığındaki “Kalıcı Refah mı, Kalıcı Sessizlik mi?” ifadesi, yaşanan çelişkili durumu yansıtıyor. Çünkü sosyal hizmetin bu noktada bir karar vermesi gerekiyor. Sosyal hizmet ya toplumun tüm bireylerine eşit şekilde ulaşarak, onların haklarını savunacak ya da bu sessizliğini devam ettirerek, sosyal adaletsizliklere göz yummaya devam edecek. Bu yazıda, tam olarak bunun üzerine bir tartışma zemini oluşturmaya çalışacağım.
Dünya Sosyal Hizmet Günü, her yıl sosyal hizmet mesleğinin temel değerlerini vurgulamak ve sosyal adalet, insan hakları, kolektif sorumluluk ve sürdürülebilir kalkınma gibi konulara dikkat çekmek için bir fırsat sunuyor. 2025 yılının teması olan “Kalıcı Refah İçin Nesiller Arası Dayanışmayı Güçlendirmek”, bireyler ve topluluklar arasında uzun vadeli dayanışma mekanizmaları geliştirmenin önemini vurguluyor. Bu dayanışma hali, sosyal hizmet profesyonelleri arasındaki iş birliğini ve etkileşimi de içeriyor. Ancak bu tema, özellikle Türkiye’deki LGBTQİA+’lar açısından ele alındığında, mevcut sosyal hizmet uygulamaları ve politikalarındaki eksiklikleri ve sessizliği de gözler önüne seriyor.
“Kalıcı Refah İçin Nesiller Arası Dayanışmayı Güçlendirmek” teması, sadece bireyler arası ilişkileri değil, aynı zamanda toplumun genel yapısını dönüştürmeye yönelik bir çağrı olarak da okunmalı. Nesiller arası dayanışma, farklı yaş gruplarının birbirleriyle bilgi, deneyim ve kaynak paylaşımında bulunmasını, krizlere karşı kolektif direnci artırmasını ve daha kapsayıcı bir sosyal yapı oluşturmasını gerektiriyor. Ancak, Türkiye’de LGBTQİA+’lar söz konusu olduğunda, bu dayanışma mekanizmalarının büyük ölçüde işlemediğini görüyoruz. Yaşlı LGBTQİA+’lar, ailelerinden, sosyal hizmet sistemlerinden ve topluluklarından dışlanarak yalnızlığa mahkûm edilebiliyor. LGBTQİA+ gençler ise aile içi şiddete, evsizliğe ve ayrımcılığa maruz bırakılırken, destek mekanizmalarına erişimde ciddi engellerle karşılaşıyor. Sosyal hizmet uygulamaları ve politikaları, LGBTQİA+’ların ihtiyaçlarını göz ardı ederek, heteronormatif bir aile yapısına dayalı sosyal refah sistemini sürdürüyor. Türkiye’de sosyal hizmet sisteminde LGBTQİA+’lara yönelik spesifik bir sosyal politika bulunmaması, bu grupların refah ve dayanışma mekanizmalarına erişimini de kısıtlıyor. Bu tema, sadece LGBTQİA+’ların toplumdaki yerini değil, aynı zamanda sosyal hizmet profesyonellerinin birbirleriyle olan dayanışmasını da sorgulatıyor. Nesiller arası dayanışma, sadece toplumsal gruplar arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesini değil, aynı zamanda meslektaşlar arasındaki iş birliğini de gerekli görüyor.
Türkiye’deki LGBTQİA+’lar sosyal hizmetin temel ilkeleri dışında bırakılıyor
Sosyal hizmetin temel ilkeleri arasında insan hakları, eşitlik, kapsayıcılık ve adalet yer alsa da Türkiye’de LGBTQİA+’lar bu ilkelerin dışında bırakılmaya devam ediyor. Sosyal hizmet, hak savunuculuğu ve toplumsal eşitlik için emek veren bir meslek olarak kabul edilse de bu mücadelenin sınırları, özellikle LGBTQİA+’lar söz konusu olduğunda önemli ölçüde daralmış durumda. Meslek örgütleri, akademisyenler ve sosyal hizmet uzmanları, LGBTQİA+’ların maruz bırakıldığı ayrımcılık ve hak ihlalleri karşısında büyük ölçüde sessiz kalıyor. Sistematik baskılar, devletin tutumu ve politik tehditler karşısında bu sessizlik daha da derinleşiyor. Türkiye’de, hükümetin 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etmesi, LGBTQİA+’ları “tehdit” olarak tanımlama eğilimini güçlendiriyor. Heteronormatif aile yapısının, devletin ve toplumun tek kabul edilebilir biçimi olarak lanse edilmesi, LGBTQİA+’ların var oluşlarının sadece aile düzeyinde değil, toplumsal yaşamda da yok sayılmasına yol açıyor. Bu yok sayma, yalnızca bir kültürel dışlanma değil, aynı zamanda bir politik müdahale halini de almış durumda. Ailelerin, toplulukların ve bireylerin, LGBTQİA+’ları dışlaması, devletin bu durumu teşvik etmesi ve herhangi bir karşı duruşu cezalandırmasıyla pekişiyor. Bunun en açık örneklerinden biri, nefret söylemlerinin artışı, LGBTQİA+ hak savunucularına yönelik baskılar ve aktivistlerin gözaltına alınması ile somutlaşıyor. Son yıllarda, özellikle hak savunucuları ve toplumsal eşitlik için mücadele edenlerin tutuklanması, özgürlüklerinin kısıtlanması, sadece bireysel bir tehdit oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal dayanışma ve eşitlik mücadelesine de büyük bir darbe vuruyor. Bu durum, devletin ve toplumsal güç odaklarının nesiller arası dayanışma ve toplumsal refah söylemlerinde, kimleri dahil ettiklerini ve kimleri dışladıklarını bir kez daha gözler önüne seriyor. Özellikle LGBTQİA+’lar için, hükümetin politikaları sadece ayrımcılığı artırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu kesimlerin refah hakkını, sosyal hizmet mekanizmalarından almasını engelliyor. Sosyal hizmetin, sistematik olarak bu kesimleri dışlayan ve görmezden gelen bir tutum sergilemesi, mesleğin insana dair değerlerinden sapması anlamına geliyor. Bu durumda, yalnızca LGBTQİA+’lar için değil, adalet ve eşitlik adına yapılacak her ilerleme de engellenmiş oluyor. Bu körleştirici sessizlik ve toplumsal dışlama, sosyal hizmetin hak temelli bir meslek olarak misyonunu yerine getiremeyeceği, toplumun tüm bireylerine eşit hizmet sunamayacağı bir ortam yaratıyor.
Sosyal hizmet mesleği, LGBTQİA+ karşıtı politikalara karşı ne yapıyor?
Sosyal hizmet mesleği, hak temelli bir meslek olarak, LGBTQİA+’lara yönelik baskılar karşısında nasıl bir duruş sergiliyor? Türkiye’deki sosyal hizmetle ilgili meslek örgütleri ve akademik çevreler, devletin LGBTQİA+ karşıtı politikalarına karşı ne yapıyor? Bu sorulara verilecek cevap ne yazık ki kocaman bir sessizlik. Türkiye’deki sosyal hizmet meslek örgütlerinin büyük bir çoğunluğu, LGBTQİA+’lara yönelik nefret söylemleri ve hak ihlalleri karşısında açık bir savunuculuk sergile(ye)miyor. Üniversitelerde sosyal hizmet eğitimi, LGBTQİA+’ların özgün ihtiyaçlarını ele alan kapsamlı bir müfredata sahip değil ve çoğu durumda “sosyal hizmet akademisyenleri” LGBTQİA+’lara yönelik nefreti tekrar tekrar üretiyor ve sürdürüyor. Sosyal hizmet uzmanları, LGBTQİA+’lara yönelik hizmetleri geliştirmekte ve erişilebilir hale getirmekte ise yetersiz kalıyor. Oysa sosyal hizmetin, tarihsel olarak hak mücadelesi ve toplumsal adalet hareketleriyle iç içe geçmiş bir meslek olma gayesi ve engelli haklarından kadın haklarına, göçmenlerden ekonomik eşitsizliğe kadar birçok konuda aktivizmle bütünleşmiş bir disiplin olma çabası vardı. Ancak LGBTQİA+ hakları söz konusu olduğunda, Türkiye’de sosyal hizmetin bu aktivist ruhu kaybolmuş gibi görünüyor.
