01/12/2023 | Yazar: Defne Güzel

HIV’i konuşmak seks işçiliğini, eşcinselliği, madde kullanımını, cinselliği, siyah olmayı konuşmaktan, konuşabilmekten geçiyor.

Toplum sağlığı, ayrımcılık ve yas politikaları çemberinde bir HIV polisiyesi: Suçlu kim? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

24 Nisan 2020 yılında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “Ramazan: Sabır ve İrade Eğitimi” başlıklı hutbesi ülke genelindeki camilerde okundu. Erbaş’ın hutbesinde HIV’le yaşayanlar, eşcinseller ve nikahsız birliktelik yaşayanlar şu sözlerle hedef gösterildi: 

“Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüz binlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın islamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.” 

Hutbenin satırlarında eşcinselliğin ve zinanın sözde HIV’e sebebiyet verdiğini, HIV’i önlemenin ise sözde eşcinselliği ve nikahsız birlikteliği önlemekten geçtiğini okumak zor değil. Öte yandan Erbaş kötülüklerden insanları korumak için(!) bir mücadele çağrısında bulunuyor. Hutbeye göre eşcinseller ve zina yapanlar, HIV’le yaşıyordur. Tersinden düşündüğümüzde ise HIV’le yaşayanlar, eşcinseller ve zina yapanlardır. Bu noktada kiminle mücadele edileceğini de anlamak zor değil. 

Hutbe vakası bize konu HIV olduğunda yalnızca suçlunun kim olduğunu söylemiyor aynı zamanda geçmişe göz atabilmek için de iyi bir fırsat yaratıyor. HIV epidemisi seksenli yıllarda dünyaya yüzünü gösterdiğinde Türkiye’de başta medya ve politikacıların HIV’i seks işçilerine, turistlere ve eşcinsellere atfetmesi tesadüf değildi. HIV’in yalnızca eşcinsellerde olmadığı, yayılımının da yalnızca seks işçileri vasıtasıyla gerçekleşmediği anlaşılmasına rağmen HIV azınlıklara reva görüldü. Öte yandan bu grupların ve dahi HIV’in yerli ve milli değerler içerisinde yeri yoktu. 

Seksenlerden bugüne dek sürüklenen bu demode ve ayrımcı anlayış mevcut toplum sağlığı stratejilerinin de temelini oluşturuyor. Elbette bilimsellikten yoksun bu strateji tek eşlilikten başka bir şey değil. Bugün, HIV’i önlemek için ortaya konan çaba devlet politikaları nezdinde çoğunlukla ve belki de yalnızca tek eşliliğin savunusunu yapmaktan ibaret. 

Görünen suçlunun kim olduğu belli. Suçlu, elbette HIV’le yaşayanlar(!) fakat şüphe ve soru dedektifliğin şanındandır. Bu yüzden ilk olarak HIV ve toplum sağlığı alanlarında politika üreten Tankut Atuk’a toplum sağlığı üzerine fikirlerini sordum. 

“Bazı toplum sağlığı hikayeleri örümcek ağına benzer ama ortada örümcek yok” 

Ünlü bir akademisyene atıf yapan Tankut; “Bazı toplum sağlığı hikayeleri örümcek ağına benzer ama ortada örümcek yok. Bir sürü sorun var ama suçun kime ait olduğu asla belli değil.” derken sözlerine şöyle devam etti: 

“Suçun kime ait olduğunu konuşmazsak ve hangi aktörlerin kimleri riske attığını belirlemezsek toplum sağlığını asla iyileştiremeyiz. Önce toplumu bir tanımlayalım. Toplum sağlığının, korumaya çalıştığı bir toplum gerçekten var ama bu toplumun özneleri kim? Sünni, beyaz, heteroseksüel, evli insanlardan bahsediyoruz.” 

“Deprem, COVID-19 ya da HIV epidemesi gösteriyor ki bunlar kaza değil. Bunlar doğal afet değil. Hepsi önlenebilir. Önlenemezse de hasarı minimize edilebilir. Başa çıkamamak maddi bir sorunla ilgili değil. Rant ve politikalar yüzünden bu gibi alanlara yatırım yapılmaması.”

