20/08/2010 | Yazar: KAOS GL

8. Ağustos.

8. Ağustos. Cumartesi gecesi 24.00 gibi, büyük bir heyecanla tatilimizi geçireceğimiz Marmaris'e doğru yola çıktık. Pazar günü 14.00 otele giriş yapmamız gereken saatti. Otelimiz, Marmaris Armutalan mevkiinde Club Otel Diana ve rezervasyonumuz bir tatil planlama şirketi olan Tatil Budur adında bir turizm şirketi vasıtasıyla ve önün önerisiyle yıllardır hep yerden yere vurulan her şey dahil sistemiydi. Yıllardır hiç bir tatilimde bu seçenekle tatil yapmamıştım. Bütün yerli içeceklerin, gece 22.30 a kadar sınırsız ve ücretsiz olduğu bir sistem. Biz ki, gerek sevgilim ve gerekse de ben, iyi birer içiciyizdir. Hatta sevgilim çoğunlukla dipsomaniya seviyesinde sünger gibi içer. En azından benim bir limitim, durmayı bildiğim bir nokta vardır. Bir de asla içkileri birbirine karıştırmam.
 
Öyle bir yöntem bulmuşlar ki, (bu sevgilimin kanaati) içkileri buzlu plastik bardaklarla veriyorlar. Ne içmenin zevki kalıyor, ne de rakının hem göze, hem kulağa ve hem de mideye hitap edebilme özelliği. Göze çok kötü görünüyor, şerefe yapamıyorsunuz, böylelikle, hayatımızın en az içtiğimiz 6 gününü yaşadık diyebiliriz. Hemen her gece tur rehberimiz hem gündüz gidilebilecek turlarla ve gece gidilecek disko+eğlence programlarını sunuyordu. Daha ilk günden, eğer bizim için eşcinsel barların araştırmasını yapar ve bize bildirirse, turuna katılmış gibi ücretimizi ödeyip, onlardan ayrı oralara gitmek istediğimizi söyledim. Sevgilim henüz açık olmadığı için, böyle bir şeyi ilk defa duyuyormuşçasına;
 
- “Aaa ne alaka yaa? Nereden çıktı bu merak?” gibi bir tepki verdiyse de zeki çocuk mesajı aldı.
- “E ama neden öyle diyorsunuz bence en eğlenceli yerlerdir oralar.” dedi.
 
Böylesine ilgi göstermesine rağmen, biz öğrenmek istediğimiz yerleri deneye yanıla hemen her gece önün turuna katılıp, içkimizi içip oradan sıvışıp diğer mekanları araştırarak bulduk aradığımızı.
 
Ne böyle bir dekor ne böyle bir ambiyans, ne böyle bir renk vardı diğerlerinde. Güya bizi oranın hatta o bölgenin en büyük diskosu Arena'ya götürüyordu aynı İstanbul'un Reina’sı gibi bir yer. Son derece pahalı, hep aynı müziklerin başa sarıldığı, salt ses, ateş ve ışık gösterilerinin zenginleştirdiği inanılmaz kalabalık, herkesin kendini podyumda zannettiği bir diskoydu Arena. O sıcakta, 8-10 tane ilginç meşalenin müziğin ritmiyle devasa alevleri göğe savurması sadece çok ilginç gelmişti.
 
Ama evet ama bizim keşfettiğimiz yer ise, ki adı da Beach Club idi, aman aman görmeliydiniz. Eğer yolunuz düşerse mutlaka ziyaret ediniz. İki tane var biz, girişinde salıncakların ve bio-robotların olduğu şubesine girdik ve çıkmak istemedik. Sabah gün ağarıyordu her çıkışımızda. Kulüp devam etse, böyle bir niyetimiz de hiç olmayacaktı ya. Muhteşem bird çağe şovları, ama o travestilerin zarafeti, asaleti, yeteneği, gerçekten görülmeye, seyredilmeye doyulmazdı. Saçlarını tamamen kazıtmış dansçı kızlar, hemen her köşeden çıkan, bilimkurgu filmlerinden fırlamış gibi hareket eden bio-robotlar. Her yerlerinden lazer ışıklar saçarak yürüyerek insanların dikkatlerini adeta yığınlar halinde üzerlerine çekmeler, müşterilerin, kendilerine ayrılan setlerden göstericilerin inmesini beklemeden yukarı çıkıp yaptığı envai çeşit görsel ve erotik şovlar, barların üstünde kendinden geçmişçesine dans eden hemcinsdaşlarımız. Yani aslında tam bir anlatılmaz yaşanır vakasıydı.
 
Gündüz turlarımızda işe, ilk gün “Kız Kumu” adında bir yöreyle başladık. çok ilginç, 4 metreyi bulan, son derece derin bir bölgede, 6 km uzunluğunda bir metre eninde, sadece insanın ayak bileğine kadar gelen bir deniz seviyesi. Bu kumsal, dümdüz bir çizgi halinde denizi adeta ikiye bölüyor. Orayı, sendelemeden, kesintisiz yürüyenin her muradının olacağına inanılıyor. Biz denemedik, 6 km yürüyecek kadar zaman kalmadı bize zira.
Kalsaydı da inanmadık ama bilgi anlamında yazıyorum. Sonra yüzmek amaçlı pek çok farklı özellikleri olan koylara ziyaretler gerçekleştirdik. Dönüşte hemen herkesin tüm enerjisi bitmişti. Turlar çok da uzun zamana yayılıyor.
 
Sonra da en son bundan 23 sene önce gittiğim, Dalyan, Köyceğiz, İztuzu, Kral Mezarları vs yerlere gittiğimiz tura katıldık. Oraları anlatmak için belki bir kaç sayfa yazmam gerek. En son gittiğimde, iki teknenin sürtünmeden geçemediği sazlıklar arası yollar uluslararası otobanlar kadar genişlemiş ve maalesef yapılaşmalar da olmuş. Öyleyken, hala son derece bakir, ilginç ve görülesi yerler. İlk kez Frigyalılar zamanında başlanan kral mezarlarını, daha önceleri iyi ki içlerine kadar girip gezdim dedim zira artık yamaçlarına bile yaklaştırılmıyorsunuz. Bilhassa mı, tesadüf mü, tüm etrafına yerel mezarlıklar yapılmış ve turistler uygunsuz kıyafetlerle bizim rahmetlilerimizi rahatsız etmesin diye yasaklandığını ifade etti rehberimiz. Hiç ikna olmadım. Frigyalılardan sonra, Lidyalılar, takiben pek çok uygarlıkça yerleşim alanı olarak kullanılmış olduğu için, gördüğüm kadarıyla halen yoğun bir şekilde kazılar devam ediyor. Pek çok noktaya yaklaşmak veya ulaşmak hayal bile edilmiyor. Hele bir kaya vardı ki, son derece garip bir şekil almış, içinde son derece tipik bir amfi tiyatro varmış. Dört tarafını da gezdiğimiz halde, ne kadar zumladıysam da benzer bir yapı göremedim. Hiç bir kare foto veya enstantane yakalayamadım. Tamamen sit alanı olmasına rağmen, en az saydığım 30 tane tesis yapılmıştı geçen zaman içinde. İçler açısı elbette.
Marmaris’e gitmeden, kardeşimi de ziyaret amacıyla, Kuşadası’na da uğradık ve oldukça bilgilendik. korkunç derecede dejenere ve bomboştu. Pek çok dükkan kapatmak zorunda kalmış, pek çok tesis terk edilmiş haldeydi. Sokaklarda insanlardan eser yoktu. Çok astronomik olan liman ücretleri nedeniyle kurvaziyer gemileri de açıkta demirleyip, bir kaç kişi filikalarla sahile çıkmaktaydı. Sezon berbat geçiyormuş. Kendisi de bir turizm tesisinde çalışmakta olduğu için, en yoğun yaşanan trajedinin çalışanların bedavaya, yatak ve yemek karşılığına çalıştığını ifade etti. Bir restoranda yemek için oturduk, ilk soru Türk müsünüz? Evet dediğimizde, bu mönülerdeki fiyatlar turistler için, size bunlardan %25 daha ucuz gelecek hesap dediler.
 
Buna bunca seyahatlerimde başka hiç bir yerde rastlamadım. Bir de İstanbul Sultanahmet'in tarzıdır bu sistem. Ama orada indirim falan yapmazlar, direkt siz de o fiyatları ödersiniz. Hiç olmazsa orada açıkça söylüyorlar.
   
Marmaris'te çok daha fazla yere gittik, yine göçmen kardeşlerimiz hizmet ettiler, ancak hemen hepsi son derece titizlikle yetiştirilmiş, işin okulundan seçilmiş, kişisel bakımına da, ağzından çıkana da dikkat eden gençlerdi. İlgileri, titizlikleri, nezaketleriyle, işlerine olan saygılarıyla herkesten tam puan aldılar. Bildikleri dillerden şaşkına döndük. Hangi arada bunca zor lisanı öğrendiler de buncacık yaşlarında, bir anda 750 kişiye servis yapılan bir tesiste, bunca düzenli, aksaklıklar yaşatmadan hizmet edebiliyorlar. Doğrusu gurur duydum. Tesislerde Türkiyeli yok denecek kadar azdı. Belki tüm kontenjanlarının %10’unu Türkiyeliler oluşturuyor, müşteriler genelde İngiltere, Almanya, İtalya, yoğunlukla da Rusya’dan gelenlerden oluşuyordu. Bizim tesiste en çok şikayet edilen Ruslardı. Yaş ortalamaları da en deli çağlarında, 17-25 arası idi.
 
Özetle kesinlikle, Alaçatı, Çeşme reklamları, Türkiye reklamlarının önünde gidiyor ve bence Marmaris halen daha bozulamamış, Kuşadası’na veya Bodrum’a çevirilememiş bir yöre. Gidile ve görüle derim acizane.
 
Sevgi ve saygılarımla,
Ferda Küçükçavdar
   

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam