25/08/2020 | Yazar: Mati Solak
İşlevsiz hale gelen ceza kanunu adliye salonlarında değil Twitter tag’lerinde işlev kazanıyor. Şimdi Türk Ceza Kanunu = Twitter diyebilirim sanırım.
Söyleyeceklerime başlamadan önce başlığın biraz ürkütücü olduğunu kabul ederek söze başlamak istiyorum. Geçtiğimiz son 10 yılda Twitter gibi sosyal ağlar hayatlarımızın merkezi haline geldi. Sosyal medyanın aktif kullanımı hayatlarımızı, dünyanın neresinde olursak olalım açık erişim haline getiriyor. Bu durum çoğu zaman kendimize açık ifade alanı sunsa da yaşadığımız ülkelerde nefreti de en kolay yoldan bizlere ulaştırıyor. Böylesine kolay fikir beyan ettiğimiz alan açıkçası beni artık gerçekten korkutuyor. İstediğimiz her konu hakkında özgürce(!) konuşabildiğimiz ortam artık eskisi gibi bir yer değil.
Twitter ilk kez kullanıma açıldığı zamanlarda yöneticilerinin iddiası sadece buranın bir sosyalleşme aracı olduğu yönündeydi. Bugün ise bu iddianın yanında artık politika üretebildiğimiz, hak ihlalleri karşısında sesimizi duyurabildiğimiz ve alternatif medya temsillerine rastladığımız iddiasının somut gerçeği halinde ceplerimizde, masalarımızda her yerde karşımızda duruyor. Bu yazının ehemmiyeti benim için artık acil eylem planı.
Apolitik tavır artık mümkün değil
Türkiye siyasetinde bir dönemin aktörleri “lümpen” tanımına karşı ürettiği argüman olan apolitik kavramı hepimizin diline dolanmış, bulunduğumuz pek çok alanda belirli durum ve halleri ifade ederken kullandığımız sistematik baskıya çanak tuttuğumuz bir tanım olmuş. Sistematik baskının yani taraf olma haline uymayan pek çok insanı apolitik diyerek farkında olmadan ötekileştirdik. 1960’lardan beri taraf olurken izlediğimiz yol haritası ideolojiler üzerinden gerçekleşti. Herhangi bir –izm den yada –çi den olmayan insanları “taraf olmazsan bertaraf olursun” gibi iktidarın ürettiği söz öbeğinde olduğu gibi yargılamanın mümkün olacağını, mücadele ettiğimiz taraflarla bu konudaki zihniyet benzeşmemizi görebiliriz. Basit olarak onur yürüyüşüne katılmayan herhangi bir lubunyayı yada feminist yürüyüşlere katılmayan bir arkadaşımıza, apolitik deme hakkını kendimizde görmemiz kadar çağ dışı gerçeklik olamaz. Özeleştiri mekanizmasının devrede olmasının zamanı geldi de geçiyor. Kendimizi ifade etmenin, haksızlık karşısında sesimizi çıkarmanın yaşadığımız çağda artık pek çok alternatif yolu var. Bunlardan belki de en önemlisi Twitter olmuş durumda.
2020 yılının üzerimizde yarattığı toksik mental yorgunluğu aktivizm alanlarında daha baskın hissediliyor. Sahada olamayışımız, birbirimize temasın azaldığı şu günlerde dijital araçların daha yaygın kullanımı bir nebze olsun güç veriyor. Ekran üzerinden gördüğümüz yüzler yada söylemlerimiz bize daha hızlı müdahale olanağı sağlıyor. Twitter özellikle son günlerde sosyalleşmenin dışında hangi –izm den olursanız olun hepimizin parmaklarının ucundan dökülen sözlerle güce dönüşüyor. Özellikle beni ikilemde bırakan savunma hali güç, nitekim tanım halinde olmaktan çıkıyor ve başkasına zarar vermeye kadar gidebiliyor. Doğru ifşa süreçleri dışında prosesleri tam olarak gerçekleşmemiş her türlü söylem, sonucunda milyonlarca Twitter kullanıcısını yargısız infaza ortak olmaya çağırıyor. Beyan esastır ilkesini bazen duygusal terminatörlüğümüzle bazen “apolitik” görünmemek için suistimal edebiliyoruz. Buradaki yöntem tam olarak ne olmalı bence bunu her birimiz kendimize sormalıyız. Görünür olma hali sıkışıp kaldığımız evlerimizde hemen hemen her kullanıcıyı bir “şey” ilan etme hakkını bize vermiyor. Tartışmaya açık söylem olarak bu ana kadar söylediğim fikirlerim ırkçı, fobik, şiddet failleri için geçerli değil. Kullanıcıların tamamı bugün sansürde gelse bir şekilde platformda kendi yerini buluyor. Dün apolitik olarak ilan edilen onlarca insan, aslında hepimizin belleği ve bedenleri üzerinde kurulan tahakküme savunma gerçekleştirerek tweetlerimizi rt ediyor, beğeniyor sesimizi duyurmamıza yardım ediyor. Parmaklarının ucundaki gücü kullanarak bize apolitik tavrın sosyal medyada bile artık onlar için mümkün olmadığını bariz şekilde ortaya koyuyor. Aklıma takılan sorular ise bugün “apolitik” bir insanın kalmadığı mı? Yoksa aslında apolitik dediğimiz tanımın içinin ve karşılığının boş, narsizmimizi besleyen taraf olmasını istediğimiz ancak taraf olmayı tercih etmeyen insanlar üzerinde kurduğumuz baskı mı olduğu soruları.
Black Mirror
Diziyi hepimiz biliyoruz. Yakın geleceğin teknolojik gelişmelerini eleştirel bir gözle bize anlatan Netflix yapımı dizi, pek çok sorumuzu cevaplıyor. Sanıyorum izlediğim en iyi bölümlerden biriydi ekosistemin çöküşüne çare olarak üretilen bionik arıların olduğu bölüm. Twitterin içerisinde yaygın olarak karşımıza çıkan şiddet biçimi olan linç kültürü, terör eylemini besleyerek sonucunda 394 bin kişinin ölümüne sebep olmuştu. Hikayenin ince ince işlenmesi bölüm bittiğinde bunun film olarak tekrar çekilmesi gerektiği hissini verdi. Felaket tellallığından ziyade dizinin bu bölümünden bahsetme gerekçem ise artık bu alanın bizim için güvensiz ve şiddet alanı haline gelmiş olması. İktidarın çaresiz kaldığı anlarda LGBTİ+’lar ve kadınlar üzerinden gerçekleştirdiği nefret politikası sadece televizyonlar üzerinden değil, kullandığımız sosyal medya platformlarından zihnimize ulaşıyor. Pandemi sürecinde aile evlerine dönmek zorunda kalan LGBTİ+ gençler nefretten fazlaca etkilendi ve ev içi şiddetle bugün hala baş başalar. Türk ceza kanununun işlevsiz hale gelmesiyle, istismar ve tecavüz faillerinin cezasız kalmasını platformda fail karşıtı taraf olarak eleştirirken diğer bir noktadan bu durum aslında pek çok faile de cesaret veriyor. Her gün kullandığı sosyal medya platformunda karşılaştığı fail aklayıcı haberler ve söylemler, gerekçelerini meşru bir düzleme taşıyarak onlarca insanın acısına sebep veriyor. Faillerin nefretini ve şiddetini içeren tag’lere birebir maruz kalmak pek çok şeye karşı umudumuzu da sönümledi. İnsan hakları ihlallerinin artması yasamasından yürütmesine, hatta yargısına kadar işlevsiz hale gelmiş olan Türkiye’de bugün hepimiz haklarımızı Twitter üzerinden arıyoruz.
#GözaltınaAlınsın
Türkiye de son yıllarda gelinen nokta, devlet kademelerinin tek adamlığa doğru dönüşüyle neoliberalizmle başlayan siyasal İslamcılık ile giden süreçte, etkisiz hale getirilen yasama yürütme ve yargı artık sadece vatandaşlık derslerinde öğretilen kavram olarak önümüzde. Ülkenin dört bir yanından şiddet ve sonucunda cinayet haberleri gelmeye devam ediyor. Hala daha doğru düzgün uygulamaya sokulmamış olan İstanbul sözleşmesinin işe yararlılık durumunu sorgulayarak, imzanın çekilmesini istiyorsunuz. Şu halde ve bugün vur patlasın çal oynasın sisteminde failleri twitter üzerinden kampanya örgütleyerek tutuklatmak zorunda kalıyoruz. Hakimlerin ve savcıların gerçekleşen şiddet olayını aklayan kararları sebebiyle Türkiye de yargıya olan inancımız sıfırlanmış durumda. Vatandaşını korumakla yükümlü olan ülke yönetimi korumayarak her gün onlarca LGBTİ+ ve kadının ölümüne göz yumuyor. İstanbul sözleşmesinden değil imzanızı çekmek, imzaladığınız sözleşmenin maddelerini tartışmaya dahi açamazsınız. Siyasal zeminde tabanınızın zihniyetiyle uyuşmadığını sözleşmenin imzalanmasından 9 yıl sonra mı anladınız?
Artısıyla eksisiyle sözcüklerimizi parmaklarımızın ucunda güce dönüştüren Twitter sosyal ağ olmaktan çok uzakta, kampanya ağı olarak varlığını sürdürüyor. Haksızlığa uğramış pek çok insanın failleri açık isimleri ve fotoğraflarıyla paylaşması destek mekanizmamızı harekete geçirerek çok sesli ve çok renkli olarak dayanışma ağını örgütlüyor. Bugün Türkiye yargı sisteminin aklamaya çalıştığı kim varsa, spontane oluşan kampanyalar ile Twitter üzerinden gecikmiş adaleti sağlamaya çalışıyoruz. Nitekim son günlerde başarıyoruz da. İşlevsiz hale gelen ceza kanunu adliye salonlarında değil Twitter tag’lerinde işlev kazanıyor. Şimdi Türk Ceza Kanunu = Twitter diyebilirim sanırım.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: medya, yaşam