23/03/2016 | Yazar: Bora Şahinkara

Amerikalı heavy metal grubu Metallica’nın "One" isimli eserinin evrensel vicdani ret marşı olabilecek bir şarkı olduğunu düşünmüşümdür hep.

Amerikalı heavy metal grubu Metallica'nın "One" isimli eserinin evrensel vicdani ret marşı olabilecek bir şarkı olduğunu düşünmüşümdür hep. Johnny Got His Gun filminde, savaş esnasında canhıraş atladığı çukura düşen bombanın etkisiyle ayaklarını, kollarını, yüzünün gözlerini ve ağzını da içeren bir bölümünü yitiren bir askerin hissettikleri, düşündükleri anlatılıyor Yürüyemeyen, parmaklarıyla dokunamayan, konuşamayan, göremeyen; yatakta büyük bir et parçası gibi duran, sadece kafasını kıpırdatabilen, duyabilen, vücudunun sağlam kalmış bölümlerine vuran ışığı, soğukluğu, sıcaklığı, başka birinin dokunuşlarını, bulunduğu odadaki ayak seslerini hissedebilen genç bir insanın günleri, haftaları, ayları anlatılıyor.

Ve bu filmin etkisiyle, tam olarak filmin içeriğindeki bireyin hikayesini anlatan bir başka sanat eseri, 1988 yılında bir müzik bestesi olarak kaydediliyor Metallica tarafından "One" (Tek) ismiyle. Bu hikayeyi kısa dizelere aktarabilme başarısını da muhteşem bulmuşumdur. Muhteşem bir şekilde ifade edebilen bir şiir niteliğindedir bu şarkının sözleri de bana göre.

Bir şey soracağım, bu şarkıyı dijital ortamda paylaşmak da halkı askerlikten soğutuyor mu? Hazır diktatoryaya geçmişken bunu da yasaklayabilirler aslında. Çünkü bu şarkı da bebekken taşıdıkları beyinlerinin yerine büyürken öldürme makinesi koyabildiğiniz özel harekatçılara falan hayatı sorgulatma ihtimali var. Sorgulatması umularak sözleri yazılmış onca politik şarkı varken, onlarından hepsinden önce İngilizce sözlü bir thrash metal parçası nasıl mı aklıma gelir? 2006 veya 2007 yılında bizzat yaşadığım diyaloğu söylersem, buna inanabilirsiniz: Bir arkadaşıma sormuştum, "müzikte kimleri en çok seversin, ne tür müzikler dinlersin?" diye. O da hep yerli kişiler saymıştı. Müzik tarzı olarak da rock kültüründen uzak isimler saymıştı. "Peki hiç yabancı müzik dinler misin?" dediğimde, hiç gülmeden ve içinde azıcık mizah da barındıran bir ciddiyetle "One dinlerim!" demişti. Metallica'nın bazı eserleri, külütüründe ve zevkinde hiç gitar müziği olmayan insanların bile bilgisayarlarında mp3'ü bulunur ve severek dinlenir.

Hikayenin baş karakteri olan askerinki gerçekten yaşanmış ve gerçekten yaşanmakta da olan bir hikayedir.

Günümüz Türkiyesi'nde ana akım televizyonda, popüler kanalların haber bültenlerinde, saatlerce gündüz kuşaklarında, milyonlarca insanın evlerini dramatik tekil insan hikayelerinin sesleriyle doldurmaktalar. Hayattaki temel duruşumuzu belirleyen tavır ise bu hikayeler karşısında hissettiğimiz histe değil; bu hikayelere verdiğimiz reaksiyonda gizli. Bağlayacağım yer şu ki, ana akım medyanın bu hikayeleri bize sunarken yapmadığını bizim o hikayeleri alırken yapmamız gerek: Bu tekil hikayeler arasında, geçmişteki benzer örnekleriyle bağıntı kurmak. 

Ana akım medya bize sunarken hikayeler arasında bağıntı kurmayıp, her bir hikayenin insanını 'şanssız bir birey' modeli gibi gösteriyor. Normalde bu bireyler, sayıca az ve özel örneklermiş gibi. Veya bunun sebebi mukadderatmış gibi. Gözümüzün önündekilerin bize verdiği kadarla sınırlı bir şey değildir elbette hayat. Sağlığında bunu yapmasına engel teşkil eden bir problem olmayan her insan iyi ve doğru biri olma yolunda sonuna kadar tırnaklarıyla kazıp, dünyanın (özellikle de günümüzde ana akım olan sistematiklerin) kendine sunduğu hayatın ötesiyle tanışmakla sorumludur. (Tanıştığımızda sadece yeni bir hikaye başlıyor, bu hikayenin hiçbir evresinde artık kendini her şeye vakıfmış gibi hissetmenin kibrine düşürmesin kimseyi hayat. Beyniniz sizi öyle bir kibirli bir karakteri 'yazmışsa bozun') Bu hikayeyi duyduğumuzda "Vah vah" deyip, "Şimdi öyle bir insan olsa benim çevremde ona gidip yardım ederdim hep" demek, sözgelimi SabahHürriyetMilliyetAkitYeniŞafakMügeAnlıSedaSayanEsraErolşubuveasaire'nin bireye verdiğiyle yetinmek demektir. Bireyin sorumluluğu ise bu hikayeler arasında bir bağıntı kurmaya çalışmak. Araştırmak. Bu insanın hikayesi tarihte tek olabilir mi? Bu insan neyi tercih etmiş de başına bu gelmiş? Peki ya, bu bir tercih mi? İçinde yaşadığım ülkedeki orduda böyle hikayeler var mı? Orduda intihar eden asker haberleri de ne? Bu intiharların birbiriyle bağıntısı, ortak paydası, ORTAK SEBEPLERİ neler olabilir? Orduda 'intihar' diye duyurulan kayıplar, ölümler peki? Neden oluyor? Hatırladığım olaylardan sadece biri olan Mazlum Aksu'nun intihar (olduğu iddia edildiği) sebebi ve olayın detaylarına ilişkin veriler sıralanmıştı. [1] Bu veriler açıkça çürütülemiyor mu? Bu gerçekten bir intihar mı, infaz mı? Ordu neden böyle şeyler yapıyor? Ordunun felsefesi nedir? Ordu niye vardır? Gitmek niye 'zorunlu'dur örneğin içinde bulunduğumuz ülkede? Vicdani red nedir? Vicdani retçiler mi haklı, ordu mu? Şiddet nedir? Meşru olabileceği durumlar var mıdır? Vicdani retçi olmak dünyadaki bütün orduları veya ezilenlerin silahlı direniş örgütlenmelerini de reddetmeyi mi gerektirir? Peki ya militarizmin erkeklikten arınması ve feminist bir ordu olması; bu mümkün mü ki? Her vicdani retçinin zorunlu askerliğe veya savaşa, operasyon görevine katılmama gerekçesi aynı mıdır? Pasif isyanla; sistemin görünür ve görünmez korkunç şiddetini durdurmak ve daha iyi bir dünya mümkün müdür? 

Karşılaştığı üzücü tekil hikayeler arasında bağıntılar kurarak sonuna kadar sorgulamak sağlıksal açıdan buna engel koşulu olmayan her insanın görevidir, desem? 

[1] http://bianet.org/bianet/insan-haklari/144836-mazlum-aksu-nun-intihar-denilen-olumundeki-supheler


Etiketler: insan hakları, askerlik
nefret