Sosyal hizmetin LGBTQİA+’lara yönelik sorumluluklarını yeniden düşünmesi ve dönüştürmesi için birkaç önemli adım atmamız gerektiği de açık. İlk olarak, nesiller arası deneyim paylaşımını daha kapsayıcı hale getirmeliyiz. Yaşlı LGBTQİA+’lar söz konusu olduğunda, sosyal hizmet mesleğinin sadece onlara saygı göstermekle kalmaması, onların deneyimlerini daha fazla görünür kılmak, geçmişte yaşananları öğrenmek, bu topluluğun tarihini doğru anlamak için çabalaması gerekiyor. Bir diğer önemli konu, LGBTQİA+ gençlerin haklarını savunacak ve sosyal dışlanmayı önleyecek programlar geliştirmek. Bu süreç, gençlerin kendilerini daha güvende hissetmelerini sağlayarak, toplumsal eşitlik adına atılacak büyük bir adım olacaktır. Ayrıca, politik savunuculuğu güçlendirmek de çok kritik. Sosyal hizmet, LGBTQİA+’ların yaşadığı hak ihlallerine karşı net bir duruş sergilemeli. Sosyal hizmet meslek örgütleri de bu konuda sesini daha güçlü bir şekilde duyurmalı, bu konuyu bir hak sorunu olarak ele almalı. Son olarak, sosyal hizmet eğitimini de dönüştürmek gerekiyor. Bu konuda gelecekteki sosyal hizmet uzmanlarını yetiştirecek müfredatlarda, LGBTQİA+ kapsayıcılığına yönelik derslere yer verilmesi şart. Öğrencilerin bu topluluklarla sosyal hizmet müdahaleleri gerçekleştirebilecekleri saha çalışmalarına katılmaları da çok önemli. Sosyal hizmet akademisyenlerinin LGBTQİA+’lara yönelik nefret söylemlerini üretmemesi ve yaygınlaştırmaması da gerekli haliyle. Tüm bu adımlar, sosyal hizmetin teorik ve durağan bir meslek olmaktan çıkıp, toplumsal eşitliği ve sosyal adaleti savunan uygulamalı bir araç olmasını sağlayabilir.
“Kalıcı Refah İçin Nesiller Arası Dayanışmayı Güçlendirmek”
2025 yılı için belirlenen “Kalıcı Refah İçin Nesiller Arası Dayanışmayı Güçlendirmek” teması, aslında sosyal hizmetin gerçekten ne anlama geldiğini sorgulamamıza neden oluyor. Dayanışma, yalnızca birlikte olmak değil, her bireyin eşit haklarla bu dayanışmanın bir parçası olması anlamına geliyor. Ama ne yazık ki, Türkiye’de LGBTQİA+’lar bu dayanışmanın dışına itilmekte, yok sayılmakta, hatta uğradıkları ayrımcılıklarla yalnız bırakılıyor.
Sosyal hizmet, sadece bireysel danışmanlık ve destek sağlamakla sınırlı bir meslek değil. Aslında, mesleğimiz toplumsal dönüşümü hedefleyen ve baskı mekanizmalarına karşı duran ve bunun için birlikte çalışmamızı ve örgütlenmemizi farklı noktalardan dile getiren bir özelliğe sahip. Bugün, bu dönüşümün merkezine LGBTQİA+ haklarını almak, sosyal hizmetin adalet ve eşitlik temelinde güçlü bir duruş sergilemesini sağlamak için bir zorunluluk. Nesiller arası dayanışma, kimliği ne olursa olsun, herkesin eşit haklarla bu dayanışmaya katılmasıyla anlam kazanabilir.
Ve gelinen bu noktada harekete geçmemek ya da susmak bir seçenek olmamalı. Sosyal hizmet uzmanları, meslek örgütleri ve akademisyenler olarak, artık sessizliğimizi bozmalı ve LGBTQİA+’ların hakları için mücadele etmeliyiz. Gerçek dayanışmayı inşa etmek, ancak birlikte hareket ederek mümkün olabilir. Çünkü toplumsal eşitlik ve haklar adına atacağımız her adım, daha güçlü ve daha adil bir toplum yaratmamıza katkı sağlayacak.
Unutmayalım, bu mücadele hepimizin ortak mücadelesi. Sesimizi birleştirerek, dayanışma içinde hareket ederek toplumsal değişimi sağlayabiliriz. Bugün, Dünya Sosyal Hizmet Günü’nü kutlarken, mesleğimizin özündeki sosyal adalet, eşitlik ve insan hakları gibi değerlere daha güçlü bir şekilde sahip çıkmalıyız. Hep birlikte, daha adil bir toplum için, LGBTQİA+’ların hakları için sesimizi yükseltme zamanı! LGBTQİA+ hakları insan haklarıdır!
*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, kent hakkı, barınma, sosyal hizmet, dünyadan, sağlık hakkı