04/11/2010 | Yazar: Bulut Öncü

Yıllardır çeşitli “sebep”lerle ayrımcılığa uğrayan gruplar, değişen ve gelişen Türkiye’de demokratik taleplerini dile getirmeye devam ediyor.

Yıllardır çeşitli “sebep”lerle ayrımcılığa uğrayan gruplar, değişen ve gelişen Türkiye’de demokratik taleplerini dile getirmeye devam ediyor.

Kendimi bildim bileli tartışılan fakat bir türlü çözüme kavuşturul(a)mayan türban meselesi özellikle referandumdan sonraki süreçte yeniden gündemimize girdi.

Ama bu kez durum biraz daha farklı gibi duruyor. Siyaset meydanında biraz dolaştığımız zaman istenildiğinde bu sorunun bir an önce çözülebileceğini anlayabilmek çok da zor değil. İşin belki de tek zor yanı doğru yerde olabilmekte. Türkiye bu konuda gerçekten çok önemli bir yol ayrımında:
 
Ya daha önce yapıldığı gibi türbanın üniversitelere girmesi engellenerek, gündemi önümüzdeki yıllarda da işgal etmesine müsaade edilecek,
 
Ya da bireysel özgürlükler ve kolektif sorumluluk göz önüne alınarak türbana özgürlük gelecek.
 
Rotasını AB’ye çevirmiş, insan haklarını esas almaya çalışan ve demokratikleşme yolunda mücadele eden Türkiye için kuşkusuz ikinci yol anlamlıdır.

Türban (ya da başörtüsü) sorunu yıllarca tartışıldı. Türkiye enerjisini sürekli olarak bu konuya ayırdı. Peki, üniversitenin kapısında kadınların başındaki örtü çıkarıldığı zaman düşünceleri de değiştirilebildi mi? Buna gerek var mıydı?

Artık, ancak bu sorun çözüldüğü zaman enerjimizi toplum olarak önemli konulara yöneltebileceğimizi, dikkatimizi “diğer” konulara verebileceğimizi anlayabiliyoruz.

Bu bağlamda çözüm; ilk ve orta öğretim okulları hariç, tüm alanlarda – kamusal alan da dâhil- türbanın serbest olması yolunda çalışmalara başlamak olmalı. Üstelik bu sorunun çözümü için anayasa değişikliğine de ihtiyaç yok. Yönetmeliklerde yapılacak birtakım düzenlemeler çözüm için yeterli olacaktır. Fakat olası bir ayrımcılık durumunda bunun yaptırımının ne olacağının açıkça düzenlenmesi de isabetli olacaktır.
 
Laf buraya gelmişken, kamu kurum ve kuruluşlarında türbana özgürlük konusunun da hararetle tartışılan konulardan biri olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Sonuçta insanlar “özgür ve demokratik” üniversitelere giriyor. Yıllarca emek verdikten ve para harcadıktan sonra da mesleği öğrendikleri, yetkin oldukları söylenerek mezun ediliyorlar. Fakat daha sonra türbanlı oldukları gerekçesiyle kamu kurum ve kuruluşlarında türbanla görev alamıyorlar. Bunun nasıl bir mantıklı açıklaması olabilir ki? Bu ülkede neden türbanlı hâkimler, doktorlar, mühendisler olmasın? Türbanın özgür olmasını desteklemek ile toplumda kurulmak istenilen din baskısına karşı çalışmanın farklı olduğunu anlayabilmemiz için on yıl daha mı bekleyeceğiz? Bence hiç gerek yok. Bu ayıbın giderilmesi için üniversitelerde türbana özgürlük ile kamusal alanda türbana özgürlüğün birbirinin tamamlayıcısı olduğunu sürekli hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.

Deneyimleyerek gördük ki, türban aynı zamanda birçok kadın için sosyal hayata karışabilmenin bir yolu. Üniversitede türbana izin verilmezken, aynı zamanda birçok genç kadın eve hapsedilmiş oluyor. Bu kadınlar devlet eliyle toplumsal cinsiyete kurban veriliyor.

İşaret parmağımızın karşımızdakini gösterirken kalan üç parmağımızın da kendimizi gösterdiğini unutmadan, insanların neyi, nasıl giyeceklerini tartışmak utancından bir an önce kurtulmalıyız. “Farklılıklarımız zenginliklerimizdir” ilkesi çerçevesinde, kimliklerimiz üzerinden özgürleşmeli ve örgütlenmeliyiz. Kısacası eski gey ikonu Hande Yener’in dediği gibi, ne olursak olmalı BİZ olmalıyız.
 

Etiketler: yaşam, din/inanç
nefret