21/01/2011 | Yazar:

İngiltere’de her yıl geleneksel olarak düzenlenen Hay Edebiyat Festivali’nde, Guardian

İngiltere’de her yıl geleneksel olarak düzenlenen Hay Edebiyat Festivali’nde, Guardian[i] gazetesiyle kısa bir söyleşi gerçekleştiren İngiliz yazar Jeanette Winterson “Herhangi bir eşcinseli hâlâ dışlıyor olmamız beni incitiyor.” demiş. Cinsel kimlik, gizlilik ve ‘lezbiyen yazar’ olarak etiketlenmekten duyduğu nefreti açıklayan Winterson’ın sözleri, Türkiye gibi, LBGT üyelerine yönelik nefretin gün aşırı bir cinayet şeklinde tezahür ettiği bir ülkede ciddiye alınmalı. 

Bir süre önce Türkiye’deki köşe yazarlarını kıyasıya bir çekişmeye sürükleyen “Eşcinsellik bir hastalık mıdır?” sorusuna da yanıt olarak düşünüldüğünde, Winterson, eşcinselliğin, hükümetler, güç ve iktidar ilişkileri ve kapitalizmi temsil eden banka ve para işleri ile kuşatıldığında, kişinin bireysel gücüne dayanan bir seçim olduğunu belirtiyor.
 
“Eğer dine inanmıyorsanız, bu sizin doğal seçiminizdir.” diyen Winterson, eşcinsellerin ahlaki değerleri konusunda şüpheye kapılanlara da şu açıklamayı yapıyor: “Eşcinseller de ahlaki değerler sistemine sahip ve bu, bireyin seçme gücünü temsil ediyor.” Judith Butler’ın Türkçe’ye ‘faillik’[ii] olarak çevrilen ‘agency’ kelimesini kullanan Winterson, ‘eşcinselliğin son derece açık bir olgu olduğunu’ ve bu bağlamda kişinin, ‘Tanrı’ya inanmıyorsa’ kendi seçimini yaşamında sürdürebileceğini” de ifade ediyor. Eşit bir toplum olmadığını belirten Winterson, ‘lezbiyen bir yazar’ olarak etiketlenmekten duyduğu rahatsızlığı da dile getiriyor.
 
“Beni tanımadan sadece bu biçimde anmalarından hoşlanmıyorum!” diyen yazar, bu durumun toplumsal cinsiyet politikalarının bir sonucu olan toplumsal cinsiyet cenderesi ile politik iktidarlardan kaynaklandığını ekliyor sözlerine. Bu, onun, cinsel kimliğe vurgu yapan ifadeleri ve açıkça hedef gösteren zihniyeti, bireyin gizlilik hakkını ihlal ettiği için kınadığını gösteriyor. Eşcinselliğin, herhangi bir inanç ya da düşünce sistemi tarafından “ahlaksızlık”la itham edilemeyeceğinin de somut bir kanıtı Winterson’ın ifadeleri.
 
Heteroseksüeller tarafından ‘sapkınlık’ ya da ‘hastalık’ olarak tanımlanan eşcinselliğin, bireyin yaşam hakkı gibi doğal bir hak olduğunun idraki için mevcut söylemlerin bu olguya nasıl baktığını değerlendirmek gerekiyor. İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik’te de ‘günah’ ve sapkınlık olarak tabir edilen eşcinsellikle ilgili kutsal kitaplarda anlatılan söylencelere bakıldığında ise, üremeye yönelmeyen her türlü cinsel pratiğin lanetli bir öyküyle sembolleştirildiğini görmek mümkün.
 
Kutsal Kitaplarda Eşcinsellik
 
Kitab-ı Mukaddes’te geçen Lût Peygamber’in öyküsünde Tanrı’nın gazabıyla yok edilen Sodom ve Gomore halklarının itham edildikleri suç erkek eşcinselliğidir. Cinselliğin, medeniyetin ilerleme aracı olarak görülen aile kurumunda sadece erkek ile kadın arasında geçmesi gereken bir pratik olarak kutsallaştırılması, heteroseksüel ilişki dışında kalan tüm cinsel yönelimleri çelişik bir biçimde ‘lanetler.’ Bu bağlamda mesela, Nuh’un kızlarının, yine soyun devamı için babalarını şarapla sarhoş ederek onlarla birlikte olmaları -bugünkü anlamıyla- uygarlığa geçişin simgesi kabul edilen ‘ensest’ yasağının ihlalinin bilinen ilk yazılı kanıtıdır.
 
Oysaki yine Tevrat’ta, ‘Süleyman’ın Meselleri’ndeki “kız kardeşim, karım’ ifadesinde olduğu gibi, enseste gönderme yapan pek çok ifade bulunur. Örnekler çoğaltılabilir, ancak Türkiye’de yaşanan “İslam ve eşcinsellik” tartışmalarına girmeden önce, üreme dışında cinselliğin yasaklanışına dair örneklerin bizzat Katolik inancında mevcut olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bu bakımdan, Foucault’nun Cinselliğin Tarihi’nde[iii] belirttiği “eşcinselliğin norm’dan -Tanrı’nın buyruğundan- sapma olarak görüldüğü için a-norm-al olarak adlandırıldığı”nı da eklemek gerekir.
 
Hetoroseksistler tarafından bulaşıcı bir ‘hastalık’ görülen eşcinselliğin ilk yayılacağı yer olan ailenin korunması açısından, çocukların eşcinsel ebeveynler tarafından yetiştirilip yetiştirilemeyeceği mevzusu, Batılı ülkelerde de uzun süre ciddi bir tartışma konusu olmuştur. Lezbiyen anneler bu konuda daha şanslı olurken, erkek eşcinselliğinin üzerindeki hegemonik patriarka, eşcinsel babalara çok fazla şans tanımamaktadır, aksi örnekleri mevcut olsa bile.
 
İkircikli Konumlar
 
Bu noktada, Taraf gazetesinden Hilâl Kaplan ile Radikal gazetesinden Yıldırım Türker arasında geçen “Müslümanlar ve eşcinsellik” tartışmasını hatırlayalım: Kaplan[iv], Türker’i Lukacs’cı “şeyleştirmenin” mantığına uygun hareket ederek kendisini, “türbanlı aydın”a indirgediğini belirtiyor. Kaplan, bir başka yazısında hatırladığım kadarıyla, İslamiyet içerisinde “günah” kategorisinde değerlendirdiği eşcinselliği kınamak yerine kendi inancının gereği böyle gördüğünü ama eşcinsel olan diğerinin de kendi arkadaşları arasında yer alabileceğini belirtiyor.
 
Kaplan’ın, kendi “olumlu” müphemsizliğini Freud’dan hareketle “tekinsiz” olarak adlandırması ve Türker’in, Müslümanlar’ın, içten içe eşcinsellerin idam edilebileceği hükmünü taşıması korkusu da aslında “tekinsiz”in alanında ikircikli (ambivalent) bir duruma işaret ediyor. Hilâl Kaplan’ı kendi Müslüman toplumunda ötekileştiren ve onun “gay sevdalısı” olarak anılmasına sebep olan durum ile, Türker’i, darağacı korkusu yüzünden Müslüman kadınlara cephe alan biri konumuna düşüren durum, işte tam da bu ikircikli durumdur. Aslında yazılarından tanıdığımız kadarıyla Yıldırım Türker, başörtüsü özgürlüğü mücadelesi veren Müslüman kadınları destekleyen biridir.
 
Hilâl Kaplan’ın, benimsemese de bir pratik olarak eşcinselleri dost bilmesi, İran’da eşcinsellerin asıldığı gerçeğini ya da latant eşcinsellik diye bir kavramı yok saymaz. Aksi gibi, her başörtüsüne özgürlük isteyen Müslüman kadının eşcinselleri lanetlemediğini de varsayamayız. Bu durum, heteroseksüel iktidarların, Butler’ın deyişiyle ‘her türlü yoldan sapmaya tahammülü olmadığının’[v] bir göstergesi olarak ‘tekinsiz’in alanında ikircikli durmaktır.
 
Bu bağlamda, J. Winterson’ın ilk yarı-otobiyografik romanı ‘Tek Meyve Portakal Değildir’[vi] e dönersek, muhafazakâr bir aile tarafından evlat edinilen küçük bir kızın annesinin baskıcı dini öğretileri yerine, düş gücünü ve kendi cinsinden hoşlanmanın hoş bir şey olduğunun keşfini anlattır bu roman. Tüm bu tartışmaların içinde ciddi bir önem kazanan romanı, Winterson’ın ifadeleri ve Kaplan-Türker tartışması içinde değerlendirdiğimizde, eşcinsellik elbette ki bir hastalık değildir ve aile içinde bulaşmaz.
 
Çocuklarımızın cinsel yönelimlerini, mesela bu romanda olduğu gibi, ne kadar engellemek istesek de engelleyemeyiz; zaten yazarın kendisinin de belirttiği gibi -keza Butler’ın da- ‘Eşcinsellik, bireyin kendi seçimi olan -failin performansına bağlı- bir olgudur.’ Güvenlik ve bireysel haklara riayet gerektirir ve ilacı yoktur, çünkü hastalık değildir.


[i] Hanman, N.& Healey, A. (1 Haziran 2010). It breaks my heart that we can still out anyone as gay. guardian.co.uk.
[ii] Butler, J. (2005). İktidarın Psişik Yaşamı. (Çev. Fatma Tütüncü). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[iii] Foucault, M. (2003). Cinselliğin Tarihi. (Çev. Hülya U. Tanrıöver). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[iv] Kaplan, H. (14 Nisan 2010). Sekülere En Büyük İmtihan. Taraf, Hasıraltı.
[v] Butler, J. (2008). Cinsiyet Belası. (Çev. Başak Ertür). İstanbul: Metis Yayınları.
[vi] Winterson, J. (2000). Tek Meyve Portakal Değildir. İstanbul: İletişim Yayınları.
 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam