06/04/2023 | Yazar: Ceren

“İnsanlık onuruna yaraşır” bir yaşam için, omuzlarımıza yük edilmeye çalışılan normlara “Edi Bese” diye haykırmak “onur” kelimesinin yaşamdaki pratiğidir.

Teoriden pratiğe onurun yaşama yansıması Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Onur” kelimesinin tanımına baktığımızda genel olarak “İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, şeref, öz saygı” tanımlaması ile karşılaşır, bireye yaşam içerisinde duyulan saygının temelinde bulunan bireyin içsel özdeğeri, bireyin genel olarak saygı hakkına sahip olması ile ilgili olduğunu görürüz. Böylece insanlık onuru kavramı, insan varoluşunun saygıya hak kazandığı statüdür. Her insan, birden fazla kimliğe sahip karmaşık bir bireydir. Sosyal adalet söz konusu olduğunda odak, sosyal grup kimlikleri veya insanların bir toplumda, cinsiyet, etnik köken, sosyoekonomik sınıf, cinsel yönelim, yaş ve engellilik gibi özelliklere dayalı olarak nasıl sınıflandırıldığı üzerinedir. Sosyal açıdan adil bir dünyada, kimliği ne olursa olsun tüm bireyler değerlidir ve saygıya değerdir. Herkesin kaynaklara ve fırsatlara eşit erişimi, psikolojik ve fiziksel güvenliğe ve tam potansiyeline ulaşması yani insanlık onuruna yaraşır bir yaşam, sosyal adaletin de bireylerin onurlu bir yaşam sürdürmesinin de yapı taşlarından biridir. 

Tüm kimliklere ve sosyo-kültürel çeşitliliğe saygı duymak ve fırsat eşitliği sağlamak, nefes alıp vermek kadar olağan bir gerçeklik ve daha da ötesi bireylerin yaşayabilmesi için bir ihtiyaç iken maalesef durum Louis Aragon’un, Meşhur Dünya şiirinde de söylediği gibi; “Adaletin terazisi yanlışların lanetli kitabındadır.” Heteronormativite ve ikili cinsiyet sisteminin tek gerçeklik olarak algılandığı bir düzende, tarihten günümüze biz LGBTIQ+’lar olarak, varoluşlarımız için yaşamlarımızın her alanında bir tehdit ile karşılaşmakta, aile kurumları da dahil olmak üzere yapısal kurumlar dediğimiz iktidar mekanizmalarının araçları olan  kurumlar ve bu kurumların nefret bekçileri tarafından temel insan hakları olan barınma, seyahat, sağlık, eğitim haklarımızın yanı sıra yaşam haklarımız dahil bilinçli bir şekilde ihlal edilmektedir. Kişisel yaşamlarımızda ise nefret söylemleri, fiziksel, psikolojik, cinsel olmak üzere şiddettin her türlüsü ile karşı karşıya kalmakta özetle yeryüzüne gözlerimizi açtığımız andan itibaren, atanan cinsiyetlerin sözde sorumlulukları omuzlarımıza yüklenerek, ideal(!) kadınlık- erkeklik kodlarıyla benliklerimiz yerle bir edilmeye çalışılarak, kimlere aşık olmamız gerektiği(!) veya kimlere çekim hissetmememiz gerektiği(!) bizim adımıza karar verilerek homofobi, transfobi  başta olmak üzere nefretin, zorbalığın ve cis/heteronormatif-ataerkil baskıların yaratmış olduğu tehditler, yaşamlarımıza ilmek ilmek işlenmiştir. “Normallik” kavramı üzerinden hem bedenlerimizi hem de ruhlarımızı yok etmeye çalışarak yaşamlarımızı tabularına köle etmeye çalışan zihniyetleri, “öjeni” acımasızlığı ile kamplarda ve Holokost’ta işkence ve katliamlarını, “normalize etme” bahanesi ile meşru zemine oturtmaya çalışan Nazilerden, 28 Haziran 1969’da Stonewall Inn’de şiddetin başrolü olan polislerden, Bayram Sokak’ta arkadaşlarımızı çeşitli bahanelerle gözaltına alarak evlerini mühürleyen ve barınma haklarını ihlal edenlerden, Eryaman-Esat’ta arkadaşlarımıza saldıran çetelerden, 5 Temmuz 2022’de Kuğulu Park’ta gerçekleştirilmek istenen Onur Yürüyüşü’ne saldıran Ankara Emniyeti ve işbirlikçileri faşist çetelerden, Ahmet Yıldız’ı, Hande Kader’i, Eylül Cansın’ı, Okyanus Efe Özyavuz’u ve daha nice arkadaşımızı nefret söylemleri ve şiddetin her türlüsü ile katledenlerden tanıyor, geçmişten günümüze uzanan bu zulüm ve hak ihlallerinin, nefesini her an ensemizde hissettiğimiz homofobi, transfobi ve nefretin, ardımızdaki kapkara gölgeleri olduğunu biliyoruz.

Fakat biz lubunyalar biliyoruz ki, varoluşlarımızı yaşamın her alanında görünür kılmak, nefes aldığımız her an katledilen arkadaşlarımızın bizlere bıraktıkları eşitlik mücadelesini anımsamak, “İnsanlık onuruna yaraşır” bir yaşam için, omuzlarımıza yük edilmeye çalışılan normlara “Edi Bese” diye haykırmak ve kesişimselliğin bilincinde olarak bütün ezilen kimliklerle, sınıflarla ve türlerle dayanışma sağlamak “onur” kelimesinin yaşamdaki pratiğidir çünkü dayanışma ve mücadele, ezilenlerin inceliğinin yanı sıra onur kelimesinin “özsaygı” tanımını, yaşamda inşa eden araçlardandır. “Nefrete İnat, Yaşasın Hayat” şiarıyla yaşam hakkımızın ve varoluşlarımızın önemini dile getirmek, insanca yaşamın ekmek gibi su gibi herkes için ihtiyaç olduğu gerçekliğini bilinçlere taşımak ve statülerinin onlara sağlamış olduğu avantajlarla, konfor alanlarından “eşitlenmek” talebine nefret püskürerek, ayrımcılık zırhlarının arkasına sığınan ve statülerini kaybetme korkusu ile bile yüzleşmekten kaçınan zorbalarla mücadele etmek, onur kavramının pratikteki tanımın ta kendisidir çünkü biz lubunyaların, var olduğumuz için utandırılmadığımız, katledilmediğimiz, evlerimizden atılmadığımız, meydanlarda, okullarda, üniversitelerde, işyerlerinde yaşamın her alanında ötekileştirilmediğimiz ve zorbalığa maruz kalmadığımız bir gelecek mücadelesinin ve aslında ezilen ve eşitlik mücadelesi veren herkes için haykırmamızın birer yansımasıdır, onur…

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Onur dosya konulu 186. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
İstihdam