05/10/2010 | Yazar: KAOS GL

80 yaşına merdiven dayamış annemin, adalet duygusunu zedeleyenler için sarf ettiği bir söz var: “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz.” Bu, toplumu düzenleyen kurallar

80 yaşına merdiven dayamış annemin, adalet duygusunu zedeleyenler için sarf ettiği bir söz var: “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz.” Bu, toplumu düzenleyen kurallar bütününe dair pek farkında olmadan yapılan bir saptama. Yurttaşların toplum içinde birarada yaşayabilmesini sağlayan ve zaman içinde dönüşen, her siyasal sistemde farklılaşan temel ilkeler ve bireyleri frenleyen, hukuk, din, ahlak/görgü gibi kural öbekleri var. Hukuk kurallarını diğerlerinden ayıran, arkasında kamu gücü oluşu. Gündemdeki türban yasağını, toplumu organize eden bu kurallara bakarak anlamaya çalışalım.

Öncelikle: Türkiye’de bir konu, bırakın basını, akademide dahi tartışılırken ne yazık ki genel eğilim, her şeye baştan başlamak ve tartışılan insanın tüm bilgiden/kanıdan yoksun olduğunu varsaymaktır. Örneğin “üniversiteye türbanla girilebilmeli” derseniz, size ilk söylenenler “ama o bir siyasal simge” (ki son derece doğaldır) ya da “başları kapatılırken onlara soruluyor mu?” olur. Hal böyleyken, gereksiz/sıkıcı bir hatırlatmayla başlamak gerekiyor: Türban, pek çok siyasal/toplumsal çatışmanın gözönünde bulundurulması gereken bir konu ve bu yazı açısından temel soru, “üniversitelere türbanla girilip girilemeyeceği.”

Kurallardan ilkiyle, dinle başlayalım. Laik hukuk sisteminde yaşadığımız için, bir yasağın dini anlamı bizi ilgilendirmez. Sistem, konuyu kişi ile Allah arasındaki vicdani ilişki alanına bırakıyor. Dolayısıyla hukuk düzenimizin “Allah’tan korkmaz” saptamasına dair söyleyecek bir şeyi yok.

Hukuk nasıl yaklaşıyor?
Üniversitelerde türbanı yasaklayan bir anayasa ya da yasa hükmü yok. O halde nasıl yasaklanabiliyor? Üniversitelerin aldığı kararlarla. Üniversiteler yasak kararını nasıl alabiliyor? Çünkü idare ve yargı (bkz. Danıştay kararları) belli bir tarihten sonra kendisini, zamanında verilmiş iki Anayasa Mahkemesi kararı ile bağlı saydı. Mahkeme, 1989’da YÖK Yasası’nda yapılan bir değişikliği (“Yükseköğretim kurumlarında... dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması serbesttir”) laiklik ilkesine aykırı buldu. Laik sistemde, her ne kadar toplumun paydalarından birini oluştursa da hukuk kuralları referansını dinden alamaz. Söz konusu kural dini referans aldığı için, iptal kararı doğruydu. Ardından yasa bir kez daha değiştirildi: “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.” Dava açıldı ve Mahkeme, malumu ilam niteliğindeki bu ifadeyi doğal olarak iptal etmeyerek, anayasa hukukunda yorumlu ret olarak adlandırılan, tartışmalı bir karar verdi. Dedi ki: Ret kararım, ancak bir önceki karar (1989) gözönünde bulundurulup bu kurumlarda çağdaş görünüme ters düşen dinsel nitelikli kıyafetin serbest olamayacağı şeklinde anlaşılırsa anlamlı olur. Yani Mahkeme, “İptal etmiyorum, ancak sakın türbanın serbest bırakıldığı anlamını da çıkarmayın” demiş oldu. Ardından yargı/idare kendisini bu yorumla bağlı saydı. Üstelik yorumun bağlayıcılığı çok tartışmalıyken. Tabii memnun olanlar kulaklarının üzerine yattı. Aynen, yıllar sonra AİHM tarafından verilecek “Şahin kararı” ardından yaptıkları gibi. Bu kararda AİHM, idari kararla temel hak sınırlaması üzerine başarısız bir yorum yaparak, devletlerin kırmızı çizgileri söz konusu olduğunda, yurttaşın değil devletin yanında görünme eğilimini sürdürdü. Karar sonrasında, “siyasal/toplumsal sorunların mahkeme kararıyla çözülemeyeceğini” kendilerinden öğrendiğimiz kimi hocalarımız “sorun çözüldü!” değerlendirmesini yaparken, bize de “iyi yaşlanmak güç iş” demek düştü. 2008’de AKP’nin türbanı serbest bırakmak için yaptığı anayasa değişiklikleri de yine tartışmalı bir kararla iptal edildi. Karar tartışmalıydı ama değiştirilen iki maddenin türbanı serbest bırakıp bırakmadığı da çok belirsizdi. Çünkü öte yanda, Mahkeme’nin yukarıda söz edilen iki kararı duruyordu. Mahkeme söz konusu kararları hiçbir yasal yasak yokken vermişti. Üstelik çoğu uzman maddelerin iptal edileceğini de “tahmin ediyordu”. Ama bu gerçekler, “hiç olmazsa biraz gerginlik olur, fena mı?” tavrına alıştığımız AKP yönetimine pek bir şey ifade etmemiş olmalı.

Yasak değil ki serbest kalsın
Gelelim diğer kural öbeğine. Yani yaptırımı “kuldan utanmak” olan ahlak/görgü kurallarına, herkesi ilgilendiren “ayıp” meselesine. Tabii bu da kişiden kişiye değişir. Ancak genç bir insanın, özel güvenlik şirketleri zengin olsun diye konulmuş turnikeli kapılarda durdurulup peruk takışını izlemek ve sonra bu öğrenci karşısında, her şey çok doğalmış gibi ders anlatmak riyakârlık değil mi? Bir insanın başının “zorla kapatılmasıyla zorla açılması” arasında ne fark var? Neden birine haklı olarak karşı çıkanlar, diğerini onaylıyor?
Ezcümle: Üniversitelerde türbanı yasaklayan bir düzenleme yok. Yargı kararları da tartışmalı. Haliyle, aklı başında bir tutumla türbanı yasaklamayan üniversiteler de var şu anda. Özendiğimiz ülkelerin üniversitelerinde de böyle bir yasak yok. Bu durumda çözümü, ne yazık ki son derece saçma görünen şu sorunun yanıtında arıyoruz: Yasak olmayan bir giysi nasıl serbest bırakılır?

Yukarıdaki ilkelerin tümünü gözönünde bulundurarak yanıtlamaya çalışırsak: 1. Anayasa değişikliği yapılır ve düzenleme iptal davası ile Anayasa Mahkemesine götürülürse, 2008’deki gibi iptal edilme olasılığı var. 2. Yasal düzenleme yapılır ve birileri (idare ya da yurttaş) yargıya giderse, konu bu kez itiraz yolu ile (davaya bakan mahkeme tarafından) Anayasa Mahkemesi önüne getirilip yasanın aynen 1989’da olduğu gibi iptali söz konusu olabilir. 3. Eğer hiçbir şey yapılmaz (ki en anlamlısı bu) ve “buyurun girin” denirse, birileri dava konusu haline getirip meseleyi yeniden Danıştay’a taşıyabilir. İlk akla gelen olasılıklar bunlar. İşte bu nedenle bazı insanlar ısrarla, “yakıcı siyasal/toplumsal sorunlar mevzuatla çözülmez, bunlar farklı düzeylerin konularıdır!” diyor. Çözüm, toplumu oluşturan bireylerin (ve tabii siyasal partilerin), bu tuhaf yasağın “ayıp” olduğunu düşünmeye başlamasında. Ayıp bulunacak ki kimse türbanı şu ya da bu yolla dava konusu yapmayı aklına dahi getirmesin. Böyle bir toplumsal atmosferin yaratılması için de, “kurullarımıza inceletiyoruz” ile “yollarına gül dökerim” ifadelerinden daha kararlı ve ciddi bir tutumun takınılması, partilerin birbirlerinden daha fazla toplumu ikna edebilmesi gerekiyor.

Ben Mülkiye’de yurttaş hakları anlatır, eşitlik ve özgürlüğün değerinden söz ederken derse perukla giren gençlerden utanıyorum ve utanabiliyor olmak iyidir. 
Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam