24/09/2010 | Yazar: Birlik Ateş

21 Eylül akşamı Tophane semtindeki üç sanat galerisinde hasara neden olan saldırıyı nasıl görmeli?

21 Eylül akşamı Tophane semtindeki üç sanat galerisinde hasara neden olan saldırıyı nasıl görmeli? Kamuoyuna da intikal ettiği üzere açılışı yapılan sanat galerisindekilere donmuş portakal ve sopalarla saldıranlar buna gerekçe olarak içki içilmesini göstermişlerdi.
 
Bu olay elbette AKP iktidarı ile birlikte güçlenen muhafazakârlaşma ile birebir ilintili. AKP yönetimindeki belediye sınırları içerisinde faaliyet gösteren işletmelerin içki ruhsatı konusunda sorun yaşadığı biliniyor. AKP iktidarıyla beraber birçok Anadolu şehrinde ve ilçesinde içki içilebilecek bir mekân bulmak neredeyse imkânsız hale geldi. Anadolu şehirleri bir yana, 2010 Kültür Başkenti seçilen İstanbul’un göbeği yüzyıllık eğlence semti Beyoğlu’nda pek çok otel, kafe ve restoran işletmecisi içki ruhsatı almakta belediye tarafından baskı gördüğünü ifade edebiliyor.
 
Fiili ve organize olarak sanat galerilerine saldırmaya cüret edenler, AKP’nin toplumu cemaatlere bölerek sürüleştirme projesinin özneleridirler ve siyasal iktidarın muhafazakarlaşma siyasetinden güç almaktadırlar. AKP’nin tasavvur ettiği toplum tipi, gün itibariyle serbest bırakılan saldırganların yaşamak istediği toplum tipiyle birebir örtüşmektedir: içki içilmeyen, evlilik-dışı birlikteliklere müsamaha gösterilmeyen, eşcinsellerin hasta olarak görülüp “tedavi” edildiği, kadınların başının kapalı, erkeklerin namazında niyazında olduğu, Fethullah Gülen risaleleri dışında pek kitap okumayan, etliye sütlüye karışmayan, otoriteye sonsuz saygı gösteren bir toplum.
 
AKP iktidarının İslam’ı referans almayan türlü yaşam tarzlarına dönük tahammülsüzlüğü aşikar ve referandumda aldığı güvenoyuyla baskı politikalarında pervasızlaşması da kaçınılmaz görünmektedir. Nitekim “Devrimci Karargâh” örgütü operasyonu kapsamında çeşitli muhalif parti, grup ve dergi çevresinde yer alan kişilerin gözaltı terörüne maruz kalması bunun bir göstergesi.
 
Pek çok gazete köşesinde, kıraathanede ya da arkadaş sohbetinde dillendirilebilecek bu genel kaygılarla birlikte meselenin bir başka yönüne dikkat çekmekte fayda var.
 
Tophane, kendine özgü tarihsel ve toplumsal dokusuyla anılan eski bir İstanbul semti olmasıyla dikkat çekse de semt, bizzat AKP tarafından 3,5 milyar euro bedeliyle ihale edilen Galataport projesi kapsamında kentsel dönüşümün hedefi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin bulunduğu binadan başlayarak Karaköy’e dek uzanan ve 1,5 kilometrelik sahil şeridini kapsaması öngörülen proje kapsamında Tophane yıkılıp büyük alışveriş merkezleri, lüks oteller ve otoparklarla yeniden inşa edilecek ve bu alanlar zengin işadamlarına kiralanacak. Semtteki kiraların katlanması bu değişimin yaklaştığının bir göstergesi.
 
Neoliberal kentsel tasarımın bir örneği olarak Galataport’un semt sakinleri için taşıdığı anlam açık: Yani galerilere saldıranlar pek muhtemel 10 sene sonra yerlerinden edilmiş olacaklar. Bu veri ışığında semtteki sanat galerilerine yönelik saldırı, sıradan faşizme yedeklenmiş sınıfsal bir öfke olarak görülebilir. Zira ezilenlerin sınıfsal öfkesi sanıldığı gibi kendini sol siyasette bulamayabilir: solun tarihsel ve örgütsel olarak cılız olduğu ve sosyal huzursuzluğu siyasete tahkim edemediği dönemlerde tıpkı Hitler’in Almanya’daki yükselişinde olduğu gibi faşizm bundan beslenir. Öfkenin ortaya çıkışı ve yönelimi faşist bir bağlamda vuku bulsa da, bu onun sınıfsal karakterine halel getirmez.
 
Saldırıya uğrayan galeri sahipleri açısından ise durum ironik. İronik, çünkü politik sanat üretme gayesi ile yola çıkan ve saldırıya maruz kalan Outlet sanat galerisi işletmecisi Azra Tüzünoğlu olaylarla ilgili yaptığı basın açıklamasında “buraya gelenler Türkiye’nin en elit kesimleri” diyebilmiştir. Bu açıklama, olayın ardından yapılan onca sosyolojik mülahazanın içinde neden meselenin sınıfsal boyutuna dikkat çeken bir yaklaşım bulamadığımızın yanıtını da vermiyor mu? Ayrıca, ilgilileri memleketin en elit kesimlerinden müteşekkilken bu politik sanat üreticilerini küçük burjuva ve liberal olarak ilan etmek yanlış mı olur?
 
Küçük burjuva, liberal ve elitist sanat cemiyetinin bu olanlardan canı sıkıldı elbet. Bunun için hususiyetle üzgünüm. Ama bu can sıkıntısının galerilerden ve galerilere hapsolmuş sanatın dar burjuva kalıplarından dışarı çıkarak, sokaklara, caddelere, meydanlara akarak geçebileceğini belirtmeliyim. Bu abluka, ancak böyle dağıtılır.
 


Etiketler: insan hakları
İstihdam