16/07/2012 | Yazar: Murat Köylü

Avrupa Sosyalist Partisi’nin (PES) gençlik örgütü ECOSY’nin yaz kampı Hırvatistan’ın Savudrija yerleşkesinde devam ediyor.

Avrupa Sosyalist Partisi’nin (PES) gençlik örgütü ECOSY’nin yaz kampı Hırvatistan’ın Savudrija yerleşkesinde devam ediyor.
 
Eşitlik ana başlığı altında barınma, cinsiyet eşitliği ve genç kadınlar, eğitimin metalaşması, göç hareketleri konularının tartışıldığı ilk gün programının diğer konusu Transgender Görünmezliği İle Mücadele üzerindeydi. Avrupa Konseyi ülkelerinden 50’ye yakın sol parti delegesi ile sivil toplum temsilcisinin katıldığı forumun, Türkiye’deki transfobiye karşı mücadele için de esin verici tartışmalara sahne olduğunu düşünüyorum.
İkili Dünya Görüşü ve Cinsiyet
Kaba, katılaşmış ve en önemlisi eşitsizlikten beslenen iktidarlar üreten; sonsuz çeşitlikteki yaşamı “iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, doğa-insan, birey-toplum” benzeri ikiliklere sabitleyen dünya görüşü, cinsel kimlikleri de erkek ve kadın “zıtlaşmasına” hapsediyor.  Biyolojik cinsiyeti tüm cinselliğe genelleyip aslında son derece eksik ve taraflı bir yorum üzerinden kendisini çoğaltan heteronormatif iktidar; sömürü, dışlama, ayrımcılık, cehalet ve önyargıyı beraberinde getiriyor.
 
Devletin örgütlediği hukuki ve yasal formasyonlar, kültür yaratımı ve yaşam alanları, kamu hizmetleri ve mal paylaşımı, özetle çoğul insan varoluşu heteronormativitenin bu dar erkek-kadın kategorizasyonuna hapsedilmiş durumda.
 
Oysa, heteronormatif iktidarın bastırmaya çalıştığı çeşitlilikten canlanmayı sürdüren transgender kimlikler; transseksüel, travesti, gender-queer, cross-dresser, vb. pek çok farklı öznel varoluşu içinde barındırıyorlar.
 
Her coğrafyadan, her kültürden  transgender varoluşlar, bireylerin “kendilik” kavramlarını sosyal tanınma talepleri ile kamusallaşarak hayata katılmaya devam ediyorlar.
Avrupa’da durum nasıl?
Forum, transgender görünmezliğinin üstesinden gelmek üzerine. Bu bağlamda konunun Türkiye ile benzerliğini özellikle trans erkekler açısından kurmak daha kolay olabilir diye düşünüyorum. Ancak biliyoruz ki, Türkiye’deki heteronormatif şiddet ve sorumluluğuna tam ters tutum sergileyen kamu yönetimi nedeniyle Türkiyeli trans kadınlar “görünürlük problemi” yaşayabiliyorlar. Pek çok trans kadın, sosyal dışlanma ve ekonomik şiddet nedeniyle zorunlu olarak ve kayıtsız, güvencesiz biçimlerde seks işçiliği yapmaya ve bunun üzerinden bir görünürlük belirlemeye zorlanıyorlar. Oysa trans bireyler, seks işçiliği dışında da potansiyellerini zenginleştirip kullanabilirler. Öğretmen, grafiker, doktor, cumhurbaşkanı, temizlik görevlisi, işsiz, avare, anne, baba olabilirler.
 
