24/09/2010 | Yazar: Emre Korlu

Nasıl öldürüldüğümü hatırlamıyorum. Yüzüm duvara dönük, ayaklarım yerden kesikti. Sol tarafımda bir ayna vardı.

Nasıl öldürüldüğümü hatırlamıyorum. Yüzüm duvara dönük, ayaklarım yerden kesikti. Sol tarafımda bir ayna vardı. Sabit durup tüm çıplaklığımı kendisine malzeme yapan.
Odayı aydınlatan küçük bir lambadan başkası değildi. Bildiğim kavramları unutmaya başlayıp, parmak uçlarımın üşümekte olduğunu hissediyordum. Büyük annemin; televizyonun karıncalı ekranı karşısında hayata son bakışının renksizliğini simgelercesine, sonsuz uykuya dalışını anımsıyordum.
 
Adamların yüzleri duyduğum sesleri analiz etmemle birlikte şekilleniyordu. Biri bıyıklı, diğeri sakallı olmalıydı. Tavanda asılı duran lambadan üzerimdeki beton yığınının yakınlığını ölçebiliyordum. Başıma aldığım darbeler hesaplama yetimi kaybetmeme neden olmamıştı. Beyin kanaması ihtimalini bir yana bırakıp, tramva geçirmediğimi farkediyordum. Vücudumun soğukluğu bana kış mevsimini hatırlatıyor ve holden gelen ayak sesleri üzerime dökülecek kaynar suyun sıcaklığını tahmin etmeme neden oluyordu.
 
Oraya neden getirildiğimi anlamaya çalışmakla birlikte gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Sanırım ağlamaya hazırlanıyordum.
 
Üzerimde uygulanan şiddet yöntemlerinden sonra ağlamak hakkımdı. Ölümüme bir tek, verdiği ışıktan memnun olmayan, lamba tanık olacaktı ve ardımdan iyi niyetleriyle delil sunacak kimse kalmayacaktı.
 
Ermeni asıllı bir aileden gelmekteydim. Surp Pırgiç Hastanesinde babasını yaşamdan mahrum eden yatalaklığa göz yummak zorunda kalan ve sahip olduğu tek varlığı da oranın morguna teslim eden bir evlattım.
 
Adım Ağazar. Bunu o lamba bile bilmeyecek. Okuyanlar; isimlerin anlamlarını merak edenler, Ağazar'ın ne anlama geldiğini bilirler. İbranice "Tanrı bana yardım edecek" diye tanımlanır.
 
Şimdi oradaydım işte. Babamın beni görmek istemeyeceği o yerde. Sağ dizimdeki çocukluğun yaramazlığından kalma yara izi onun yüreğini ne kadar yaktıysa, derimin yanıklığı da o kadar iz bırakmayacak ruhun terk ettiği bedeninde.
 
Nasıl öldürüldüğümü hatırlamıyorum. Nasıl ödürüldüklerini anımsamayan diğerleri gibi… Midemin çıkardığı seslerden aç olduğumu anlayıp daha fazlasını yapmasınlar diye nefessiz kaldığımı duyumsuyorum sadece. Yaşayacağım saliseleri görmek için çevremde zamanın tüm hızıyla geçtiğini gözlerime sokacak bir saat arıyorum.
 
Yatakta unuttuğum sevgiliye söyleyemediğim kelimeleri dilimde döndürmek istiyorum ama nafile son duyduğum acıyla boynumun o adamın ellerinde kaydığını hissediyorum.
Bunu yapan bıyıklı olan olmalı çünkü diğeri yalnızca seyretti.
 
"bu hikaye; Eşcinsellere Firavunluk yapanlara ithafen kaleme alınmıştır.."


Etiketler: yaşam
İstihdam