25/01/2011 | Yazar: Selçuk Candansayar

İmamla teknisyen arasındaki çelişki demek de mümkün aslında, devlet aygıtı içinde olup bitenler için.

İmamla teknisyen arasındaki çelişki demek de mümkün aslında, devlet aygıtı içinde olup bitenler için. Devlet aygıtı derken kastettiğim yargıdan orduya, öğretmenden müsteşara, evrak memurundan hariciyeciye kadar bizatihi yönetenler aygıtı.

Her teknokratın,en kıdemsizinden en tepedekine, devletin nasıl yönetilirse daha iyi olacağına dair bir hayali vardır. Teknokratlar, politikacıyı bu hayallerini kabul ettirebilecekleri araçlar olarak görmeye eğilimlidirler.

Önce bir hikaye. Türkiye’deki sorunların hukuk sistemindeki, özellikle de yüksek yargıdaki “askeri- bürokratik- Kemalist” ruhun neden olduğu tıkanma nedeniyle çözülemediğine inanan iyi eğitim almış iki hukukçu varmış.  Bu inançları politik bir eğilimden çok hukuk disiplinindeki akademik eğitimleri ve çalışmalarına dayanıyormuş. Batı tipi demokrasiye inançları tam, iyi birer öğrenci, alanlarında iyi eğitim almış ve çok çalışan iki akademisyen.

Bir gün gelip ikisine de büyük bir incelikle ‘hocam, gelin yardım edin ülkeyi batı tipi bir demokrasiye ulaştırmak için hazırlanacak anayasa çalışmalarına katkı verin” derler. Hiçbir ikbal beklentisi olmayan ve tek amaçları bilgilerini hayata geçirmek için çalışabilmek olan iki hukukçu var güçleriyle emek vermiş ve katıldıkları ekiple bir taslak oluşturmuşlar. Sonra hayal kırıklığı. Taslak ‘kısır’, ‘anlamsız’ ve ‘cahil’ bir politik çekişmenin içinde harcanıp gitmiş.

Canları sıkkın ama görevlerini yapma idealistlikleriyle içleri rahat, akademik çalışmalarına dönmüşler. Ardından ülkede seçim olur ve yeni hükümet önerilerine yakın bazı Anayasa değişikliklerini referandumla da olsa hayata geçirir.

Sonra günlerden bir gün, ikisini de birbirlerinden habersiz, biri atamaları yapan, iki ‘devletlü’ aramışlar. Arayanların da birbirlerinden haberleri yokmuş. Hukukçulardan birine makama çağrılacağı müjdelenmiş, diğeri ise öbür makam tarafından çağrılmış hatta. İkisine de yargının en tepe kurumuna üye olarak düşünüldükleri bildirilmiş. Birbirlerinden habersiz, gururla atanma haberini beklemeye başlamışlar. Sonra bir gün başka birinin atandığını öğrenmişler. ‘Yerlerini’ atanan hiç bilmedikleri biriymiş. Seçimdeki ölçüt ne hukuk bilgisiymiş ne akademik donanım, sadece politikmiş!

Sonra bireysel bir anı-gözlem. Doksanlı yılların ortasında iki yıl kadar ‘üst düzey bürokrasi’ deneyimim olmuştu. Sağlık Bakanlığı’nda Ruh Sağlığı Daire Başkanlığı yapmıştım. Göreve atandığımda daire personelimle tanışırken, koruyucu ruh sağlığı şube müdürümün beden eğitimi öğretmeni olduğunu öğrendim. Şaşkınlığımı fark eden müdür bey, aslında bir önceki dönem belediye başkanı adayı olduğunu kazanamayınca, Ankara’da siyaset yapmaya devam edebilmek için, partisi tarafından bu göreve atandığını, onunla uğraşmazsam bana hiçbir sorun çıkarmayacağını ve dairede istediğim gibi çalışabileceğimi, söyledi. Dahası sağlam kafa sağlam vücutta olur, koruyucu ruh sağlığını da beden eğitimi öğretmeni yapabilir, esprisi bile yapmıştı. Bir sonraki seçimde milletvekili de oldu.

O dönem devlet aygıtının nasıl çalıştığını anlamıştım, biraz. Eğer dört genel müdür yardımcısı varsa üçü partiden biri teknisyen olur kuralını, o zaman öğrenmiştim. Teknisyen devletin işlerini yapar, diğerleri parti çalışmalarını yürütür!

Son sekiz yıldır, devletin bu kuralı değişmedi. Bir fark var ama. Ne kadar politik bağlantıyla gelirse gelsin, devletin aygıtına dahil olanlar, süreç içinde teknisyenleşir, kimi teknisyenler de politikleşirdi. Şimdi bir karmaşa var. Teknokratlar ile teokratlar arasındaki ‘ortak düşmana karşı’  gönüllü birlik, teokratların artık teknokratlara ihtiyaç hissetmediği bir sürece evriliyor. Üstelik aygıta dahil olan teokratların, biraz da olsa teknisyenleştiğini söylemek de pek mümkün değil.

Hal böyleyken, seçkinci liberallerin artık kendilerine ihtiyaç duyulmamasının hayal kırıklığıyla bağırıp çağırmalarının kıymeti harbiyesi yok. Zaten onlar da bunu bilirmiş gibi, onlarsız da olabileceğini gösterene hem bağırıyor hem de eski güzel günleri hatırlatmadan duramıyorlar. Aldatılanın nikah tazeleme çağrısı gibi. Ama nafile çaba. Giden, dönse bile, artık onsuz yapamayacağını bildiğine nasıl davranırsa, öyle davranacaktır bundan sonra.

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret