23/01/2025 | Yazar: Şebin

Trump ve benzeri figürlerin iddiasına göre, "biyolojik gerçeklik" tehdit altında ve hemen kurtarılması gerekiyor. Nasıl mı? Trans kadınlara kadın demeyerek. Sinsilik tam da burada başlıyor: LGBTİ+’ları, özellikle de trans kadınları hedef alan politikalar, kadınları koruma söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Trump’ın ilk gün kararnameleri: Eşitsizlik eşitliktir, saldırmak korumaktır Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Donald Trump, 20 Ocak 2025 günü yemin ederek görevine başladı. Amerikan tarihinde ikinci kez bir yemin töreni, soğuk hava koşulları nedeniyle açık havada değil kapalı bir mekânda gerçekleştirildi. Trump, aynı zamanda Amerikan tarihinde ikinci kez, iki dönem başkanlığını ardışık olmayan şekilde sürdüren başkan olarak kayıtlara geçti. 2017-2021 yılları arasındaki başkanlık döneminde sıklıkla dile getirip çeşitli engellerle karşılaştığı için gerçekleştiremediği vaatlerini, aradan geçen dört yıllık Biden yönetiminin ardından yeniden göreve başladığı bu dönemde gerçekleştirme yolunda ilerliyor.  Bu durum, Trump’ın yeni başkanlık dönemine dair değerlendirmeler açısından dikkat çekici bir boyut taşıyor çünkü arada geçen dört yılda nelerin değiştiğini anlatan bir yanı var. Özellikle önceki dönemde “O zaten öyle biri, konuşur konuşur durur, dikkat çekmeye çalışıyor, medyatik olmayı ve hakkında konuşulmasını seviyor, komplolarla dolu bir dünyada yaşıyor, Amerika’nın kurumları güçlüdür” gibi söylemlerle hafifsenen politikaların bu kez uygulanmaya konulması, hem içeride hem de dışarıda ciddi tepkilere neden oluyor.

Küresel kuzey dışında kalan toplumlar açısından Amerikan müdahaleciliğinin doğal bir sonucu olarak Amerika, her şeyden önce bir tahakküm makinesi. Hal böyle olunca ve Amerika’yı bu bağlamlarda sıkça insandışılaştırılarak tartışınca, zaman zaman burada yaşayan 350 milyon insanın varlığını unutmak mümkün oluyor. Amerika, dünya sahnesinde güçlü, müdahaleci, sömüren, zengin, yüksek refah seviyesine sahip ve dolayısıyla dünyanın bu tarafında sıkça olumsuz algılanan bir süper güç. Ama Amerika, aynı zamanda kira ödemeye çalışan, işsizlikle mücadele eden, ırkçılığa ve LGBTİ+fobiye maruz kalan ve her gün hayat mücadelesi veren, patronlar tarafından sömürülen, sigortasız çalışan, hastalıklarla mücadele edip güvencesi olmadığı için hayatını yitiren milyonlarca insanın da yuvası. Tıpkı bizim gibi, kendi yaşamlarının zorluklarıyla baş etmeye çalışan insanların ülkesi.

Bu seçimle ve dolayısıyla şiddetini artıran yeni siyasi rüzgarla birlikte Amerika’da çok şeyin değiştiği ve değişmeye devam edeceği aşikâr. Trump’ın başkanlığa dönüşü yalnızca Amerika’nın iç siyasetinde değil, küresel dengelerde de yankı uyandırıyor. Ancak bu değişimlerin en fazla etkileyeceği kesimler, her zaman olduğu gibi en kırılgan gruplar olacak. Amerika’daki yoldaşlarımızı, hakları için onlarca yıldır mücadele eden LGBTİ+ topluluklarını, mücadelelerinden ilham aldığımız siyahları, yerlileri, kadınları, kısacası beyaz heteroseksüel erkek olmayan herkesi zorlu bir dönemin beklediği açıkça görülüyor. Bu yalnızca Amerika ile sınırlı değil, dünyayı ve özellikle küresel hak hareketlerini de çok zor günler bekliyor. Hak mücadelesinin en temel kazanımları bile tehdit altında görünüyor ve bu tehdidin boyutları, otoriter politikaların yalnızca bir ülkeyle sınırlı kalmadığını gösteriyor. Bu durumun farkında olmayan kimse yok gibi. Birçok kişi, önümüzdeki sürecin zorluklarının bilincinde ve yaşanacakların ağırlığını az çok hissediyor. Ama… Bu noktaya birazdan değineceğiz.

Amerika hakkında bilgiye erişimimiz çoğunlukla ikincil ve filtrelenmiş kanallardan sağlanıyor. Orayı doğrudan takip etmeyen, merak etmeyen ya da dil bariyerleri nedeniyle birincil kaynaklara ulaşamayan birçok kişi, olayları haber aktarımıyla öğreniyor. Bianet’te görüyor, sabah işe giderken Nevşin anlatıyor falan. Bu da aslında oldukça doğal. Ben zorunda mıyım dünyanın öbür ucunda kim yemin etmiş de sonra ne demiş takip etmeye, önemli ise bana haberi ulaşır zaten. Sadece önemli (görülen) haberlerin ulaştığı, gereksiz detayların elendiği, sanki bilmem gerekeni benim için seçen bir filtre sayesinde bilgiye erişmiş oluyorum.

Sadece muhalif medya değil, Türkiye’deki iktidar medyası doğal olarak Trump’ı yakından takip ediyor, işine gelen yerleri öne çıkarıyor, genellikle kendi siyasi ajandasına hizmet eden bölümlere odaklanıyor, uymayan yerleri görmüyor. Doğal olarak bu aktarımların odak noktası Orta Doğu politikalarına dair söylemler, Erdoğan hakkında bir şey söyleyip söylemediği gibi şeyler… Ha bir de, LGBT! Çok seviyor iktidar medyası bu konuyu. Şaşırtıcı mı? Elbette değil. Başka türlüsünü beklemek hata olurdu.

Trump’ın yemin töreninden sonra atılan manşetlere bakmak bile bu çerçeveyi net bir şekilde gösteriyor. Sabah, yemin törenini “Trump LGBT lobisine savaş açtı! ABD ordusunda değişim kapıda: Hepsi geri alınacak” manşetiyle haberleştirirken, A HaberABD'de Trump'ın 2. dönemi! Yemin sonrası LGBT terörüne net mesaj: İki cinsiyet olacak” diyerek kutlamalar yaptı. Ulusal Kanal, ideolojik çizgisini (neyse o) koruyarak Amerikan başkanının ilk icraatlarına “Trump LGBT lobisine savaş açtı” diye coşkulu bir üslupla destek verdi. Millî Gazete sanıyorum Trump’a hak vermiş ama çok da Trump destekçisi gibi gözükmek istememiş olacak ki “Trump da olsa bazen doğruları söylüyor… Sapkınlar ve sevicileri üzülecek” diye garip bir başlık attı.

Bu bir medya taraması değil, sadece Google’da minik bir arama yaparak birkaç örnekle anlatmak istedim. Ancak bu kısacık aramayla çıkan örnekler bile, LGBTİ+ karşıtlığının yerel haber sitelerinden ulusal medyaya kadar nasıl yankı bulduğunu ve manşetlere nasıl büyük puntolarla taşındığını gösteriyor. İktidar yanlısı kesim adeta LGBTİ+ meseleleriyle yatıp kalkıyor, bu konuda oldukça güncel, kapsamlı ve aynı zamanda saldırgan bir söylem üretiyor. Bu konuyu önemsiyor ve çalışıyorlar. Peki ya “bizim mahalle”?

Yukarıda dediğim gibi, birçok kişi yaşanacakların ağırlığını ve sürecin zorluklarını az çok hissediyor. Ama… İşte şu “ama” kelimesine geri dönecek olursak… Yıl olmuş 2025 ve bizim muhalif medya hâlâ LGBTİ+ haklarını ikincil bir mesele gibi görüyor. Bu durum bana her seferinde çocukken izlediğimiz Tom ve Jerry çizgi filmini hatırlatıyor. Jerry Tom’u sürekli zorbalar, ama Tom kendini savunmaya kalktığında yakalanır, suçlu damgası yerdi. Her seferinde saldırıya uğradığını ispat etmeye çalışır, fakat kimse ona inanmazdı. Bugün Türkiye’deki LGBTİ+’lar olarak “bizim mahallede” bize reva görülen bu. Ne kadar büyük ve organize bir küresel saldırı altında olduğumuzu anlatmaya çalışıyoruz, ama bir türlü anlatamıyoruz. Yanlış anlaşılmasın, aslında “biz anlatamıyoruz” değil, dilimizde tüy bitti. Sadece “bizim mahalle” pek oralı değil, önemsemiyor.

Sanki bu mesele alelade bir konuymuş, sanki Amerikan başkanı topyekûn bir saldırıya girişmemiş gibi davranılıyor. Hatta belki de bazı muhalif çevreler bu söylemleri içten içe haklı da buluyor. “Evet, LGBTİ+ konuları da var tabii” ya da “Translar da şu sıralar gündemde, Trump onları da es geçmedi” gibi laflarla konuyu geçiştiriyorlar. Muhalif kamuoyu, eğer Amerikan siyasetini doğrudan takip edebilecek kaynaklara ve imkânlara sahip değilse bu büyük saldırının boyutlarından iktidar kanadındakiler kadar haberdar olamıyor çünkü muhalif medya bu konuyu görmüyor, aynı seviyede işlemiyor. Öyle ki Amerika’daki LGBTİ+ karşıtı politikaların yankıları Türkiye’de neredeyse sadece iktidar medyasında yankı buluyor. Hal böyle olunca sinirlerim tavan yaptı, iş başa düştü diyerek başladım bu yazıyı yazmaya.

20 Ocak 2025 günü yemin ederek göreve başlayan Trump, ilk gününde tam kırktan fazla Başkanlık Kararnamesi imzaladı. Dakika bir, gol bir; radikal sağ ajandasını vakit kaybetmeden devreye soktu. Bu kararnameler, Trump’ın yeni döneminde hangi alanlarda öncelik vereceğini ve özellikle kimleri hedef alacağını açıkça işaret ediyor. LGBTİ+ haklarından göçmen politikalarına, iklim değişikliğinden kadın haklarına kadar birçok alanda geriye dönüşün sinyalleri, bu ilk kararnamelerin satır aralarına gizlenmiş durumda. Daha ilk günden, Trump’ın başkanlık yetkilerini ne kadar geniş bir şekilde kullanmaya niyetli olduğunu görmek mümkün. Kararnamelerin bazılarının içeriğine aşağıda detaylı olarak değineceğim ancak sadece başlıklarına göz atmak bile önümüzdeki dört yılda neyle karşı karşıya olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor:

  1. Federal İşe Alım Sürecinin Reform Edilmesi ve Devlet Hizmetinde Liyakatin Geri Kazandırılması
  2. Radikal ve İsrafçı Hükümet DEI (Çeşitlilik, Eşitlik, Kapsayıcılık) Programlarının ve Tercihlerinin Sona Erdirilmesi
  3. Kadınları Cinsiyet İdeolojisi Aşırılığından Korumak ve Federal Hükümete Biyolojik Gerçeği Geri Getirmek

Listeye göz atıldığında, seçtiği kelimeler bile siyasi bir manifesto gibi okunabilir. Yukarıda paylaştıklarım, onlarca kararname arasında sadece birkaç örnek, kararnamelerin tamamına Beyaz Saray Resmî Sitesinden erişilebiliyor.

İlk kararnameden başlayalım:

Federal İşe Alım Sürecinin Reform Edilmesi ve Devlet Hizmetinde Liyakatin Geri Kazandırılması

Liyakat. Ne sihirli bir kelime, değil mi? “Layık olma” anlamını taşıyor, adaletli bir işe alım sistemi vaat ediyor gibi görünüyor. Bizde de bu tür ifadeler uzun yıllardır her seçim döneminde vaatlerin arasında yer alıyor, sadakate dayalı sistemlerin yıkılıp liyakate dayalı bir düzen getirilmesi vaatlerini çok da güzel alkışlıyoruz. Ancak bu kelimenin içerdiği sinsiliği bazen göz ardı ediyoruz, bazen ise farkına bile varmıyoruz. Çünkü bizim için “liyakat,” her şeyden önce AKP’li olmayanların da devlette işe alınabileceği bir sistem anlamına geliyor genellikle. E daha ne olsun, liyakat gelsin de gerisini sonra düşünürüz…

Ancak Trump’ın burada bahsettiği “liyakat,” herhangi bir bagajı olmayan, sadece “hak edenin” işe alındığı bir sistem anlamına gelmiyor. Bu tabiri şuradan tanıyabiliriz, mesela gittik bir partinin genel başkanına sorduk: “Neden milletvekillerinin çoğu erkek?” İşte o anda o erkek genel başkandan duyduğumuz, omuzlar kabara kabara söylenen, “Biz cinsiyete bakmıyoruz, hak eden oluyor” cevabı… “Nah hak eden oluyor” dememek için kendimizi tutmamız gerekmeyen o dayanaksız erkek özgüveninin verdiği cevap… “Hak eden, becerisi olan alıyor ve her ne hikmetse çoğu erkek, biz ne yapalım kadınlar beceriksizse” demeye getiren bir liyakat anlayışı…

Bu “liyakat” anlayışı; kadınların, siyahların veya LGBTİ+’ların işe alımlarda karşılaştıkları yapısal engelleri tamamen yok sayarak şekilleniyor. Trump’ın kararnamesi, eşitliği sağlamak amacıyla getirilen düzenlemeleri, tıpkı bizdeki iktidar yanlılarının dilinde olduğu gibi, “eşitlik karşıtı” olarak etiketliyor. Bu kararnamenin hedefi, Amerika’daki Çeşitlilik, Eşitlik ve Kapsayıcılık (DEI) programlarının altını oymak (ki bunun kendine ait müstakil bir kararnamesi de var, birazdan geleceğiz). Siyahların, kadınların ve LGBTİ+’ların karşılaştığı tarihsel ve sistematik eşitsizliklerin giderilmesine yönelik yasaları, sanki ayrımcılığı körükleyen birer uygulamaymış gibi sunuyor.

Neden çoğu mühendis erkek diye sorulunca hiçbir politikadan, ayrımcılıktan bahsetmeden “çünkü erkekler daha yatkın ve becerikli” denilen liyakat. Faraza bir belediye kadın otobüs şoförü alınacağına dair ilana çıktığında “ama hani eşitlik vardı” diye ağlayan liyakat, kadınlara açılan her alanı, sanki şoförlerin tamamı erkek değilmiş gibi zulüm olarak gören liyakat. Tanıdık geldi mi? O yüzden başlığa bakıp aldanmamak gerek. Bu “liyakat” vaadi, yalnızca belirli grupların önüne yeni engeller koymak için kullanılan bir kılıf. Metin açık bir şekilde “ırk ayrımcılığını” yasakladığını, kimsenin ırkına bakılmayacağını söylüyor, işte sinsilik burada yatıyor.

“Amerikan vatandaşları, Anayasamızın teşvik ettiği özgürlük, refah ve demokratik yönetimi gerçekleştirmeye kendini adamış en yüksek nitelikteki memurları barındıran mükemmel ve verimli bir Federal iş gücünü hak etmektedir. Ancak mevcut Federal işe alım uygulamaları bozulmuş, tekdüze ve eskimiştir. Artık liyakat, pratik beceri ve Anayasamıza bağlılık gibi unsurlara odaklanmamaktadır. Federal işe alım süreci, “eşitlik” adı altında yasadışı ırk ayrımcılığına ya da biyolojik cinsiyetin üzerinde “cinsiyet kimliği” gibi uydurulmuş bir konsepte bağlılık gibi kabul edilemez faktörlere dayandırılmamalıdır. Bu tür unsurların işe alım sürecine dahil edilmesi, Halkın iradesini baltalar, kritik hükümet işlevlerini riske atar ve en nitelikli adayları kaybetme tehlikesini doğurur.”

Radikal ve İsrafçı Hükümet DEI (Çeşitlilik, Eşitlik, Kapsayıcılık) Programlarının ve Tercihlerinin Sona Erdirilmesi

Şimdi yukarıda da bahsettiğimiz Çeşitlilik, Eşitlik ve Kapsayıcılık (DEI) üzerine çıkan müstakil kararnameye bakalım. Açık konuşmak gerekirse bu kararnameler hakkında söylenecek çok şey var ama bir yandan da ne desem bilemiyorum. Aslında her şey o kadar net ki kararnamenin başlığı bile başlı başına bir manifesto gibi. Ama yine de mesele sadece Trump’ın söylediklerini tekrar etmek değil, bu dilin ve bu yaklaşımın neyi hedeflediğini anlamak. Çünkü burada yalnızca bir kararnameden değil, çok daha derin bir ideolojik savaşın parçasından bahsediyoruz.

Çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık… Bu kavramlar kimi rahatsız eder? Kim bu kavramlardan huzursuz olur? Cevap: buna ihtiyaç duymayanlar. Ama Trump ve ekibi için bu kavramlar adeta birer tehdit unsuru. Bu kadar güçlü kelimelerle, bu kadar açık bir şekilde saldırmaları da aslında çok şey anlatıyor. “Radikal” diyorlar, “israfçı” diyorlar. Ama aslında hedef aldıkları şey çok basit: tarih boyunca zaten dezavantajlı bırakılmış grupların biraz olsun eşitlik talep etmesi. İşte bu talep, onların gözünde tehlike.

Bu kararname, Biden dönemindeki DEI politikalarını tamamen iptal etmeyi amaçlıyor. Hatta “iptal etmek” bile hafif kalır, Trump resmen bu politikaların izini dahi silmeye ve her şeyi tersine döndürmeye niyetlenmiş. Ve bu sadece bir başlangıç. Kararnamenin dili, bugüne kadar gördüğümüz en saldırgan ve küçümseyici ifadelerle dolu. Bu kararnameyi, Trump yönetiminin sadece Amerika’ya özgü bir gündemi olarak okumak büyük bir hata olur çünkü burada olan biten, aslında dünyadaki tüm hak hareketlerine karşı verilen bir mesaj. Bu mesajın satır aralarını okumazsak, sadece Amerika değil, hepimiz kaybedeceğiz.

Metne biraz yakından bakalım:

“Biden Yönetimi, “çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık” (DEI) adı altında yasadışı ve ahlak dışı ayrımcılık programlarını, havayolu güvenliğinden orduya kadar Federal Hükümetin neredeyse tüm yönlerine zorla yerleştirdi. Bu, Başkan Biden’ın göreve geldiği ilk gün 13985 sayılı “Federal Hükümet Aracılığıyla Irksal Eşitliğin Geliştirilmesi ve Yetersiz Hizmet Alan Topluluklara Destek” başlıklı Başkanlık Kararnamesini'ni yayınlamasından itibaren ortaya konan kararlı bir çabaydı.

13985 sayılı Başkanlık Kararnamesi ve takip eden emirler uyarınca, neredeyse her Federal kurum ve kuruluş, DEI'lerin Federal Hükümete sızmasını nasıl icra ettiklerini detaylandırmak için “Eşitlik Eylem Planları” hazırladı. Bu planların kamuoyuna açıklanması, muazzam bir kamu israfını ve utanç verici bir ayrımcılığı ortaya koymuştur. Bu durum bugün sona eriyor. Amerikalılar, her bireye eşit haysiyet ve saygıyla hizmet etmeye ve vergi mükelleflerinin değerli kaynaklarını sadece Amerika’yı büyük yapmak için harcamaya kararlı bir hükümeti hak ediyor.

...

(i) yasaların izin verdiği azami ölçüde, tüm DEI, DEIA ve “çevresel adalet” ofislerini ve pozisyonlarını (“Çeşitlilik Baş Sorumlusu” pozisyonları dahil ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere); tüm “eşitlik eylem planlarını”, “eşitlik” eylemlerini, girişimlerini veya programlarını, “eşitlikle ilgili” hibeleri veya sözleşmeleri; ve çalışanlar, yükleniciler veya hibe alanlar için tüm DEI veya DEIA performans gerekliliklerini feshetmek.”

Kadınları Toplumsal Cinsiyet İdeolojisi Aşırılığından Korumak ve Federal Hükümete Biyolojik Gerçeği Geri Getirmek

Eğer bir siyasetçinin ağzından “biyoloji” kelimesi çıkıyorsa o ortamdan hemen uzaklaşmanızı öneririm çünkü büyük ihtimalle birkaç cümle içinde ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi ya da transfobi duyacaksınız. Sağın nefret politikalarının klasik taktiklerinden biri, bilimi kendi argümanlarına kalkan yaparak toplumsal eşitsizlikleri doğallaştırmaya çalışmaktır. Ama şunu unutmamakta fayda var: Bilim politiktir. Çok değil, bundan yetmiş seksen yıl önce aynı bilim, kafatası ölçümleriyle insanları kategorize ediyor, bunu bilimsel bir gerçeklik olarak sunuyordu ve insanlığa karşı büyük suçlarını bu kalkan ile meşrulaştırmaya çalışıyordu. Trump’ın kadınları “biyolojik gerçeklik” üzerinden koruma iddiası da tam olarak bu zihniyetin bir yansıması. Trump ve benzeri figürlerin iddiasına göre, "biyolojik gerçeklik" tehdit altında ve hemen kurtarılması gerekiyor. Nasıl mı? Trans kadınlara kadın demeyerek.

“Korumak” kelimesi başlı başına hiyerarşik bir ifade ama hadi diyelim erkekler değil de devlet koruyacak, olması gerektiği gibi. Evet, devletler büyük yapılar ve kadınlar gerçekten de topyekûn bir saldırı altında, dolayısıyla bu görevini yerine getirirse hiç de fena olmaz. Kadınları korumak mı istiyorsunuz? Buyurun, eşit işe eşit ücret sağlayın, sosyal hakları genişletin, toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırın. Kadınları korumak adı altında sadece fobiklerin zihninde var olan korku senaryolarıyla kadınlara düşmanlık üretmeyin. Eğer erkek bir politikacı “kadınları koruyacağım” diyorsa ve bu söylemi erkekler büyük bir coşkuyla alkışlıyorsa, orada ciddi bir kafa karışıklığı var demektir.

