03/02/2025 | Yazar: Kerem Dikmen
Kadın ve LGBTİ+ hak savunucuları da yargısal ve idari baskılardan en fazla etkilenen gruplar arasında yer alıyor. Bu alanda faaliyet gösteren hak savunucusu kurumların çalışma alanları kısıtlanıyor; bu kurumlara yönelik denetimler adeta cezalandırma aracına dönüşüyor.

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı, OHAL’in kalıcılaştığı 2019 koşullarında, insan hakları savunucularının örgütlü dayanışması için kuruldu. Amacı ve kapsamı bakımından bir ilk olma özelliğini taşıyan İHSDA bugün otuzu aşkın üyesiyle Türkiye insan hakları hareketinin, insan hakları savunucularının savunulması bağlamında çatısını oluşturuyor.
İnsan hakları kavramı modern dünyada akıllara bölgesel ve uluslararası mekanizmaları getiriyor. Uluslararası mekanizma deyince bugün ilk akla gelen en ilgisizinden en ilgilisine herkesin adını duyduğunu tahmin edebileceğimiz Birleşmiş Milletler (BM). BM zemininde uluslararası andlaşmalara imza koyan devletlerin, bu sözleşmelerdeki yükümlülüklerini ihlal edip etmedikleri, çeşitli mekanizmalar kullanılarak denetleniyor. Türkiye 2024 Ekim’inde Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi bağlamındaki yükümlülükleri açısından gözden geçirmesini tamamladı. Temmuz’da ise kısa adı İşkenceye Karşı Sözleşme olan andlaşma bağlamında aynı gözden geçirme sürecine girmişti. Bu gözden geçirmeler, BM nezdinde kurulmuş Komitelerin devletlerle diyaloga girmesi şeklinde gerçekleşirken, şimdi önümüzde, ülkelerdeki insan hakları ihlalleriyle ilgili devletlerin devletlere tavsiyeler vereceği, adına Evren Periyodik İzleme adı verilen bir gözden geçirme süreci var.
Bu süreçte de devletler, belirli bir veri tabanı üzerinden, üye devletlerdeki insan hakları gelişmeleriyle ilgili BM’ye sunulmuş raporları da değerlendirerek birbirlerine tavsiyeler verecek. Bu raporlardan biri de İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı tarafından sunuldu. Ağ sunmuş olduğu bu raporla, Türkiye’de insan hakları savunuculuğunun 2019 Eylül’ünden 2024 Ekim’ine kadar olan süreçteki durumunun temsili bir fotoğrafını ortaya koydu. Bu fotoğraf Türkiye Cumhuriyeti devletinin, yalnızca toplumun sahip olduğu hakları ihlal etmekle kalmayıp bu hakların savunulması misyonunu üstlenen insan hakları savunucularının haklarını da ihlal ettiğini gösteriyor bizlere.
Rapor, insan hakları savunucularının karşı karşıya olduğu sistematik baskıları gün yüzüne çıkardı
11 Ekim 2024 tarihli İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı’nın raporu, Türkiye’de insan hakları savunucularının karşı karşıya olduğu sistematik baskı ve engelleri gün yüzüne çıkardı. Raporda, hem yasal hem de idari mekanizmalar aracılığıyla uygulanan baskıların insan hakları savunucularının faaliyetlerini nasıl sekteye uğrattığı ayrıntılarıyla ortaya konuyor.
İnsan hakları savunucuları, başta Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu olmak üzere, mevcut hukuk sisteminin muğlak ve keyfi yorumlara olanak tanıyan maddeleri ile hedef alınıyor. Soruşturmalar, dava süreçleri ve hapis cezaları ile insan hakları savunucularının faaliyetleri kriminalize edilerek caydırıcı etkiler yaratılıyor. Bu durum, sadece yerel hukuk sisteminde değil, uluslararası mekanizmalarda da eleştirilere neden oluyor. Avrupa Konseyi[1] ve BM yetkilileri[2], Türkiyeli yetkililere bu uygulamaları sona erdirmeleri yönünde defalarca çağrıda bulundu.
