14/08/2009 | Yazar: Kaos GL

‘Devrimci sosyalistler de dâhil, toplumun büyük bölümünce yok sayılan, aşağılanan eşcinsellere dönük dışlamalar ile fiziki saldırıların açığa çıkardığı trajediye sessiz kalmanın kendisi de trajediy

‘Devrimci sosyalistler de dâhil, toplumun büyük bölümünce yok sayılan, aşağılanan eşcinsellere dönük dışlamalar ile fiziki saldırıların açığa çıkardığı trajediye sessiz kalmanın kendisi de trajediye dönüşmekte, sessiz kalanı ‘sessizce’ çürütmeye başlamaktadır.’

‘Sol kendi bakışını kırıp ‘halk ne der?’ kaygısından kurtulamadığı sürece ‘genel ahlak’ baskısını kendi üzerinde kıramayacak, komünizmin özgürleştirici pratiğinden kopuk kalma halini taşımaya devam etmek durumunda kalacaktır. Eşcinsellerin maruz kaldığı insani trajediye sessiz kalmanın ‘sessiz utancı’ ise hiç silinmeyecektir.’
 
Mahmut Soner ve Erol Zavar tarafından hapishanede, 2008 Kasım’ında kaleme alınan bu yazıyı kaosgl.orga ulaştıran Odak Dergisi’ne teşekkür ederiz.

-Dilek İnce’ye*- 
Sus ve öl
Karşı duruşların varsa
Farklıysan
Bir şey duydun
Ya da
Bir şey gördün
Ve biliyorsan
Seni ‘vurmaktan hoşlanacağım’
En iyisi
         Öl ve sus**

Kapitalizm işçi ve emekçileri, yoksulları maddi zenginliklerden ve bu zenginlikleri değerlendirme ve denetlemenin aracı olan demokrasiden sistemli biçimde dışlar. Dışlamanın en önemli aracı ‘zordur’ ancak zor tek başına kullanılmaz. Kültürel, siyasal, ideolojik araçlar fiziki zorla iç içe kullanılır. Böylece kapitalizm, bir yandan kendisine meşruluk yaratırken, bir yandan emekçileri böler, bir yandan da çıplak zora gerekçe ve rıza üretir.
 
Kültürel, siyasal, ideolojik araçlar kitle kontrolü sağlamanın en iyi biçimleridir. Bunların en işlevli olanı ise dinle de desteklenen genel ahlak kavramlaştırmasıdır. Her türlü şekle sokulabilen bu kavramla, sistem, istediği her kesimi hedef tahtasına yerleştirebilir. Kâh greve çıkan işçiler, kâh parasız eğitim isteyen öğrenciler, kâh sendika hakkı için sokakları zapt eden memurlar, kâh dinsel ayrımcılığa karşı alanları dolduran Aleviler, kâh esnaflar… Yani toplumun tüm alt kesimleri, sistemle sorun yaşadıklarında, ‘genel ahlak’ın hedefi olabilirler. Ancak, esas olarak, hedef tahtasında sürekli olarak tutulan kadınlar ve LGBTT (Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel) bireyler ‘genel ahlakın’ sistemli olarak ezdiği kesimlerdir. Adeta, ezen-ezilen hiyerarşisinde en altta bu iki kesim yer almaktadır. Özellikle LGBTT bireyleri (yazıda kolaylık olsun diye eşcinsel tanımı kullanacağız, umarız bir yanlışlık yapmamış oluruz. E.Z-M.S) sistemin çürüyen tüm yanlarıyla her gün, her an yüz yüze gelmekte, nefretin söylemi ve eylemiyle karşılaşmaktadırlar. Cinsel tercihleri ya da yönelimleri nedeniyle üretimden dışlanarak zorla fuhşa sürüklenen de, kolluk gücünün her fırsatta işkence ve zorbalığına uğrayan da, genel ahlakın ateşli savunucuları tarafından tecavüze uğrayan, dövülen, öldürülen de onlardır. Ve bu durum süreklidir. Sürekli işkence hali eşcinsellerin yaşamını cehenneme çevirmektedir.
 