Sinsilik tam da burada başlıyor: LGBTİ+’ları, özellikle de trans kadınları hedef alan politikalar, kadınları koruma söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu, yukarıda bahsi geçen “eşitliği sağlıyorum” diyerek eşitliği sağlayan politikaları yürürlükten kaldırma örneğinde gördüğümüz taktiğin birebir aynısı. Klişe olacak ama, George Orwell, not et kardeşim bunları, kullanırsın: eşitsizlik eşitliktir, saldırmak korumaktır.

Bakalım bakalım nasıl koruyorlarmış kadınları:

​​Bölüm 1. Amaç. Ülke genelinde, cinsiyetin biyolojik gerçekliğini inkâr eden ideologlar, erkeklerin kendilerini kadın olarak tanımlamalarına ve kadınların aile içi istismar sığınaklarından kadınların işyeri duşlarına kadar kadınlar için tasarlanmış mahrem tek cinsiyetli alanlara ve faaliyetlere erişmelerine izin vermek için yasal ve diğer sosyal olarak zorlayıcı araçları giderek daha fazla kullanmaktadır. Bu yanlıştır. Cinsiyetin biyolojik gerçekliğini ortadan kaldırma çabaları, kadınları haysiyetlerinden, güvenliklerinden ve refahlarından mahrum bırakarak onlara temelden saldırmaktadır. Dilde ve politikada cinsiyetin silinmesi sadece kadınlar üzerinde değil, tüm Amerikan sisteminin geçerliliği üzerinde aşındırıcı bir etkiye sahiptir. Federal politikanın gerçeğe dayandırılması bilimsel araştırma, kamu güvenliği, moral ve hükümete duyulan güven açısından kritik öneme sahiptir.

Bu sağlıksız yol, biyolojik ve bilimsel terimlerin olağan ve uzun süreli kullanımına ve anlaşılmasına karşı devam eden kasıtlı bir saldırı ile döşenmekte, cinsiyetin değişmez biyolojik gerçekliğinin yerine biyolojik gerçeklerden bağımsız, içsel, akışkan ve öznel bir benlik duygusu yerleştirilmektedir. Gerçek ve biyolojik “kadın” kategorisinin geçersiz kılınması, cinsiyete dayalı fırsatları korumak üzere tasarlanan kanun ve politikaları uygunsuz bir şekilde bunların altını oyan kanun ve politikalara dönüştürmekte, uzun süredir devam eden, kadim yasal hak ve değerleri kimlik temelli, belirsiz bir sosyal kavramla değiştirmektedir.

Bu doğrultuda, Yönetimim kadınların biyolojik olarak kadın ve erkeklerin biyolojik olarak erkek olduğunu kabul eden açık ve doğru bir dil ve politikalar kullanarak kadın haklarını savunacak ve vicdan özgürlüğünü koruyacaktır.

Bölüm 2. Politika ve Tanımlar. Amerika Birleşik Devletleri'nin politikası, erkek ve kadın olmak üzere iki cinsiyeti tanımaktır. Bu cinsiyetler değiştirilebilir değildir ve temel ve tartışılmaz gerçekliğe dayanmaktadır. Benim yönetimim altında, Yürütme Organı bu gerçekliği desteklemek için cinsiyeti koruyan tüm yasaları uygulayacaktır ve aşağıdaki tanımlar Yürütmenin Federal yasa ve yönetim politikasının tüm yorum ve uygulamalarını yönetecektir:

(a) “Cinsiyet” bir bireyin erkek ya da kadın olarak değişmez biyolojik sınıflandırmasını ifade eder. “Cinsiyet”, ‘toplumsal cinsiyet kimliği’ ile eş anlamlı değildir ve bu kavramı içermez.

(b) “Kadınlar” veya “kadın” ve “kızlar” veya “kız” sırasıyla yetişkin ve çocuk insan dişileri anlamına gelecektir.

(c) “Erkekler” veya “erkek” ve “oğlanlar” veya “oğlan” sırasıyla yetişkin ve çocuk erkekleri ifade eder.

(d) “Dişi”, büyük üreme hücresini üreten cinsiyete ait olan kişi anlamına gelir.

(e) “Erkek”, küçük üreme hücresini üreten cinsiyete ait olan kişi anlamına gelir.

(f) “Toplumsal cinsiyet ideolojisi” biyolojik cinsiyet kategorisinin yerine sürekli değişen, erkeklerin kendilerini kadın olarak tanımlayabilecekleri ve böylece kadın olabilecekleri ya da tam tersi yanlış iddiaya izin veren ve toplumun tüm kurumlarının bu yanlış iddiayı doğru olarak kabul etmesini gerektiren, kendi kendine değerlendirilen bir cinsiyet kimliği kavramını koyar. Toplumsal cinsiyet ideolojisi, kişinin cinsiyetinden bağımsız geniş bir cinsiyet yelpazesi olduğu fikrini içerir. Toplumsal cinsiyet ideolojisi, cinsiyeti tanımlanabilir veya faydalı bir kategori olmaktan çıkarması, ancak yine de bir kişinin yanlış cinsiyete sahip bir bedende doğmasının mümkün olduğunu savunması bakımından içsel olarak tutarsızdır.

(g) “Cinsiyet kimliği” biyolojik gerçeklikten ve cinsiyetten kopuk, sonsuz bir süreklilik içinde var olan, tanımlama için anlamlı bir temel sağlamayan ve cinsiyetin yerine geçemeyecek, tamamen içsel ve öznel bir benlik duygusunu yansıtır.

Bölüm 3. Kadınların Biyolojik Olarak Erkeklerden Farklı Olduğunun Kabul Edilmesi.

(a) Sağlık ve İnsani Hizmetler Bakanı, bu emrin yayınlandığı tarihten itibaren 30 gün içinde ABD Hükümetine, dış ortaklara ve kamuoyuna bu emirde belirtilen cinsiyete dayalı tanımları genişleten açık bir rehber sağlayacaktır.

(b) Her kurum ve tüm Federal çalışanlar, biyolojik olarak farklı cinsiyetler olarak erkekleri ve kadınları korumak için cinsiyete dayalı hakları, korumaları, fırsatları ve kolaylıkları düzenleyen yasaları uygulayacaktır. Bu nedenle her bir kurum “cinsiyet”, “erkek”, “dişi”, “erkekler”, “kadınlar”, “oğlan çocuklar” ve “kız çocuklar” terimlerine tüzük, yönetmelik veya kılavuzları yorumlarken veya uygularken ve diğer tüm resmi kurum işleri, belgeleri ve iletişimlerinde bu emrin 2. bölümünde belirtilen anlamları vermelidir.

(c) Cinsiyete dayalı ayrımları yönetirken veya uygularken, her kurum ve kurumları adına resmi sıfatla hareket eden tüm Federal çalışanlar, geçerli tüm Federal politika ve belgelerde “cinsiyet kimliği” terimini değil “cinsiyet” terimini kullanacaktır.

(d) Dışişleri ve İç Güvenlik Bakanları ve Personel Yönetimi Ofisi Direktörü, pasaportlar, vizeler ve Global Entry kartları da dahil olmak üzere devlet tarafından verilen kimlik belgelerinin, bu emrin 2. bölümünde tanımlandığı şekilde sahibinin cinsiyetini doğru bir şekilde yansıtmasını gerektirecek değişiklikleri uygulayacaktır ve Personel Yönetimi Ofisi Direktörü, geçerli personel kayıtlarının Federal çalışanların cinsiyetini bu emrin 2. bölümünde tanımlandığı biçimde doğru şekilde rapor etmesini sağlayacaktır.

(e) Ajanslar, toplumsal cinsiyet ideolojisini teşvik eden veya başka bir şekilde telkin eden tüm ifadeleri, politikaları, düzenlemeleri, formları, iletişimleri veya diğer iç ve dış mesajları kaldıracak ve bu tür ifadeleri, politikaları, düzenlemeleri, formları, iletişimleri veya diğer mesajları yayınlamayı durduracaktır. Bir bireyin cinsiyetini soran kurum formları erkek veya kadın olarak listelenmeli ve cinsiyet kimliği sorulmamalıdır. Ajanslar, toplumsal cinsiyet ideolojisinin Federal finansmanına son vermek için yasaların izin verdiği ölçüde gerekli tüm adımları atacaktır.

(c) Başsavcı, Cezaevleri Bürosunun tıbbi bakımla ilgili politikalarını bu emirle tutarlı olacak şekilde revize etmesini ve bir mahkûmun dış görünüşünü karşı cinse uygun hale getirmek amacıyla herhangi bir tıbbi prosedür, tedavi veya ilaç için Federal fonların harcanmamasını sağlayacaktır.

(c) Her bir ajans başkanı, bu emrin gereklilikleriyle veya Başsavcının bu emir uyarınca yayınladığı rehberle tutarsız olan tüm rehberlik belgelerini derhal iptal edecek veya bu belgelerin bu şekilde tutarsız olan kısımlarını iptal edecektir. Bu tür belgeler aşağıdakileri içerir, ancak bunlarla sınırlı değildir:

Ve işte sonrasında iptal edilen yayınlar, rehberler ve politika belgeleri sayılıyor.

Bu metin aslında tam çeviriyi hak eden bir metin ancak benim de bilmediğim çok fazla mahkeme kararı ve yasaya işaret ediyordu.

Ben yalnızca üç kararnameye detaylı olarak değindim, ancak bu kararnamelerden geri kalanların isimleri bile, yönetimin hangi alanlara öncelik verdiğini ve ne tür bir ideolojik çerçeve çizdiğini anlamak için yeterli. Örneğin:

●      Eyaletlerin İşgal Karşısında Korunmasını Garanti Etme (göçmen karşıtı, sınır, güvenlik politikaları)

●      Amerikan Büyüklüğünü Onurlandıran İsimlerin Yeniden İadesi (köle sahibi eski güneyli komutanların isimlerini meydanlara geri vermenin yolunu açıyor)

●      Alaska’nın Olağanüstü Kaynak Potansiyelinin Açığa Çıkarılması (Alaska’nın içine edecekler)

●      Amerikan Halkını İşgale Karşı Koruma (yine göçmenlik konuları)

●      ABD Dış Yardımlarının Yeniden Değerlendirilmesi ve Yeniden Şekillendirilmesi (insan hakları temalı projelere desteklerin kesilmesi)

●      Ölüm Cezasının Geri Getirilmesi ve Kamu Güvenliğinin Korunması (adı üzerinde)

●      Balık Yerine İnsan: Güney Kaliforniya’ya Su Sağlamak için Radikal Çevreciliğin Önlenmesi (doğanın ağzına edecekler)

●      Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney Sınırında Ulusal Acil Durum İlan Edilmesi (göçmen, sınıra duvar, güvenlik politikaları)

●      Amerika Birleşik Devletleri’nin Dünya Sağlık Örgütü’nden Çekilmesi (komplo teorileri, aşı karşıtlığı, bilim karşıtlığı)

●      6 Ocak 2021’de ABD Kongre Binası Yakınlarında Gerçekleşen Olaylarla İlgili Bazı Suçlar için Af ve Cezaların Hafifletilmesi (hukuk devleti, Amerika’nın güçlü kurumları)

İşte böyle; bu kararnameler, Başkan Trump’ın ikinci döneminin daha ilk gününde nasıl bir yol haritası çizeceğini açıkça ortaya koyuyor. Ancak bu adımların zamanlaması da dikkat çekici. LGBTİ+ hareketi 2017-2021 arasında da güçlü bir şekilde vardı, o dönemde de hak savunucuları direnişin ön saflarındaydı, o dönemde de Trump başkandı. Peki, neden şimdi? Trump neden ikinci dönemine bu kadar hızlı ve doğrudan bir saldırı ajandasıyla başladı?

Bu sorunun cevabını birkaç farklı noktada aramak mümkün. Ancak, bu saldırının altında yatan nedenlerin, bizim “muhalif mahallenin” bu konuyu görmezden gelmesinin nedenleriyle fazlasıyla örtüştüğünü düşünüyorum.

Dünyadaki hak hareketlerini çok zorlu bir dönemin beklediği aşikâr. Trump’ın politikaları, yalnızca Amerika Birleşik Devletleri sınırları içinde değil, küresel ölçekte bir dalga etkisi yaratacak. Beyaz, heteroseksüel ve Amerikan/Avrupalı olmayan herkesi hedef alan bu ideolojik duruş, zaten hakları saldırı altında olan toplulukların üzerindeki baskıyı daha da artıracak. LGBTİ+’ların özel olarak hedef tahtasına konduğunu kestirmek güç değil. Olmamalı.

Bizi zorlu bir dört yıl bekliyor. Ya da belki daha doğru bir ifadeyle, bizi mücadele dolu bir dört yıl bekliyor. Bu dönemde dayanışmanın ve direnişin önemini yeniden hatırlayacak ve hatırlatacağız.

Hakkımızda hayırlısı…

*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, kadın, medya, yaşam, çalışma hayatı, aile, siyaset, dünyadan, araştırma, inceleme, yorum
2024