Raporda, idari mekanizmalar aracılığı ile uygulanan baskılar kategorisinde Dernekler Kanunu ve Yardım Toplama Kanunu’nda yapılan değişiklikler özellikle dikkat çekiyor. Finansal Eylem Görev Gücü’nün (FATF) tavsiyeleri gerekçe gösterilerek yapılan bu değişiklikler, sivil toplumu baskı altına almak için kullanılan bir araca dönüşmüş durumda. Bu değişiklikler neticesinde derneklerin risk puanlaması esasıyla denetlenmesi ve keyfi cezalara tabi tutulması yaygınlaştı. Yardım toplama faaliyetlerine dair muğlak tanımlar, idari para cezaları ve yüksek riskli kategorilere sokulan derneklerin fonlara erişim imkanını neredeyse tamamen ortadan kaldırdı. Devletin insan hakları savunucularının yardım ve bağış toplama faaliyetlerini engellemesine, fon veren kuruluşların Türkiye’den yavaş yavaş çekilmesi veya kaynak azaltmaya gitmesi de eklenince, Türkiye bugünlerde ardı ardına küçülen hak savunucusu derneklerin haberlerini okur oldu.
Öte yandan, toplanma ve ifade özgürlüğünü düzenleyen kanunlar, insan hakları savunucularına karşı sistematik bir silah olarak kullanılıyor. Barışçıl toplantılar yasaklanıyor, organize eden hak savunucuları ya cezalandırılıyor ya da polis şiddetiyle engelleniyor.
Rapor, Türkiye’de insan hakları savunucularının yargısal tacizlerle susturulduğuna dair birçok somut örneği de içeriyor. Gezi davası kapsamındaki tutukluluklar ve verilen ağır hapis cezaları, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararlarına rağmen sonlandırılmıyor. Benzer şekilde, Cumartesi Anneleri’nin barışçı toplantıları sistematik olarak polis şiddetiyle engellenirken, haklarında ceza davaları açılmaya devam ediyor. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) bu konuda verdiği kararlar, deyim yerindeyse Cumhurbaşkanı tarafından sevk ve idare edilen Valiliklerin, Kaymakamlıkların ve emniyet teşkilatının umurunda değil.
Kadın ve LGBTİ+ hak savunucuları da yargısal ve idari baskılardan en fazla etkilenen gruplar arasında yer alıyor. Bu alanda faaliyet gösteren hak savunucusu kurumların çalışma alanları kısıtlanıyor; bu kurumlara yönelik denetimler adeta cezalandırma aracına dönüşüyor.
Tarlabaşı Toplum Merkezi ve Göç İzleme Derneğine dönük baskılar ve kapatma davaları; Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanunun sivil alanı daraltacağına dair kaygıları doğru çıkaran somut örnekler.
İHSDA, Türkiye’yi uluslararası topluma sorumlu davranmaya çağırıyor
İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı raporunda, Türkiye’nin kabul ettiği uluslararası sözleşmelerin gereğini yerine getirmesini talep ediliyor. Özellikle, İHAM ve AYM kararlarının uygulanması; insan hakları savunucularına yönelik cezalandırma politikalarının son bulması ve örgütlenme özgürlüğünü engelleyen yasal düzenlemelerin kaldırılması gerekliliği vurgulanıyor.
Rapor aynı zamanda bir dizi tavsiye de içeriyor. Türkiye’de insan hakları savunucularının özgür ve güvenli bir ortamda faaliyet göstermesini sağlamak için yapılması gerekenler arasında; Dernekler Kanunu’nun ve Terörle Mücadele Kanunu’nun ilgili maddelerinin değiştirilmesi, cezai soruşturmalara son verilmesi ve sivil toplumun şeffaf ve etkin bir şekilde desteklenmesi yer alıyor. Ancak rapor, bu adımlar atılmadığı müddetçe Türkiye’de insan hakları savunuculuğu faaliyetlerinin ciddi bir tehdit altında kalmaya devam edeceğini belirtiyor.
Raporda öne çıkan vaka örnekleri de İHS’lere yönelik baskının boyutunu gözler önüne seriyor. Gezi hükümlüleri ile sembolize olan hukuka aykırı tutuklamalar, Cumartesi Anneleri’nin ve ekoloji alanında faaliyet gösteren hak savunucularının toplantılarının polis şiddetiyle engellenmesi ve LGBTİ+ onur yürüyüşlerinin sistematik olarak yasaklanması, hak ve özgürlükler alanının giderek daraldığını gösteriyor. İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı, insan haklarının korunması için bir yandan Türkiye Cumhuriyeti devletini kendi toplumuna ve uluslararası topluma vermiş olduğu yazılı taahhütlerini yerine getirmeye bir yandan da uluslararası toplumu sorumlu davranmaya çağırıyor.
*Bu yazı ilk olarak Gazete Duvar’da yayınlanmıştır.
**KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, kadın, sivil anayasa, siyaset