23/05/2009 | Yazar: Yıldırım Türker

Dilimizde önemli bir eksiğin titizlikle yürütülmüş, güçlü bir odağa oturtulmuş, mümkünse bir de edebiyatçı tezgâhından geçmiş sözlü tarih çalışmaları olduğuna inanıyorum.

Dilimizde önemli bir eksiğin titizlikle yürütülmüş, güçlü bir odağa oturtulmuş, mümkünse bir de edebiyatçı tezgâhından geçmiş sözlü tarih çalışmaları olduğuna inanıyorum.

İnsanların kendilerine kalan dili tam olarak tüketmeden anlatması, yaşadıklarını bize aktaracak bir rüzgâra söylemesi gerek. Yaşanmış olanlar tarihe kendi resmiyle, kendi sesiyle geçebilsin diye. Yaşananlar boşa yazılmasın, insanın çıplak dilinden dinleyelim, unutamamak için.

Martin Duberman’ın ‘Stonewall İsyanı’ 1993 yılında çıktı. Artık Türkçe de okunabilir.



Duberman, bir tarih profesörü. Aynı zamanda bir edebiyatçı. Oyun yazarı.
Emma Goldman’ın hayatını anlattığı ‘Toprak Ana-Emma’ kitabı da Türkçeye aktarılmıştı.
Ama bütün bunların ötesinde Duberman, yirminci yüzyılın önde gelen gey hakları eylemcisi. Bu konuda yazmış ve derlemiş olduğu kitaplar, nicelerine yol göstermiş. Kendi biyografisi de ışıklı bir metindir.

‘Stonewall İsyanı’nın önsözüne şöyle başlar: ‘‘Stonewall’, modern lezbiyen ve gey tarihinin sembolü haline gelmiş bir olaydır. 1969’un Haziran ayının sonundan temmuz başlarına kadar süren ve Greenwich Village’daki bir eşcinsel barına düzenlenen polis baskını yüzünden çıkan bir dizi isyana sahne olan ‘Stonewall’, yıllar geçtikçe eşcinsel direnişi ve baskısının diğer ismi haline geldi. Günümüzdeyse bu sözcük, ayaklanma ve kendinin farkına varma fikirleriyle birlikte anılır; bu kapsamıyla, gey ve lezbiyen bilincinin ikonografisindeki bellibaşlı unsurlardan biri olmuştur.’
Duberman, bambaşka hayatlar ve toplumsal katmanlardan gelen 6 karakterin hikâyelerinin o gün, tarihin o noktasında kesişmesini anlatır benzersiz kitabında.

Dolayısıyla dönemin ve giderek yüzyılın gey ve lezbiyen ‘olma’ durumunu çeşitlendirerek bir hak ve özgürlükler mücadelesi çerçevesinde en zengin haliyle sunar.

Bir tarihçi olarak muradını anlattığı önsözde tam da bizim, bu topraklarda yaşayan insanların ihtiyacı olan bir tarih yazımının ipuçlarını da veriyor: ‘Sembolik Stonewall’u ampirik bir gerçekliğe oturtmanın, 1969’da yaşananları tarihsel bağlama yerleştirmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Bu kitabı yazarken, yaşanan tecrübeleri bireysel seslerin ortadan kaybolduğu bir noktada homojenleştirmekten kaçınmanın önemini göz önünde bulundurdum. Amacım birçok çağdaş tarihçinin bertaraf ettiğini tam anlamıyla bir araya getirmekti: Kökeni yıllar öncesine dayanan, vazgeçilmez bir insan hikâyeleri anlatma girişimi. Çünkü ben, meslekten tarihçilerin sıklıkla üç boyutlu hayatları istatistiksel bir tabloya indirgeyen ‘sosyolojikleştirme’ eğilimine teslim oldukları ve daha büyük bilişsel kesinlikler sağladığını iddia eden, ama daha ziyade tanıdık insan seslerini mühürleyip susturmaya yarayan özel bir jargon kullanarak okuyucuyu soğuttukları kanaatindeyim.’

Duberman, Amerikan yazın geleneğinin bütün duraklarında soluklanan, ‘saga’vari bir anlatı kurar ‘Stonewall İsyanı’nda.

6 karakterin 40’lı yıllara denk düşen çocukluklarından başlayıp gençliklerini, gey hareketin başladığı 60’lı yılların başlarından sonlarına dek yaşadıklarını ayrı ayrı vererek 1969 yılında
Stonewall isyanının patlamasına kadar getirir. Orada da kalmaz, karakterlerimizin Stonewall sonrası gelişimlerini de bize ayrıntısıyla anlatır.

Biri yoksulluktan gelen beyaz, biri hipilikte kendini bulan sanatçı ruhlu, diğeri siyah aktivist bir lezbiyen, öteki orta sınıf bir Yahudi lezbiyen, bir diğeri çok zengin bir işadamının yine işadamı olan oğlu, biri Hispanik bir travesti fahişe, doğdukları farklı Amerika resimlerinden doğru bizimle birlikte büyür, gelişir ve kendileri olurlar.

‘Bugüne dek her türlü tarihten dışlanmış olan’ gey ve lezbiyen kahramanlarıyla Duberman bize yalnız 60’ların gey kurtuluş hareketini değil, o hareketin tohumlarının atıldığı savaş sonrasi iklimi, bütün kentsel toplumsal hareketleri kucaklayarak anlatmayı başarır.

Duberman’ın kitabı, özellikle bu topraklarda nisyana karşı direnmeye çalışan, tarih yazımı üstüne dertleri olan herkes tarafından okunası. 


Etiketler: kültür sanat
nefret