12/04/2010 | Yazar: Nevin Öztop

Oğuz Atay’ın “Korkuyu Beklerken”inden şu cümle fırlayıp mıhlanmıştı aklıma: “Çok zengin oldukları için, 4 sütunda 5 kere ölen merhumlar...&rdq

Oğuz Atay’ın “Korkuyu Beklerken”inden şu cümle fırlayıp mıhlanmıştı aklıma: “Çok zengin oldukları için, 4 sütunda 5 kere ölen merhumlar...” Allah düşman başına vermesin, 45 yaşında Antalyalı Nurettin’in spermleri çalındı ve “lank!” diye gündeme oturdu. İnsan onuruna şekil ve hayat verdiğini farz etmeye başlayan beyinlerimiz, tam da bugünlerde spermlerin çalındığına filan da kanaat getirmeye başladı. İşte öyle bir kudret hücresi düşünün ki, anıldıkça her sayfada daha da kudretleniyor, her anahaberde canlanıyor ve her köşe yazısında şahlanıyor.
 
İki insanın tükürüklerinin televizyon ekranında birbiriyle haşır neşir olmasının arkasından Ebeveyn Kurulu kurulmasını gerekli gören bir zihniyetin, 3. sayfa haber versiyonu bu aslında. Tabii bizler hâlâ bekliyoruz, öğretmenler, doktorlar ve anne-babaların filan da işe el atmalarını, “RTÜK tek başına yeter mi!” diyerekten.  Sperm gaspı haberinden sonra, toplum olarak, sperm araklamayı huy edinmiş Rabia’yı sorgulama ve neyi, nerede ve nasıl yaptığını deşme hakkımız vardı tabii ki. Ne de olsa, komşu kızının bacak kıllarını bile raporlama kaşarlığına sahipti evdeki kavanozda koruduğumuz haysiyetimiz. Kocaaaa herifle niye bu işe giriştiğini sorduk. Niye doğum kontrol kullanmadığını sorduk. Çocuk istemeyen herife niye musallat olduğunu sorduk. Utanıp utanmadığını sorduk. Öyle sersemleştirdik ki Rabia’yı, namusunun sesini dinleyip, “Evlenmeden önce birlikte olmak bir hata ama sonuçta evlenecektik” filan diye gevelemeye başladı. “Dedikodular, ailemin ve toplumun önündeki durumumu etkiledi. İyi bir evlilik yapma şansım da kalmadı.”
 
“Doğum kontrol” tanımını erkekler için kullanmak, şirk koşmak gibi bir şey bu kokuşuk dünyada aslında. Ne de olsa, erk hücrelerin nereyi, ne zaman ve nerede döllediğinin hesabını yapmak, ne zaman gündeme geldiyse, geldiği gibi gitti şu ana kadar. Erkek doğum kontrol hapı üretmiş ancak piyasaya sokma konusunda kamuyla epey cebeleşmiş ve her şeyi eline yüzüne bulaştırmış sayısız firma var. Erkeğin dölleme “yeteneği”ni kontrol altına almak, erkliği zora sokacak, erkekliği sınırlayacak, kendisini çoğaltamayacak ve kendisini kamuya açacak en nihayetinde.
 
Biz yalnızca kadın cinselliğini ve bedenini kamuya açmaya aşinayız. Gebelik önleyici haplar, her ne kadar “cinselliğin ulaşılabilirliği” konusunda kadın hareketini heyecanlandırmış olsa da, kadın cinselliğini kontrol eden ve onu para ile satın alan bir “heteroseksüelliğin medikal sinek-kovucusu”na kavuşmuş olduk en fazla. Sonunda, “hap kilosu” diyerek naifleştirdiğimiz obezite temel atma çalışmalarımıza, depresyonlarımıza, libidolarımızın yerlerde sürünmelerine ve meme kanserlerimize bakakaldık uzun uzun, her ne kadar cinsellik elin altında bir yerde, istersek ulaşabileceğimiz bir mesafede bize gülümsese de… Bu hapların cenabetliği, her el attığını kurutan ABD’nin ilk medikal çalışmalarından belli olmuştu zaten. Toprak peşinde cirit atmalar ile başlamadı ABD’nin kolonyalist kariyeri. Dibindeki Porto Rikolu kadınlara bu hapları kullandırtarak, “en zararsız” versiyonuna ulaştı onyıllar sonra. Hayatını kaybeden Porto Rikolu kadın sayısına bir rakam veremiyor olsak da, bölgenin kadınlar arası kanserden hâlâ kurtulamadığını anmış olalım Antalyalı Nurettin sayesinde.
 
Şimdi burada Rabia’nın vesilesiyle bir konuyu daha anmak lazım: “Çocuk” kelimesinin, aile, beklenti, babalık ve görev gibi mevzuların içini dolduruşu. Korunmayan erkek, “babalık” ile tehdit ediliyor ve direkt maddiyat gecelerine akılıyor. Sperm karşılığında peşin 30.000 TL, aylık ise 10.000 TL talep ediliyor. Dişi benlik, kimliğini oluşturma aşamalarının ilk anından itibaren sözde “annelik içgüdüsü” komasına sokuluyor, karşı cinsin beklentilerini “beyinsel sensörleme”yi öğreniyor, bireyselliğin yolunun evlenmekten geçtiği varsayımına sırtını dayıyor, erkekliğe yapılan yatırımın kırıntılarıyla kadınlığını inşa ediyor ve başarı ile başarısızlığın arafında dengeli bir hayat sürdürmeye kendisini şartlandırıyor. Klişelerin en klişesi “ama erkekleri de kadınlar yetiştiriyor” gibi yumurtlama örnekleri sergileyen ve “Nazlı Tağızade-Halis Toprak hayal kırıklığı” gibi bir örnekte “dişinin sömürücülüğü”ne anlam üzerine anlam yükleyerek “para sübyancılığının” üzerini pek de güzel kapatan dişi beyinler, bu örnekte de kadını suçlamaya ant içiyor.
 
Sperm çalınması haberi, terimsel olarak her ne kadar zihnimizi ve 3. sayfa lügatimizi zorlamış olsa da, mayamıza çok da yabancı gelmeyen bir katık. Ne de olsa çalışan kadınların çoğunluğunu “evinde çalışan” ve emeği beleşe giden kadınlar oluşturuyor ve erkekler bir nevi “işveren” konumunda kadın emeğini ve insan onurunu zımparalıyor. Eee, erkekler de -işveren statüleriyle- çalıştırdıklarına “verdiklerinin” hesabını soruyor. Girdi-çıktı envanterini de yüce Medeni Kanun tutuyor.


Etiketler: insan hakları, aile
nefret