08/04/2025 | Yazar: Murat Can Akbaş
"Saraçhane’de verilen mesajlar, yıllardır siyasal temsil alanında kendine yer bulamayan LGBTİ+’lar için yeni bir tartışma zemini sundu. Ancak sadece kriz anlarında yapılan beyanlarla sınırlı kalan desteklerin sürdürülebilir ve inandırıcı olması mümkün değildir."

2025 yılı, Türkiye siyasal yaşamında adaletin ve demokratik kurumların ne kadar kırılgan bir zeminde olduğunu bir kez daha gösterdi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart’ta gözaltına alınması, yalnızca kişisel bir mağduriyet değil, seçimle gelen iradenin yeniden tehdit altına alındığını da ortaya koydu. Bu gelişmenin ardından Saraçhane’de on binlerce kişi, farklı toplumsal kesimleri temsilen bir araya geldi. Herkesin ortak talebi aynıydı: Hak, hukuk ve adalet.
Ancak bu kalabalığın içinde sessiz kalmaya alışkın bırakılan bir kesim daha vardı. LGBTİ+’lar, uzun yıllardır Türkiye’de yalnızca görünmez kılınmakla değil; sistematik biçimde dışlanmakla karşı karşıya. Saraçhane’de atılan sloganlar, bir yandan haksızlığa uğramış bir siyasetçiye destek verirken, diğer yandan toplumun tüm ezilenlerinin ortak çığlığına dönüştü. Çünkü LGBTİ+’lar, yıllardır yalnızca hak arayışlarının öznesi değil, aynı zamanda bu toplumun demokrasi talebinin de taşıyıcıları.
Bu bağlamda CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Saraçhane mitingindeki şu sözleri önemli bir dönüm noktası olarak görülmelidir:
“Biz kadın erkek eşitliğinin teminatıyız. Biz bu ülkede kim kendini yalnız hissediyorsa onun yanındayız. Gökkuşağının teminatıyız.”
Bu beyan, Türkiye’de uzun süredir siyasetin görmezden geldiği bir topluluğa yönelik açık bir mesaj niteliği taşır. Ancak bu tür sözlerin gerçek anlam kazanabilmesi, yalnızca sembolik destekle değil, somut politikalarla mümkündür. Çünkü LGBTİ+’ların ihtiyacı olan şey, teminat değil; tanınma, korunma ve eşit yurttaşlık hakkıdır.
Devletin sistematik dışlayıcılığı: LGBTİ+’lar neden hâlâ tanınmıyor?
Türkiye’de LGBTİ+’lar hukuk sisteminin içinde görünürlük kazanamamakta ve sosyal politikalarda çoğunlukla yer bulamamaktadır. Ayrımcılıkla mücadeleye dair açık bir mevzuatın eksikliği, LGBTİ+ topluluğunu kamusal alanın dışına itmektedir. Birçok ülkede yasal güvence altına alınmış olan evlilik eşitliği, miras ve sağlık hakları, Türkiye’de hâlâ LGBTİ+’ların için yok hükmündedir.
2025 yılı için ilan edilen “Aile Yılı” kapsamında hazırlanan Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi (2024–2028), aileyi yalnızca heteroseksüel birliktelik olarak sınırlamakta; farklı aile biçimlerine yer vermemektedir. Belgede geçen “zararlı dijital eğilimler” ve “aileyi bozan içerikler” gibi ifadeler, LGBTİ+’lar hedef almakta ve toplum nezdinde kriminalleştirmektedir.
Bu dışlayıcı yaklaşım, yalnızca belgeyle sınırlı değildir. RTÜK’ün LGBTİ+ içeriğe sahip dizilere uyguladığı yaptırımlar, valiliklerin Onur Haftası etkinliklerini yasaklaması, Basın İlan Kurumu’nun ilan ambargoları gibi uygulamalar da bu sistematik baskının parçasıdır. Bunlar, hukuki çerçevede varlığı tanınmayan bireylerin kamusal yaşamdan da silinmeye çalışıldığını göstermektedir.
Temsil mi, teminat mı?: Muhalefetin Sınavı
Saraçhane’de verilen mesajlar, yıllardır siyasal temsil alanında kendine yer bulamayan LGBTİ+’lar için yeni bir tartışma zemini sundu. Ancak sadece kriz anlarında yapılan beyanlarla sınırlı kalan desteklerin sürdürülebilir ve inandırıcı olması mümkün değildir. Gerçek bir siyasi sahiplenme için, LGBTİ+ hakları açıkça savunulmalı; parti programlarında, belediye faaliyetlerinde ve meclis kürsülerinde yer bulmalıdır.
Bazı muhalefet partilerinin LGBTİ+ görünürlüğüne dair söylemlerden kaçınması ya da bu konuda sessiz kalması, Türkiye'deki eşit yurttaşlık idealinin ne kadar sınırlı bir çerçevede ele alındığını gösteriyor. LGBTİ+’lar yalnızca sembolik temsilin değil, yapısal hakların da talebindedir.
Bu bağlamda, LGBTİ+’ların varlığı, yalnızca görselliğe indirgenemez. Hak savunusu, ancak LGBTİ+’ların kendi adlarına konuşabildiği, karar süreçlerine katılabildiği, sosyal hizmetlerden eşit şekilde yararlanabildiği bir zeminde gerçek anlamına kavuşur. Gökkuşağı artık sadece bir metafor değil; toplumun çoğulcu yapısının ve eşitlik talebinin ortak simgesidir.
Susma, sustukça sıra sana gelecek: Kesişimsellik, dayanışma ve sorumluluk
“Susma, sustukça sıra sana gelecek” ifadesi, Türkiye’de yalnızca muhalif kimliklerin değil, herkesin güncel sorumluluğunu hatırlatan bir çağrıdır. Bugün LGBTİ+’ların hedef gösterilmesi, yalnızca onların değil, toplumun tamamının geleceğini ilgilendirir. Çünkü adaletsizlik, sustukça yayılır; sessizlik, iktidarın en güçlü aracına dönüşür.
Saraçhane’deki miting, farklı toplumsal kimliklerin adalet talebi etrafında bir araya gelebildiğini gösterdi. Ancak bu birlikteliğin kalıcı bir toplumsal dönüşüme evrilmesi için, başta muhalefet olmak üzere, tüm siyasi aktörlerin çok renkli bir toplumsal yapıyı açıkça kabul etmesi gerekir. Bu, yalnızca bir temenni değil; demokrasiye geçişin ön koşuludur.
Artık çok renkli olmakla barışmak, birbirimizi olduğu gibi kabul etmek, dünyamıza gökkuşağını dâhil etmek zorundayız. Bu yalnızca Türkiyeli LGBTİ+’ların görünürlüğü için değil, Türkiye’nin demokrasi iddiası için de gereklidir.
Her türlü adaletsizliğe susmamak gerekir. Özellikle Türkiye coğrafyasında hiçbir adaletsizliğe susmamak gerekir. Çünkü sıra her an sana, bana, bize gelebilir.
*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, nefret suçları, eğitim, barınma, aile, siyaset, sağlık hakkı, yıldız tar için gazetecilik için