Devrimci sosyalistler de dâhil, toplumun büyük bölümünce yok sayılan, aşağılanan eşcinsellere dönük dışlamalar, fiziki saldırılar vahim bir insani trajedi açığa çıkarıyor. Bu trajediye sessiz kalmanın kendisi de trajediye dönüşmekte, sessiz kalanı ‘sessizce’ çürütmeye başlamaktadır.
 
Eşcinsellere yönelik tüm saldırı ve nefret söylemlerinin altında erkek egemen sistemin seksist ve heteroseksist anlayış yatıyor. Kadına karşı ayrımcılık olan seksizm, heteroseksizmi de kapsayarak ayrımcılığı derinleştiriyor. O halde eşcinsellerin yaşadığı sorunlar, kadın sorunundan bağımsız değil, onunla iç içe düşünülmek, ele alınmak zorundadır.
 
Seksizm kadın ayrımcılığını bayraklaştırırken, esasta milliyetçi, şoven dil ve eylemi geliştiriyor ve geliştirebildiği ölçüde, ondan güç alarak daha da yaygınlaşıyor. Aynı biçimde eşcinsellere dönük ayrımcılık olan heteroseksizm de, yarattığı homofobiyle, toplumda alt sınıflardan, yine alt sınıfları ezecek bir kesim oluşturuyor –ezen ezilmeye de çok zor karşı koyacaktır-. Özellikle genç insanlar eşcinsel karşıtlığı bayrağı altında bir araya toplanırken, milliyetçi, şoven saldırgan kesimin tetikçi kitlesi haline de getiriliyor. Milliyetçilik dünyanın her yerinde seksist ve heteroseksist bakışı olağanlaştırmaktan da öte, onu zorunlu hale getiriyor. Bu da demektir ki, homofobi milliyetçiliğin silahlarından biri olarak burjuva sisteme aittir. Homofobi, aynı zamanda ezilen kadını, ezen erkekle aynı safta birleştirerek, kendi ezilişine karşı da kabullenme, dahası ezilişini savunma hali yaratıyor. Erkek egemen sistem, homofobiyle kendini birkaç alanda birden yeniden üretmiş oluyor böylece.
 
İnceltilmiş (İnsancıl!) Heteroseksizm! Eşcinsellik Tedavi Edilebilir Bir Hastalık Olabilir mi?

Eşcinsellik üzerine dünyanın birçok yerinde ‘bilimsel’ araştırmalar yapılıyor. Eşcinselliğin hormonsal bir hastalık olduğu yaygın ifade edilen bir durum. Bir başka hastalık hali olarak da psikolojik boyut öne sürülüyor. Cinsel yöneliminde ‘aykırılık, bozukluk’ görülen birçok insanın hormon tedavisine alındığı, psikiyatrlara taşındığı, cinsel terapiye alındığı sık rastlanan bir durum. Tüm bu ‘tedavi’lerde bireyin fikrinin alınmadığı, onu ‘normalleştirecek’ olanın toplumun normallik algısı olduğu da ortadadır. Toplumun eşcinsellere bakışındaki en hastalıklı hali budur. Bu durum eşcinselliği bir sapkınlık, yozluk olarak damgalayan bakıştan daha sinsi, dolayısıyla daha geri ve dışlayıcı bir bakıştır. Çünkü bireysel hak tanımamakta, cinsel özgürlüğü yok saymakta, Mengele deneyleri ve yöntemlerine kapı aralamakta, erkek egemen statünün devamı için gericiliğe ‘bilimsel’ maske takmaktadır.
 
Bu bilimsel maskenin altından Eryaman ve Kurtuluş’taki gibi saldırılar, tecavüzler, işkenceler, ölümler çıkmaktadır. Eşcinsellik cinsel özgürlük kapsamındadır ve bireyi ilgilendirir. Birey dışında kimsenin söz hakkı, hele ki ayrımcılık yapma hakkı yoktur. Yani eşcinsellik normal bir insanlık halidir ve eşcinsellerin her insan gibi üretimde, sanatta, politikada… yaşamın her alanında olma hakları vardır.
 
Çözüm Toplumun Normalleşmesindedir
 
Sorunun çözümü kuşkusuz boyutludur. Bir yanı yasal, siyasal iyileştirmelerden geçerken; bir yanı toplumsal normalleşmeden geçer. Yasalar yeni baştan, eşcinsellerin talepleri göz önüne alınarak düzenlenmeli, ayrımcı tüm maddeler ayıklanmalı, seksist ve heteroseksist bakış sinmiş diğer maddeler de düzenlemeye dâhil edilerek, bu bakıştan kurtarılmış şekilde yeniden yazılmalıdır. Anayasaya seksist ve heteroseksist ayrımcılığın bir insan hakkı ihlali olduğu alınmalıdır. Ancak yasal düzenleme tek başına yeterli olmayacaktır. Her türlü devlet işinde ya da özel sektör işinde, fiili ayrımcılık ve dışlama yaygın biçimde süreceği için, buna yönelik yasal yaptırım önlemlerinin alınması zorunludur. Aksi halde yasal düzenlemeler kâğıt üzerinde kalır ve fiilen hiçbir şey değişmemiş olur. Bugüne dek bu bugün de eşcinsellerin maruz kaldığı baskılar göz önüne alındığında, pozitif ayrımcılığın da gündeme alınması gerekmektedir.
 
Çözümün diğer yanı, asıl önemli yanı ise toplumsal boyuttur. Toplumun eşcinselliğe bakışının normalleşmesi olmadan, yasal düzenlemeler de, yaptırımlar da fazla işe yaramayacaktır. Yani toplumun cinselliğe bakışının da normalleşmesi gereklidir. Bu yüzden, öncelikle, işçi sınıfı ve halkın öncüsü olma iddiasını ortaya koyan devrimci ve komünist hareketin cinselliği, eşcinselliği ele alışında düzelme olması şarttır. Eşcinsellerin en fazla ezilen kesim olduğu gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Devletten tek tek bireylere dek adeta canı sıkılan herkes – ezilen yoksul, emekçi kadınlar dahi- eşcinsellere saldırmakta, en aşağılık nefret biçimleriyle -Türüt denen ırkçının AIDS şarkısı hatırlansın- kendisini arındırma ayini yapmaktadır. Diğer yandan da eşcinseller ekonomik üretim alanından dışlanarak fuhşa zorlanmakta, onlara işkence yapan, öldüren, aşağılayan bu ayincilerin arzu nesnesi halinde tutulmaktadırlar.
 
Özellikle son dönemde eşcinsellere yönelik yeni bir nefret dalgasının yükseldiği göz önüne alındığında, Anadolu devrimci hareketinin bugüne dek çoğunlukla görmezden geldiği, dışladığı, yer yer dinci, milliyetçi, şoven kesimden daha geri yaklaşımlar sergilediği eşcinsellere dönük tutum belirlemesinin zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkar. Ya eşcinselleri sistem gibi, normal dışı, yozluğun, fuhşun öznesi, üretim dışı asalak bir kesim olarak ilan edeceğiz ya da cinsel özgürlüğü tanıyarak, ayrımcılığa karşı mücadeleyi programlarımıza alacak, eşcinsel harekete gerekli desteği vereceğiz. Bunun arası kalmamıştır. Böylesi nefret ve fiziki saldırılar sürerken hiçbir şey yokmuş gibi davranılamaz.
 
Destek vermek derken, eşcinsel harekete yardımcı olmak değil sözünü ettiğimiz. Hem onlar zaten gerekli şekilde örgütleniyor, mücadelelerini geliştiriyorlar, bu yanıyla bize ihtiyaçları yok, hem de böylesi bir bakış sosyalistlere uygun bir yaklaşım değil. Aksine onlarla dayanışma içinde olarak, politik ve sosyal kimliğimizin özüne yaklaşma, ona uygun tutumda olma noktasında kendimize yardımcı olmuş olacağız. Çünkü komünizm tam anlamıyla bir özgürleşme serüvenidir. Bireyin kendisi dışındaki bir başka bireyi, toplumu ilgilendirmeyen tercih ve yönelimine, yaşam şekline karışmak komünizme değil, kapitalist baskı ve tahakküm sistemine aittir. Ve komünist hareket bu baskı ve tahakküm sistemine karşı savaşır. Dolayısıyla baskı ve ayrımcılığın her türüne karşı mücadele etme perspektifiyle donanmak öncelikle kendimiz için gereklidir. Bu yüzden yardımcı olmaktan değil, dayanışma içinde olmaktan söz ediyoruz.
 
Eşcinsellerin politik olma, politika yapma hakları devrimci hareket tarafından tanınmalı ve güvenceye alınmalı, alan açılmalıdır. Bu, eşcinsellerin devrimci hareket içinde yer alabilmeleri, devrimci özne haline gelebilmeleri anlamını taşır. Bu, onların mücadele etme hakları olduğu, örgütlenme içinde söz ve karar –oy- hakları olduğu anlamına gelir. Yanı sıra eşcinsellerin bağımsız örgütlenmeleriyle de ilişki geliştirilmeli, ayrımcılığa karşı ve diğer sosyal-siyasal talepleri öğrenilmeli ve o talepler mücadeleye içerilerek toplumsallaştırılmalıdır.
 
Devrimci hareketin acil olarak eşcinsellere yönelik nefrete karşı harekete geçmesi, eşcinsellere toplumsal insan olarak önem vermeye başlaması, onlara saldırı olduğunda dayanışma içine girmesi gerekir. Fuhşa karşı mücadelede eşcinsellerin fuhşun kurbanı, nesnesi olduğu unutulmamalı ve eşcinsel örgütlenmeleriyle birlikte projeler geliştirilmelidir. Fuhşa paralı tecavüz olduğu için, insanı aşağıladığı için ve yabancılaştırdığı için karşıyız. Fuhşa karşı mücadele sistem karşıtı mücadeledir, onun kurbanları olan kadınlar ve eşcinselleri suçlamak hem adil olmayacaktır hem de gerçek suçlunun önüne perde çekmek anlamına gelecektir. Bir diğer yanı ise toplumdaki eşcinsel eşittir fuhuş anlayışının soldaki yansımasına karşı da mücadele edilmesi gerekliliğidir. Bu yapılmadan toplumdaki yanlış algı kırılamaz.
 
Anadolu devrimci hareketinin dayanışma geleneğinden sakatlandığı bir gerçek. Yalnızca eşcinsellerle değil, birçok kesimle dayanışma örülmüyor, örülemiyor. Ancak iş eşcinsellere geldiğinde, dayanışmama, tercih olarak cereyan ediyor ki, bu yok saymanın biçimlerinden biridir. Bir başka yok sayma ise eşcinsel örgütlenmeler tarafından haklı olarak eleştirilen miting ve yürüyüşlere katılan tüm kesimler miting alanlarında anons edilirken ya da dergilerde yazılırken, eşcinsel örgütlenmelerinin anons edilmemesi, dergilerde yazılmamasıdır. Bu da homofobinin yansımasıdır.
 
Açık olarak, sol kendi bakışını kırıp ‘halk ne der?’ kaygısından kurtulamadığı sürece ‘genel ahlak’ baskısını kendi üzerinde kıramayacak, komünizmin özgürleştirici pratiğinden kopuk kalma halini taşımaya devam etmek durumunda kalacaktır. Eşcinsellerin maruz kaldığı insani trajediye sessiz kalmanın ‘sessiz utancı’ ise hiç silinmeyecektir. (13 Kasım 2008)
 
*Eryaman tanığı İnce öldürüldü
‘Çok sayıda travesti ve transseksüelin saldırıya uğradığı Ankara Eryaman olaylarının tanığı Dilek İnce isimli transseksüel 10 Kasım’da uğradığı silahlı saldırı sonrasında kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.’ (Özlem Zorcan, 13 Kasım 2008, BirGün)
**(14 Kasım 2008 Erol Zavar-Mahmut Soner)
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam