31/03/2020 | Yazar: Hayat Çelik

31 Mart Trans Görünürlük Günü'nde "Buradayız Alışın" yazı dizisini başlatıyoruz. İlk yazı: Trans Terapi Grubu'ndan Trans İstanbul İnisiyatifi'ne giden yol...

Trans Terapi Grubu nasıl var oldu? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

2010 yılında, transların geçiş süreciyle ilgili hiçbir yol ve yöntem bilmediğim için, bilgi alabilmek amacıyla üyesi olduğum Lambda Dostları mail grubuna yazmıştım. O yıllarda, bu alanda hazırlanmış ve bu alana odaklı hiçbir yayın yoktu. Ayrıca doğrudan bu alana odaklı çalışan bir örgüt de yoktu.

Türkiye’de bu alanda transların geçiş sürecine yönelik oluşturulmuş özel bir birimi olan, bu alandaki en yetkin hastane, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’ydi. İstanbul’da sürece başvuran transların, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde düzenlenen grup terapisine 2 yıl boyunca katılması gerekiyordu.

O yıllarda, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, Dünya Transseksüel Sağlık Meslek Birliği, (eski adıyla Harry Benjamin Uluslararası Toplumsal Cinsiyet Disfori Derneği) standartları doğrultusunda, DSM-4’ göre hareket etmekteydi. Transseksüellik bir “cinsel kimlik bozukluğu” yani “hastalık” olarak ele alınıyordu ve psikiyatri, transseksüelliğe “tanı koyan” bir aşamadaydı.

İstanbul Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nca hazırlanmış “Transseksüeller ve Hormon Kullanımı” metni, o dönemin yaklaşımını bize çok net yansıtır;

“Sizi değerlendiren ve bir transseksüel olduğunuz tanısını koyan, tedavinizi izleyen ruh sağlığı uzmanınız artık hormon kullanmaya hazır olduğunuza karar verdiği zaman, sizi bir endokrinologa takdim eden bir mektup yazar.”

Farklı bir kimliğe sahip olduğunuz zaman; sizi yok saymaya, ezmeye, dışlamaya, hatta öldürmeye güdümlenmiş, transfobik bir toplumda yaşamanın sıkıntılarını anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. Yaşamla ölüm arasında, hayatta kalma mücadelesi verdiğim, hayatla aramdaki demir perdeyi yıkmaya karar verdiğim bir dönemde, geçiş sürecimle ilgili somut adımları atabilmek için, ben de 2010 yılında, Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne başvurmuştum.

İşte böyle bir dönemde, dönemin sorunlu psikiyatrik yaklaşımına rağmen, 2 yıl boyunca katılmış olduğum grup terapisi, benim gibi çoğu trans için bir can simidi görevi görmüştü. Dönemin Türkiye’sine göre; transları, süreçlerinde psikososyal olarak destekleyen, son derece kısıtlı bir alandı. Çoğu transın, hayatında ilk defa, kendi gibi insanlarla bir arada olmanın mutluluğunu ve güçlendirici deneyimini yaşadığı, özel bir alandı.

Translar için işte böylesine hayati öneme sahip bir alanın, 2013 Ocak ayında, Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde sona ermesinin ardından, Seven Kaptan’la birlikte, 2013 Şubat ayından itibaren, terapi grubu toplantılarının devamını sağlama konusunda elimizi taşın altına koyduk ve o gün bugündür de halen devam ediyoruz.

Terapi Grubu toplantıları aracılığıyla edindiğim bilgi ve deneyimler ışığında, 2016 yılında basılan ve halen bu alanda hazırlanan en kapsamlı yayın olan “Cinsiyet Geçiş Kılavuzu” yayının editörlüğünü üstlendim. Çünkü ancak bir trans, bu alandaki sorunları dillendirip, öncelikli kılabilir, bu konuda gereken adımları atabilirdi.Bu yayının güncel basımının olmaması büyük bir eksiklik. Ancak odağına transların geçiş sürecini almış bir trans örgütlenme olmadığı sürece, bu alandaki sorunlar diğer örgütlerin gündeminde geri kalmaya devam edecek görünüyor. Yazının ilerleyen bölümlerinde, bu eksikliğin görülüp, Terapi Grubu’nun ötesinde yükselen yeni bir ufkun nasıl doğduğuna değineceğim.

trans-terapi-grubu-nasil-var-oldu-1

Psikososyal Destek Grubunun İşleyişi Nasıl Olmalı?

2013 Şubat ayından bu yana, her ayın ilk çarşambası toplanan grup, 7 yıllık süreç boyunca, Türkiye’nin çok farklı şehirlerinden yüzlerce transın sürecine, psikososyal destek sağladı. Mekansal olarak hastane atmosferinden, sivil toplum atmosferine geçiş yapmamızla birlikte, grubun dinamiği de, tıbbın hiyerarşik zincirinden kurtularak, olumlu yönde bir değişime uğradı. Translar, psikiyatrinin tedavi gören “hastaları” olmaktan çıkarak, grubu var eden ve bu alandaki deneyimleri örgütleyerek, transfobiye karşı mücadelenin merkeze alındığı, psikososyal bir güç halkasına dönüştü. Grupta moderatör, gözlemci vb statülerde yer alan ruh sağlığı uzmanlarıyla, trans katılımcılar arasındaki hiyerarşik ilişkilenme, zamanla yerini, herkesin birlikte öğrenerek kendisine güç kattığı, fayda sağladığı, yatay bir yapılanmaya dönüştü. Bilginin üretimi ve dolaşımı ortaklaştı ve Türkiye’de transların geçiş sürecine yönelik özgün bir model oluşturdu.

2019 yılında, grubun katılımcısı translar olarak süreçte gelinen bu aşamayı, ilkeselleştirerek, yazıya döktük. Katılımcıların nesneleştirilip, patolojize edilmediği, grup dinamiğinin hiyerarşik olarak kurulmadığı; eşitler arası, güvenli, samimi bir iletişim ortamının sağlandığı, geri bildirime ve gelişime açık bir psikososyal destek grubunun var olabilmesi için uyulması gerekli maddeleri belirledik. İlgili maddelere buradan ulaşabilirsiniz.

Sahadan almış olduğum geri bildirimler doğrultusunda, Türkiye’de geçiş sürecine yönelik psikososyal destek gruplarının yaygınlaştırılmasını çok elzem bir ihtiyaç olduğunu görüyorum. Trans Terapi Grubu buluşmaları İstanbul’da yapılmasına rağmen, Türkiye’nin pek çok şehrinden trans, kendi bulundukları şehirde şubemizin olup olmadığını, neden kendi şehirlerinde olmadığını soruyor ve “keşke burada da olsaydı, keşke İstanbul’da olsaydım” şeklinde üzüntülerini ifade ediyorlar. Psikososyal destek gruplarının hem yaygınlaştırılmasını, hem de bilişsel davranışçı terapi yaklaşımı doğrultusunda, geçiş sürecine odaklı farkındalık sağlayıcı atölyeler geliştirilmesini, bu alanda ileriye dönük atılabilecek önemli adımlar olarak görüyorum.

Sürece Dair Kullanılan Dil Neden Önemli?

Öncelikle, neden özellikle “Geçiş Süreci” ifadesini kullandığımın altını çizmek istiyorum. Çünkü bu alanda kullanılan dilin de, ideolojiyle etle kemik gibi bir bağı olduğunu, o nedenle tarihsel, toplumsal sorunlu mirasın taşıyıcısı olmaması için, dilin de dönüşmesi gerektiğini biliyoruz ve zamanla dönüştüğünü de şahit olduk. Tıbbın ve hukukun patoloji temelli kurduğu dil, psikiyatri alanında zamanla dönüşse de, hukuki metinlerde halen kaskatı bir “cinsiyet değiştirme” meselesi olarak kaldı. İlerleyen süreçte orası da değişecek elbette ve ben bu dil sorununu mesele edinmiş, dil sorunu üzerine özellikle kafa yormuş birisiyim. Buradan natrans akademik çevrelere, medyaya ve örgütlere biraz da sitem etmek istiyorum açıkçası. Lütfen dil konusunda, trans örgütlenmelerin metinlerini temel alın. Özellikle de bu alana odaklı bir temelden yükselen trans oluşumların/örgütlerin dilini temel almanız isabet olur. Her ne kadar bu alanda trans örgütlenmeler de dil konusunda farklı tercihlere sahipse de, o zaman o farkı da görebilirsiniz -ki görmeniz gerekiyor. Buna, natrans LGBTİ+ takısına sahip örgütler de dahil.

Geçiş’in sözlük anlamı: Herhangi bir durumdaki değişme, intikal “Geçiş dönemi.” Buradaki “geçiş” ifadesi, bu alanlardaki etkileşime, dönüşüme, değişime ve sürecin zaman alışıyla bir döneme işaret eder. Bu açıdan değerlendirdiğimizde “Geçiş Süreci” ifadesi, tüm bu anlamları kapsayıcıdır. “Geçiş Süreci” ifadesindeki geçişi; kendini kabule geçiş ile başlayan, beyanın kendi özgünlüğü içindeki (transformasyon) dönüşüm süreci olarak anlamlandırabiliriz.

Ben transların sürecinin, bir “Cinsiyet Uyum Süreci” olarak kodlanmasını oldukça sorunlu buluyorum. Bu ifade, tıbbın translara yönelik geliştirdiği (“uyumsuz kimlik”) tarihsel patolojik yaklaşımın uzantısı, devamıdır. Ayrıca süreci bir “uyum süreci” olarak kodlayacaksak, öncelikle transların değil; aile başta olmak üzere, toplumu inşa eden politikaların, yasaların translar için uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Transların değil, devletin ve toplumun tepeden tırnağa, trans var oluşa uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Transları artık “uyuma” davet etme alışkanlığından vazgeçin. Ya daha nötr bir dil tercih edin ya da işaret edilen “uyum”un tarihsel, patolojik mirasını yan cebinde taşımayan, kapsamını kesin çizgilerle daraltan, “Beden Uyum Süreci” gibi ifadeleri tercih edin.

Bazı translar, cinsiyet kimliği ile bedensel cinsiyet özellikleri “uymadığı” için hoşnutsuzluk duyup bir sürece ihtiyaç duyabilir. Ancak bu hoşnutsuzluk halinin şiddeti, başlı başına kişisel değildir ve ne kadarının toplumsal ne kadarının kişisel olduğu da görecelidir. Dolayısıyla buradaki hoşnutsuzluğun oluşmasında, ikili cinsiyet normlarını esas alan ailenin-toplumun payı oldukça fazla olduğu halde; devletin/toplumun cinsiyet kimliğine yönelik sağlaması gereken ‘uyum’a işaret etmiyor. Oysaki transların geçiş sürecinde, yaşadığı zorlukların çoğu da, devletin cinsiyet kimliği odaklı göz ardı ettiği, kendi uyumsuzluğundan kaynaklanıyor. Devletin cinsiyet uyum sorunu var, biz transların değil. İlla sorunu uyum süreci olarak kodlayacaksanız, devletin uyum sürecine bizden daha çok ihtiyacı var. Toplumsal cinsiyet eşitliğine ve cinsiyet kimliği çeşitliliğine uyum  sağlamış bir devlet, biz transların sürecini oldukça kolaylaştıracaktır.

Transların Geçiş Sürecine Dair Türkiye’deki Güncel Durum

AYM’nin Trans Geçiş Süreciyle ilgili Medeni Kanun Madde 40’taki “üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun olma” şartı 29 Kasım 2017’de kaldırıldı ve 20 Mart 2018 itibariyle Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Hukuken “üremeden yoksunluk” şart olmaktan çıksa da, halen özellikle trans erkeklerin sürecinde sorun olarak devam ediyor.

Emirhan Deniz Çelebi’nin yazmış olduğu Geçiş Süreci Mobil Aplikasyon Projesi kapsamında SPoD’un, benim danışmanlığımda 2019’da yürütmüş olduğu Geçiş Süreci Saha Araştırması verilerine göre, Türkiye’de transların geçiş süreci takibinin yapıldığı (Psikiyatri+Endokrin+Rapor Düzenleme) yaklaşık 15 eğitim araştırma hastanesi var. Bunların dışında, geçiş süreci takibinin yapıldığı hastanelerin bazılarında sadece psikiyatri takibi yapılıyor. Sürecin birden çok alanı ilgilendirmesi ve multidisipliner yaklaşımı gerektirmesi, bazı hastanelerde uzmanların konuya yaklaşımından ötürü pek mümkün olmuyor.

COVID-19 salgını, hayatın pek çok alanında olduğu gibi, transların geçiş sürecini de olumsuz yönde etkiledi.  Hastane randevuları, ses terapisi yada lazer randevuları iptal edilen arkadaşlarımız var. Özellikle hastane süreci, salgın riski ortadan kalkıncaya kadar askıya alınmış durumda.

Terapi Grubu’ndan, Trans İstanbul İnisiyatifine Giden Süreç

2013’den beri bu alanda emek veriyorum, bilgi üretiyorum, paylaşıyorum. Terapi Grubu varlığıyla bana hayat verdi. Beni, hayatımın bir ölüm kalım meselesi olduğu bir dönemden çıkardı, bana güç verdi ve bugünlere geldim. 2013 yılından beridir de ben terapi grubuna elimden geldiğince hayat vermeye devam ediyorum.

trans-terapi-grubu-nasil-var-oldu-2

Ne zamanki yorulup, artık kenara çekilmek istesem, geride bu alanı sahiplenen trans bir örgüt olmadığını farkettiğimde, bırakamadım. Çünkü trans meseleleri, trans örgütlenme olmayan bir yerde ister istemez geri planda kalıyor. Bu alana, bu önemi ancak trans bir örgütlenme verebilirdi ve sahip çıkabilirdi. O nedenle terapi grubu üzerinden transları bu alanda yıllardır örgütlenmeye çalışıyorum. Çünkü bir örgüt haline gelebilirsek, çok daha güzel şeyler yapabileceğimizi, çok daha güçlü olacağımızı biliyorum.

Mayıs 2019’da başlayan İstanbul’daki dernekleşme çalışmalarımız, çok fazla yol kat edemeden sona erdi. Dernekleşme fikrine çoğu arkadaşımız çok yabancıydı ve örgütlü bir geçmişleri de yoktu. İlk denemeden aylar sonra 2019’un son aylarına doğru terapi grubunda çok büyük tartışmalar yaşanmıştı. Terapi Grubu’nun artık yetmediği eleştirileri, başka etkinliklerin de olması gerektiği ve etkinlik önerilerin uçuştuğu bir toplantıydı. Gruptaki bu motivasyonla birlikte, sonrasında 2020’ye dair bir strateji toplantısı için duyuru grubumuzdan bir mail üzerinden çağrıda bulundum. Terapi Grubu’nda ortaya atılan önerileri gelin birlikte hayata geçirelim şeklinde bir çağrıydı. Çağrıya cevap veren 5-6 trans arkadaş Aralık 2019’da buluştuk ve 2020 stratejisi üzerine konuştuk. Toplantıdaki enerji çok güzeldi ve çok verimli bir toplantı sonrasında, terapi grubunda ortaya atılan önerilerin hayata geçirilebilmesi için, bağımsız bir trans oluşuma gidilmesi yönünde oybirliğiyle bir karara varıldı. Yeni yıldan önceki son toplantımızda ismimizden, logomuza ve 2020’ye dair stratejimize dair her şeyi hızlıca tamamladık. Oluşumun örgütlenme çağrısı içeren mini manifestosunu 31 Aralık 2019 itibariyle sosyal medyamızda, yeni yüzümüzle birlikte paylaştık ve örgütlere mail üzerinden duyurduk.

Ocak ayındaki ilk film gösterimi etkinliği henüz gerçekleşmeden, ekipten birkaç arkadaşımız, kişisel hayatlarındaki güncel meselelerden ötürü ayrılmak zorunda kaldı. İlerleyen süreçte geride kalanlar olarak, devam edebilmek için ekibi güçlendirmeye karar verdik. Yeni arkadaşları ekibe dahil ederek, en kısa zamanda bir gönüllü buluşması için kolları sıvadık ve çağrıya çıktık. Gönüllü çağrımıza 13 kişi karşılık verdi ancak biz bu buluşmayı gerçekleştirmeden bu kez de COVID-19 salgınıyla süreç sekteye uğradı. Karantina süreciyle birlikte 31 Mart Uluslararası Trans Görünürlük Günü için planladığımız etkinlik de dahil, her şeyi iptal etmek zorunda kaldık. Dilerim bu karantina sürecinin sona ermesiyle, daha güçlü bir şekilde yolumuza devam edebiliriz.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, yaşam
2024