“Anahtar gruplar dediğimiz gruplar devlet tarafından en başıboş bırakılmış gruplar. Bu gruplar madde kullananlar, lubunyalar ve seks işçileri. Bildiğimiz gibi bu gruplar bütün enfeksiyonlara daha maruz bırakılan koşullardalar ve korumaya daha çok ihtiyacı olan gruplar.” 

“Neoliberal devletler için önleme daha az prestijlidir. Halbuki kapsamlı bir önleme çalışmasıyla hasar durdurulabilir fakat bu gelecek hesabını neoliberal devletler yapmazlar. Bu birçok ülkede böyle. Toplum sağlığına diğer alanlara harcandığı kadar kaynak harcanmaz.” 

Toplum sağlığının önleme çalışmaları ve HIV’le ne kadar iç içe olduğunu düşündüğümüzde teması öncesi ve sonrası profilaksiler, kondom ve eğitim üçlüsünü konuşmak bana kalırsa büyük önem taşıyor. Profilaksiler gibi temas öncesi veya temas sonrası HIV geçişini engelleyebilen ilaçlara erişim son derece kısıtlı durumda. Kondom fiyatları oldukça pahalı ve sağlık uzmanlarına, topluma dönük kapsamlı cinsel sağlık eğitimleri hayata geçebilmiş değil. Dolayısıyla konu HIV olduğunda önlemeye dönük çalışmalar yok denecek kadar az. Toplum sağlığının HIV’le ve alanla, sahayla olan teması ise kopma noktasında. Baştan kabul ettiğimiz suçluya yani HIV’le yaşayanlara döndüğümüzde ise toplum sağlığının öznelerle temasının olmadığını görüyoruz. HIV’le yaşayanlarla diyalog halinde olmayan, HIV’le yaşayanları çalışmalarına dahil etmeyen, HIV’le yaşayanları ilaca erişim ve tanı kıskacına sıkıştıran ve bakım hizmetini, iyilik halini es geçen bir sağlık sistemiyle karşı karşıyayız. 

Tökezleyen önleme politikalarını sırtlayan sivil toplum sayesinde aklımıza kondom, HIV geçişinin yolları, test-tanı-tedavi gibi kavramlar gelirken HIV’le yaşayanların ve HIV’le yaşayanların sorunlarının, ihtiyaçlarının, taleplerinin gelmemesi de şaşırtıcı değil. 

Konu bakım hizmetlerine geldiğinde HIV’le yaşayanların darülacezelere yasal olarak kabul edilmediğini düşünmek gerekiyor. Bu örnek bize psiko-sosyal destekten, sosyal hizmetlere dek HIV’le yaşayanların hizmetlere erişimde yaşayabileceği sorunlar noktasında emsal oluşturuyor. Öte yandan toplum sağlığının HIV’le yaşayanlara doğrudan temas ettiği bir nokta olarak Türkiye’nin ilk HIV vakalarından Murtaza Elgin’i ve “bulaşıcı hastalığın yayılımını önleme” noktasında Murtaza’nın naaşının çamaşır suyuyla yıkanmasını, mezarına kireç dökülmesini de hatırlamak ve HIV’le yaşayanların bedenine, cenazesine gerçekleştirilen müdahalenin ne denli saygıdan ve etikten yoksun olduğunu bu noktada anımsamak gerekir. 

Son olarak Tankut Atuk yaptığımız görüşmede toplum sağlığının tanımına ve içeriğine şöyle odaklanıyor: 

“Toplum sağlığı politikleştirilmeli. Sosyal toplum sağlığı olarak baktığımızda toplum sağlığını riske sokan etkenler olarak ekonomik, sosyal ve politik etkenlere bakmaya başlamalıyız. Toplum sağlığının etkenleri virüsler olamaz. Bunlar bizim etrafımızda, içimizde yaşıyor ama bu virüslerin hastalık yaratacak hale gelmesi için belli koşulların yaratılması lazım. Nitekim aynı virüsten herkes hasta olmuyor. Dolayısıyla koşullara odaklanmalıyız. Bütün sağlık sorunları insanların hareketlerinden geliyormuş gibi bir düşünce var. Örneğin LGBTİ+’ların seks yapmasından, madde kullanımından, seks işçiliğinden gibi. Fakat bu kişileri virüse maruz bırakan koşullara bakılmıyor.” 

“Hep beraber hareket edersek ancak o zaman ortaya bir yapı çıkarabiliriz”

Suçlu arayışını sürdürürken yaptığım görüşmelerden bir diğeri de Pozitif-iz Derneği’nden Çiğdem Şimşek’le oldu. Çiğdem, HIV alanıyla on sekiz yıldır ilişkilenen ve alanı oldukça iyi tanıyan bir aktivist. Çiğdem konuyu cinselliği konuşmanın önemiyle şöyle bağdaştırıyor: 

“Çok cinsellikle ilişkilendirilmeyen bir yerden konu ele alınıyor. Cinsel yolla edinim en yaygın edinim yollarından bir tanesi. Evlilik öncesi cinsellik yaşanmıyormuş, evlenince de başka partnerler olmuyormuş ve herkes heteroseksüelmiş gibi bir algı var. Bu kalıplara uyulmadığında toplum sağlığı tehdit ediliyormuş gibi bir yanlış düşünce hâkim. Öte yandan konu HIV tanısı çalışmalarına geldiğinde on sekiz yıldır kaliteli bir izleme değerlendirme sistemi mevcut değil. Alanla ilk temasımda Ulusal AIDS Komisyonu vardı. Artık toplanmıyor komisyon. Bu sadece Sağlık Bakanlığı’nın konusu değil. Adalet Bakanlığı’nın da, Çalışma Bakanlığı’nın da konusu. Bütün bakanlıkları ilgilendiren bir konu. Her alanı kesen bir yanı var. Hep beraber hareket edersek ancak o zaman ortaya bir yapı çıkarabiliriz.”

“Nefret söylemleriyle anahtar gruplara dönük politikalar üretiliyor. Anahtar gruplardan bu şekilde bahsedilemez. Ötekileştirmeyen, ayrımcılık yapmayan bir tutum sergilenmeli. Öte yandan anahtar gruplara dönük çalışmalar arttırılmalı ve anahtar grupların talepleri duyulmalı. Bütün karar alma alanlarında HIV’le yaşayanların olması gerekiyor. Alanın ihtiyacını özneden başka kim bilebilir?” 

Bu noktadan sonra toparlamak gerektiğini düşünüyorum. HIV’le yaşayanlara dönük ayrımcılığın belli bir temeli var. O da HIV’le yaşayanların HIV’in suçlusu olarak görülmesi. Bu ayrımcılık HIV’le yaşayanların damgalanmasından, ifşa edilmesinden, eğitim ve iş hayatının sonlandırılmasından HIV’le yaşayanların yalnızlaştırılmasına ve hizmetlere erişiminin engellenmesine kadar uzuyor. HIV’le yaşayanlar öcüleştirilirken HIV’in sebebi olarak yansıtılıyor. Peki ayrımcılık çarkı tıkır tıkır dönerken önleme çalışmalarını ve HIV’le yaşayanların haklarının tesisinin önünü ne tıkıyor? İşin bu kısmı ideolojilerle oldukça alakalı görünüyor. Öyle ki bu ideolojiler yalnızca HIV’le yaşayanları değil, HIV’le yaşamayan kişileri de oldukça olumsuz etkiliyor. 

Oldukça çetrefilli bir durum söz konusu. Bir yanda işlemeyen toplum sağlığı çalışmaları ve toplum sağlığı çalışmalarının muhafazakâr bir yapıya oturtulması. Diğer yanda işlemeyen toplum sağlığı yüzünden önleme çalışmalarına erişemeyen toplumun fertleri. Bir başka yanda anahtar gruplarla pekiştirilen ve suçlu olarak yansıtılan HIV’le yaşayanlar. Son olarak ise HIV’le yaşayanların ayrımcılık silsilesi içerisinde haklarına, bakım hizmetlerine ve iyilik hallerine ulaşmada yaşadığı imkansızlıklar… O zaman şu iki soruyu ortaya bırakmak gerekiyor: HIV’le yaşayanları HIV’le yaşayanlar mı HIV pozitif yaparlar? Yoksa HIV’le yaşayanları suçlu olarak gösteren ve asıl ayrımcılıkları ortaya çıkaran, görünmeyen muhafazakâr politikalar mı var? 

“HIV’le yaşayanların zaten hak ettiği insanlık mertebesine tekrar ulaşabilmesi hikayelerin duyulmasıyla olur” 

Suçluyu arama işinde son görüşmemi ise yas ve melankoli üzerine çalışmalarını yürüten ve bu çalışmaları HIV’le bağdaştıran Kerem Selçuk’la gerçekleştirdim. Bu görüşmeyi gerçekleştirme sebebim HIV’in algılanış biçimine ışık tutmak içindi. 

“HIV günümüzde fiziksel olarak yaşam kaybına sebep olmuyor. Bu demek değil ki ortada bir kayıp yok. Yine bir kayıp var. Makbul vatandaşlığın kaybı. Kaybedilmiş bir heteroseksüellik var. Kaybedilmiş bir masumiyet, sağlıklılık, beyazlık var.” diyen Kerem şöyle devam etti: 

“Arkadaşlar, iş ve eğitim de kaybediliyor. Partnerler kaybedebiliyor. Bunun utançla katlanan sessizleştirici bir etkisi var. Bunu kırmak adına da sağlık politikalarını HIV pozitif özneleri merkez alarak dillendirmek gerekiyor. Öznelerin anlatımıyla HIV güçlendirici bir havaya bürünüyor. Duygunun dışavurumuna alan açabilmeli. Öfkeyle dışavurumun sağlanması gereken ortamların fazlalaştırılması, HIV’le yaşayanların örgütlenebileceği alanların yaratılması gerektiğini düşünüyorum.” 

“HIV’le yaşayanların zaten hak ettiği insanlık mertebesine tekrar ulaşabilmesi hikayelerin duyulmasıyla olur. Bu hikayeler toplumu birlikte hareket etmeye çağırıyor. Her kayıp ve yas tek bir kişinin kaybı veya yası değil. Toplumun da kaybettikleri, toplumun da yası açığa çıkıyor.” 

“HIV hayatın bir parçası ve bu parça hikayelerin duyulmasıyla hayatımıza girecek. Tutulabilen bir yasla hayatla kol kola girebiliyoruz. İfade edilebilen, sesi çıkan bir yasın örgütleyen, politize eden bir yanı var. Öte yandan yası, üzüntüyü, melankoliyi yaşamanın çok çeşitli halleri var. Yas üzüntülü ve mahvedici yerinden döndürebilir bir şey.” 

Suçluyu arama yolculuğum elbette nihayete erebilecek bir gibi değil. HIV’le yaşayanların maruz bırakıldıkları ayrımcılıklar, önleme çalışmalarının yokluğu, HIV’in toplumun bilincinde korku politikalarıyla yer etmesi elimizdeki kanıtlar. Sistemi onarmak, ayrımcılığı önlemek ve özgürlük/eşitlik politikalarını hayata geçirmek ise yapabileceğimiz en önemli şeyler. 

HIV’i konuşmak seks işçiliğini, eşcinselliği, madde kullanımını, cinselliği, siyah olmayı konuşmaktan, konuşabilmekten geçiyor. Nitekim ayrımcı politikalar sadece HIV’le yaşayanları etkiliyormuş gibi gözükse de kadınları, gençleri, LGBTİ+’ları, engellileri, çocukları, mültecileri, dezavantajlı herkesi birlikte etkiliyor. Tam da bu ayrımcılıklara karşı Çiğdem; “HIV’le yaşayanların dünyanın her yerinde eşit ve kesintisiz tedaviye erişebilmesi gerekiyor.” derken Tankut; “HIV meselesi politize edilmeli ve politikalardan geri durulmamalı.” diyor. Son olarak Kerem ise; “Yas, utanmama hali ve öfke bize suçlunun kim olduğunu öğretecek ve bize bir deşifre alanı sunacak.” diyor. 

Bu yazıya sağladıkları katkı ve içten dostlukları için sevgili Kerem’e, sevgili Tankut’a ve sevgili Çiğdem’e teşekkürlerimi sunuyorum.

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin HIV dosya konulu 189. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, hiv
İstihdam