Avrupa’ya dönersek, özellikle batı, orta ve kuzey Avrupa ülkelerinde trans bireylerin görünmezlik sorunları başka bir düzlemden yürüyor. Bu ülkeler cinsiyet kimliği ayrımcılığını ve trans bireylere yönelik şiddeti  hukuki zeminde engelleyici önlemleri –görece olarak- almış durumda. Ancak yine de, devletlerin ve özel sektörün trans bireylerin haklarını güçlendirici yükümlülüklerini yerine getirmek konusunda pasif ve isteksiz tutumlarından sıyrılmaları gerekiyor. Bu gönülsüz tutum, trans bireylerin aileleri veya yakın çevreleri içinde benimsenmelerine olanak sağlıyor ama sosyal, ekonomik, politik yaşama tam katılımları için yetersiz kalıyor. Çoğu trans birey, çevrelerince benimsenebiliyor ama derine işlemiş transfobik kültürden çekinerek büyük kentlere, onların da belirli gettolarına göç etmek durumunda kalıyor.
 
Avrupa medyasının pek çok organı, transgender kimlikleri damgalayıcı veya karikatürize edici söylemlere, sansasyonel , şova dönük ifade biçimlerine indirgemiş durumda.
 
Oysa aynı kamu gibi, medya da transgender bireylerle ilgili önyargıları, basmakalıp anlatıları bozuma uğratıp, bu kimlikleri doğru resmedip güçlendirmeye destek vermek zorunda.
 
Medya ve akademi transgender kimlikleri salt transseksüellik çerçevesine indirgeyip, transseksüelleri de patolojik bir psikoloji ve üreme organları ile ilgili tıbbi bir dönüşüm üzerinden algılamayı bırakmalı. İnsan doğasını algılamaya dair bu eksik ve hatalı yorum, gezegenin her bölgesindeki transgender insanlara yönelik baskıcı ve ayrımcı tutumları meşrulaştırıyor. 
 
LGB’ler ve T’ler ne alemde?
Transgenderlere dair önyargılı tutum eşcinsel ve biseksüel bireyler ve onların örgütlerinde de   olumsuz etkilerini hissettiyor. Mücadeledeki önceliklerin de farklı olması nedeniyle her geçen gün LGB ‘ler ile transgender örgütlenmeler arasındaki makas açılıyor.
 
Avrupa Birliği’nin ve üye ülkelerin mevzuatlarında cinsel yönelime dair çeşitli iyileşmeler gözlemlenirken, transgender bireyleri ifade edecek cinsiyet kimliğinin sıklıkla dışarıda bırakıldığını görüyoruz. Dürüstçe söylemek gerekirse, Avrupa Birliği’nde yasal ve politik açıdan belirli bir güç elde eden eşcinsel hareket, transgenderler için aynı siyasi motivasyona sahip değil.
 
Sosyalist ve sosyal demokrat partiler
Sosyalist ve sosyal demokrat partiler ya da işçi örgütlenmeleri , gündemlerine transgender konularını örneğin kadın hareketini ve feminizmi sahiplendikleri gibi  almıyorlar.  
 
Sosyalist partiler, muhafazakar hasımları ile çekişmeleri düzleminde LGBT haklarını sahiplenmiş görünüyorlar. Ancak, bu partilerin ve üyelerinni de kendilerine ilişkin kapsamlı ve derin bir yüzleşme yaşadıkları konusunda çekinceler var. LGBT’leri daha çok muhafazakar/kapitalist partiler ile giriştikleri iktidar mücadelesinde bir mesnet noktası olarak görüyorlar.
 
Heteronormativite ile içten bir yüzleşme yaşadıklarını söylemek çoğu durumda zor olabiliyor. Heteronormativiteye karşı mücadelede politik ittifaklar tabii ki elzem ve değerli; ancak kültüre içkin homofobi ve transfobiden temizlenmek için, diyalog içinde bir içsel aydınlanma yaşamak şart. Bu bağlamda, transgenderlerin kendilik ve kendiliğindenlik taleplerine, bireyi esas özne olarak gören yeşil ve liberal demokrat partilerin daha sahici bir pozisyondan yaklaştıkları söylenebilir. Yine de yeşil ve liberal partiler de, kimlikleri birer piyasa malzemesi olarak gören ve ekonomik sınıfsal mücadeleleri yoksayan tutumları nedeniyle ayrıca eleştiriliyorlar. 

Etiketler: yaşam, dünyadan
nefret